Pandemiden önce kafası karışan, yalpalayan, pandemiden sonra ise can çekişen Türk tiyatrosu bir çıkış yolu ararken, İzmirli oyun yazarı ve BTA’nın kurucusu Hayrettin Filiz’in “Sacco ile Vanzetti” adlı ödüllü oyunu Ayvalık’ta sahneye çıktı. Ayvalık Sanat Derneği kapsamında çalışmalarını sürdüren Ayvalık Sanat Fabrikası Oyuncuları, 15 Ekim 2021 günü, Fatih Elgay yönetiminde “Sacco ile Vanzetti”yi sezon açılış oyunu olarak seyirciyle buluşturdu. 15 oyuncunun görev aldığı oyun, 1927 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde suçsuz oldukları halde idam edilen iki İtalyan göçmenin hikâyesini anlatmaktadır. Yaklaşık 85 dakika süren oyun, tek perde… Oyunculardan birçoğunun ilk sahne deneyimi olduğu halde seyirciyi ayağa kaldıran performansların izlendiği gösteri sonrasında büyük bir coşku yaşandı. Türk tiyatrosunun girdiği bu karanlıktan, bölge tiyatrolarındaki amatör ruhunu kaybetmeyen oyuncular sayesinde çıkabileceğini söyleyen oyunun yönetmeni Fatih Elgay, büyük alkış aldı. Galaya davet edilen Hayrettin Filiz’in mücadeleye çağıran ateşli konuşması da, salonu dolduran Ayvalık seyircisinden tam not aldı. Oyunun, “seyirci bulmaktan çok, seyirci yaratmak amacıyla sahnelenmesi”, Türk tiyatrosunun düştüğü durumdan kurtulması adına ümitsiz olanlara bir çeşit yanıt olarak yorumlandı. Oyunun selamında tüm oyuncuların aynı anda selama durması, oyun çıkışında şiddetli bir yağmur yağmasına karşın oyun sonrası fuayede ya da tiyatro önünde yapılan seyirci- oyuncu görüşmelerindeki alçak gönüllü ve ne yaptığından emin konuşmalar seyirci tarafından övücü sözlerle karşılandı. Oyunda kullanılan sahne teknikleri; sis, sofitadan sallandırılan salıncaklar, zaman ve mekân birliğinin parçalanması ama bunun seyircide bir algı kayması yaratmaması, değişik yaş gruplarının aynı oyunda eritilmesi, zaten gövdesinden cesur olan oyunu daha da yükseğe çıkarıp, topluluğun bir sonraki oyunu için beklentiyi artırdı. Hayrettin Filiz’in, selam konuşmasında Einstein’in, “Ne hazin bir çağda yaşıyoruz. Atomu parçalamak, önyargıyı parçalamaktan zor!” sözünü, Sacco ve Vanzetti’nin idamından sonra onlar için söylediğini anlatması, seyircide şaşkınlık yarattı. Madame Curie, Anatole France, H. G. Wells, Sir Bernard Shaw, Isdora Duncan, Bertolt Brecht, Nâzım Hikmet gibi dünyanın birçok aydınının bu haksızlığa karşı durduğunu anlatan Filiz, sanki bize zorla dayatılan, kalitesi tartışmalı, özensizlik batağına bulaşmış yoz tiyatronun tehlikesine karşı bir dikkat daveti yaptı seyirciye. Ayvalık Sanat Fabrikası’nın sunduğu oyun, alışılagelmiş, gişe kaygısı taşıyan ve seyircinin şımartıldığı formlardan uzak, izleyicisini de düşünsel bir yolculuğa çağıran, yaratıcı ve sözü olan kimliğiyle, Ayvalık’ta önümüzdeki günlerde yapılacak yüksek tiyatronun işaretlerini vermektedir. Gazetemizin de yazarı olan Hayrettin Filiz ile ödüllü oyunu “Sacco ile Vanzetti”yi konuştuk. Sevgili Hayrettin Filiz, öncelikle hem sizi, hem de Ayvalık Sanat Fabrikası oyuncularını tebrik ederiz. 2009 yılında sizin yönetiminizde, iki sezon sahneden inmeyen, 63 gösteri üst üste oynayarak rekor kıran ve en sonunda da size o yılın “En İyi Yönetmen Ödülü”nü kazandıran “Sacco ile Vanzetti” oyununuzun, pandeminin hepimizi köşeye sıkıştırdığı bu günlerde, başka bir bölgede seyirci önüne çıkarılması sizin için ne anlam ifade ediyor? Ayvalık’ta bir oyunumun sahnelenmesinin, öncelikle içimde huzurlu bir duygu yarattığını söylemeliyim. Çünkü; 18 aktif seneye, altmışın üstünde ulusal ve uluslararası ödül sığdıran, 30 binin üzerinde öğrenci, iki milyondan fazla seyirci ağırlayan ve en sonunda da “havalandırma penceresinin yüksekliği uygun olmadığı gerekçesiyle” 2018 yılında kapatılan Bilimsel Tiyatro Atölyesi (BTA) adlı okulumuzun, bir tiyatro topluluğu olmaktan çok bir kültür hareketi olduğu iddiamızın gerçekleştiğini gördüm Ayvalık’ta. BTA çocuklarından biri, tayinle atandığı Ayvalık’a götürmüştü sanki BTA’sını. O heyecanlı, o çalışmaktan korkmayan çocuk, meyve yüklü dallarını topluma eğmiş bir ağaç gibi göründü gözüme. Hiç kuşkum yok ki, bu ağaç daha nice tiyatroya inanan çocuğa o lezzetli meyvesinden verecektir. Ya Hakan, nasıl gurur duymam; 2003 yılında yazdığım