Soru: Orucu sadece basit bir perhiz olarak düşünmenin hatalı olacağını biliyoruz. Orucun nefis terbiyesi, ruh terbiyesi yönünden ne gibi faideleri olabilir?

Cevap: Ramazan orucunun bir diğer önemli hikmeti de nefis terbiyesi yönündendir. İnsanın nefsi genellikle aklın prensipleri altına girmek istemez. Kendisinin hür ve müstakil olmasını ister. İstediği gibi hareket etmeyi arzu eder. Kendi Yaratanını tanımak istemez. İşte Ramazan ayında tutulan oruç, her bir insanın içinde mevcut olan isyankârlık damarını kırar. Zayıf ve aciz olduğunu anlar. Kendisinin, Yaratanın aciz bir kulu olduğunu hatırlar. Açlık şahsa bu terbiyeyi kazandırır.

Sahih bir hadiste geçen, Resûl-i Ekrem (s.a.s.)’ın şu duası mânidardır; “Ey Allahım! En çok sarsan ve bağırttıran açlıktan sana sığınırım.”

ORUÇ TUTANLAR İKINDIDEN SONRA NIÇIN HAFİFÇE ÜŞÜRLER?

İlk defa ekilen ‘lenox’ boy verdi İlk defa ekilen ‘lenox’ boy verdi

1. Vücuda alınan gıdaların yüzde 90’ı enerji için sarf edilir. Alınan gıdaların yüzde 10’u ise, hücrelerdeki moleküllerin sentezinde ham madde olarak kullanılır. Yüzde 90’lık enerjinin yüzde 75’i vücut sıcaklığının 36,5 ŞC (santigrad derece) de muhafazası için kullanılır. Yüzde 25’i ise ATP (Adenozin Tri Fosfat) sentezi için kullanılır. ATP, vücutta adalelerin faaliyetleri, kalbin çalışması, sindirimin devamı vs. gibi akla gelebilecek bütün faaliyetlerde kullanılan ana enerji kaynağıdır. Görüleceği gibi, alınan gıdaların büyük bir ekseriyeti vücut sıcaklığının 36,5 ŞC de devamı yani idamesi için sarf edilmektedir.

Çünkü, vücut belli sıcaklıkta olmazsa, hayatî faaliyetler devam etmez, durur.

2. Vücuttaki sıcaklık, gıdaların parçalanması esnasında yan mahsul olarak meydana getirilmektedir. Ayrıca kalbin çalışması, adalelerin çalışması gibi bütün faaliyetlerde kullanılan ATP’nin kullanılması esnasında yan ürün olarak, hararet yani sıcaklık ortaya çıkmaktadır.

3. Vücut istirahat halinde iken en çok ısı santrali diyebileceğimiz organlar; devamlı faaliyet halinde olan kalp, böbrekler ve beynimizdir. Ancak yürürken, iş yaparken, koşarken iş değişir. Bu sefer ana ısı yani hararetin kaynağı, menbahı, ısı santrali, o an kullandığımız ellerdeki ve ayaklardaki adalelerimizdir. Onun için yürürken, koşarken, bedenimiz ısınır, hatta terleriz.

4. Oruçlu şahsın ikindiden sonra hafifçe üşümesi, ısı santrali durumundaki organlardaki faaliyetin azalmış olmasındandır. Meselâ kalbin atışı azalmıştır. Böbrekler daha az süzüyor. Karaciğer az çalışır. Sindirim faaliyetleri azalmıştır. Şahsın istirahate meyilli olması adale faaliyetlerini de düşürmüştür. Bütün bunlar şahsın vücut sıcaklığında hafif bir azalmaya yol açar, hafif bir üşüme şeklinde kendisini hissettirir.

NİKAHI İLAN ETMEK

Ayet-i Kerime

"Göklerde ve yerde alanlan bilir, gizlediklerinizi ve açıkladıklarınızı da bilir ve Allah kalplerin derinliklerinde olanı da bilmektedir." (Teğabün, 64/4)

Hadis-i Şerif

Hz. Aişe'nin (r.a.) naklettiğine göre, Resü.lullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "Bu nikahı ilan edin, onu (topluma açık olan) mescitlerde kıyın ve nikah için def çalın."(Tirmizi,NikAh,6)

Nikah, nesil ve güven emniyeti için adım atan huzur dileyen bir kadın ve bir erkeğin bunu ilan etmesidir. Kur'an'da erkek tarafından kadına verilen sağlam bir teminat (Ni.sA, 4/21) olarak zikredilen nikah, iki insanın hayat arkadaşlığının tek meşru tezahürüdür. Evliliğin duyurulmasını sağlayan düğün, saadet ve umudu ifade eden bir ilandır. Düğünler yas, ağıt ve keder toplantıları değil bilakis Hz. Peygamber'in (s.a.s.) tavsiyelerinden yola çıkarak güler yüzle icra edilecek sevinç merasimleridir. Ancak Resül-i Ekrem'in (s.a.s.) her konuda olduğu gibi düğün eğlencelerinde de nezih, dengeli ve Allah'ın sınırlarına saygılı davranmayı emrettiğini unutmamak gerekir. Düğün şenliğinin vazgeçilmez bir parçası velime yani düğün yemeğidir. Peygamber

Efendimiz (s.a.s.) evliliklerinde davetlilere yemek ikramında bulunmuş, ashabına da "İlk gün düğün yemeği vermek, yapılması gereken bir iştir. İkinci gün vermek adettendir. Üçüncü gün vermek ise riya ve gösteriştir." (İbn Mace, Nikah, 25) buyurarak düğün yemeği vermeleri ve ölçülü hareket etmelerini tavsiye etmiştir.

Eşler arasında geçim ve bereket için dualar edilmesini ister. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.). "Allah ona seni, sana da onu mübarek eylesin!" (İbn HanbeL ı, 202) duasını tavsiye etmesi ve

Abdurrahman b. A vf'ın (r.a.) evlendiğini öğrenince ona, "Öyleyse, Allah senin için (bu düğünü) mübarek etsin!" buyurması (Müslim, Nikah, 79) nikah merasimlerinin bir yönüyle de ibadet olduğunu göstermektedir. "Allah mübarek etsin!", "Hayırlı olsun!", "Allah bir yastıkta kocatsın!" cümleleri, sünnetin kültürümüzdeki yansımaları olarak ne kadar manidardır.

Tüm bunlardan hareketle, nikah merasimlerinde, dinin uygun görmediği aşırı davranışlardan ve mahremiyet sınırlarının bulunmadığı ölçüsüz eğlencelerden uzak durulmalıdır. Söz konusu bu merasimlerin, düğün havasının olmadığı bir matem törenine dönüşmemesine de dikkat edilmelidir. Unutulmamalıdır ki nikah ve dolayısıyla nikah merasimi, evlilik 35 gibi mukaddes bir birlikteliğin ilanıdır ve merasimin de buna yakışır bir şekilde icra edilmesi gerekir.

Evliliğin ilan edilmesi anlamına gelen nikah akdinin geçerli olmasının şartlarından biri de nikahın şahitler huzurunda gerçekleştirilmesidir. Bununla birlikte, nikahın din adamı veya başka bir kimsenin huzurunda kıyılması ya da dini merasim icra edilmesi gibi bir şekli zorunluluk bulunmamaktadır. Nikah esnasında en az iki şahidin bulunması gerekir ki aksi takdirde kıyılan nikah akdi geçerli değildir. Zira Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) "Şahitler olmadan kıyılan nikah geçerli olmaz." (TirrnizI,

Nikah, 15) buyurarak nikahtaki en önemli şartlardan birinin şahitlik olduğunu belirtmiştir. Nikahın ve kurulan aile yuvasının sosyal hayattaki değeri sebebiyle aile büyükleriyle birlikte müftü, imam, kadı gibi toplumun itibar ettiği din alimlerinin huzurunda kıyılması, onların evlilik birliğinin önemiyle ilgili bir konuşma yapmaları, evlenenlerin saadet ve huzuru için dua etmeleri ve düğün yemeği verilmesi geleneği Müslüman toplumlarda hala sürdürülmektedir. Böylelikle onların hayır dualarının alınması ile bereket umulurken, diğer taraftan nikahın toplum nezdinde aleniyet kazanması sağlanmış olmaktadır.

Fetva

Gizli nikahın hükmü nedir?

Tarafların şahitler huzurunda irade beyanında bulunmalarına rağmen ailelerinden ve yakın çevrelerinden gizleyerek yaptıkları akit, gizli nikah olarak adlandırılır. Böyle bir akit, nikahta bulunması gereken aleniyet niteliğini taşımadığından dinin nikah ve aile hayatı ile ilgili genel ilkelerine aykırıdır. Sadece iki şahidin bildiği bir nikah akdinin aleni olduğu söylenemeyeceğinden ailelerin, akrabaların ve komşuların 36 muttali olmadığı bir akit gizli nikah olmaktan çıkmaz. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) "Haram olan (ilişki) ile helal olanı (evlilik) ayıran şey, def çalmak ve duyurmaktır." (Tirmizi, Nikah, 6) buyurarak aleniliğin ve hatta tescilin gerekliliğine işaret etmektedir. Hz. Ebubekir (r.a.) de gizlenmesi şartıyla yapılan nikah akdini geçersiz saymıştır (Sahnun, el-Müdevvene, il, 128, 129).

AYET DUA

“Ey Rabbim!

Bana bir hikmet bahşet ve beni salih kimseler

arasına kat. Sonra gelecekler arasında beni

doğrulukla anılanlardan kıl. Beni Naîm

Cenneti’nin vârislerinden eyle.” ŞUARÂ SÛRESİ 83-85

Kaynak: EGE TELGRAF