bir oyunun, 18 sene sonra, sıcaklığından hiçbir şey kaybetmeden seyirciyi ayağa kaldıran bir etki yarattığını görmek çok heyecan vericiydi. Elbette oyunun bu etkiyi bırakmasında küçük bir parçadır benim yazdığım metin; oyuncuların gizleyemedikleri heyecanları, seyircilere saygılı ve alçakgönüllü oyunculukları, daha iyisini yapmak için çabalamaları, yönetmenin dehası, teknik desteğin titizliği, özenli ve tam zamanlı sahne plastikleri kullanımı… daha onlarca etki biraraya gelerek bu sonucu doğurmuştur. Uzun zamandır hasret kaldığım bir coşkuyla döndüm Ayvalık’tan. Mücadelenin bitmediği, bitmeyeceği düşüncesiyle! Bak sana söyleyeyim; İzmir’e dönerken, gözlerimde yağmurlu bir manzara, kalbimde bayram günü yeni ayakkabı alınmış yoksul çocuğun bir türlü uyuyamaması, yıldızlara bakarken duyduğu keçi yavrusu coşkusuna benzer bir sevinç vardı içimde. İyi ki dedim, iyi ki bu oyunu yazmışım. Bak ne çok insan yarattı yine tiyatro, kalbimiz direnmeye devam edebilir. Bak dedim, bak işte, tiyatro hepimizi buluşturdu gene. Yaşasın tiyatro! Peki, yazdığınız ve izlediğiniz oyun arasında ne gibi farklılıklar vardı? Eseriniz doğru yorumlanmış mıydı? Çünkü herkes biliyor ki, siz de yıllardır yönetmenlik yapıyorsunuz, yazıyorsunuz, ders veriyorsunuz ve kolay beğenen biri değilsiniz. Adım huysuza çıkmış bir kere, ne desem boş! Şaka bir yana, benim çalışma disiplinim ve yöntemim, tiyatronun örgütçü yanına daha yakın, o yüzden biraz hırçın göründüğümü biliyorum. Çünkü böyle öğrendim öncülerimden. Tiyatronun, dünya siyaseti ya da tüm toplumsal kurumlardan daha yaşlı olduğunu, insana umut verdiğini öğrendim yıllar içinde. Öğretmenleri Brecht, Stanislavsky ya da Muhsin Ertuğrul olunca başka türlüsünü nasıl yapar ki biri? Evet, içim rahat, oyunum doğru yorumlanmıştır, orası kesin. Bir adalet hikâyesinin anlatıldığı “Sacco ile Vanzetti”, gerçek bir tarih kesidinden alındığı için doğru yorumlanmalıydı; ki, eski öğrencim, sevgili çocuğum Fatih Elgay, oyuna birçok katkı yaptığı halde, oyunun ana çizgisini korumuş. Aferin ona. Rol seçimlerindeki doğruluk ve basit sahne dekorları kullanarak, hikâyenin trajik boyutu olan adaletsizlik karşısında susmamak gerektiğini öne çıkaran tutumu da övgüyü hak etmektedir. Ayrıca oyunu oynamak için seçtiği zamana bakarsak, oyunun dramaturjisinin ayrıntılı olarak düşünüldüğü de ortadadır. Bunun için de övmeliyiz Fatih’i ve Ayvalıklı genç oyuncuları… Adalete herkesin, her zaman ihtiyacı vardır. Bunu arada sırada hatırlatmak iyidir. Ayvalıklı çocuklar bunu yapmışlar, hepsine aferin! Bir oyunun sahnelenme zamanı bu kadar önemli midir? Ne diyorsun, sahnelerin aydınlık kalması için belki de en önemli ölçütlerden biridir bu. Oyun seçiminde iki neden sorgulanır: Birincisi, bir toplumsal kanamaya dikkat çekmek ve toplumu uyarmak, ikincisi de, gündeme farklı bir açıdan bakacak hikâyeler sunarak, toplumu uyarmak! İkisi de aynı gibi geliyor değil mi? Hayır, ilkinde toplumsal kanama artık görünür bir haldedir ve çözümün toplumun birliğinden geleceği düşüncesi sahnededir. Duyarlı insanların sayısını arttırmak amacı güdülür bu girişimde. İkincisinde, -bir nedenle- akıl ve bilimden uzaklaşmış toplumun başına gelme olasılığı olan sancılara karşı tiyatro savaş giysilerini giymiş, sahneye çıkmıştır. İkisinde de ortak olan tek şey, aslında çok basit bir ülküye dayanır: Aktüelin cahilleştirdiği bazı insanların söylediği gibi tiyatro salt bir eğlence aracı değil, bir toplum öğretmeni, bir kılavuz, bir uyarıcıdır. Tiyatro sorunları çözmez, onun işi bu değildir. Tiyatro; gözsüze göz, ayaksıza ayak, elsize el olur. Günden güne kabalaşan insana, duyarlı olmayı, hassas ve dinamik olmayı öğütler. Bu mantıkla, düşünemeyene de öğretmenlik yapar. İlk adım, sürekli değiştiği için başımızı döndüren gündelik hayatın o dar çerçeveli ve paranın amaç sayıldığı vahşi tüketim merkezli girdabına -bile bile üstelik- kapılmamaktır. Her şeye “aynen” dememektir örneğin. İnternet gibi insanlığın hizmetindeki bir keşfi, yediği yemekleri görgüsüzce ona buna göstermek olarak kullanmamaktır örneğin. Korkunç ve ıssız yalnızlığını ihbar ettiğinin farkına varmaktır yani. Bu karanlıktan çıkmanın sanatla ilgili bir yoldan geçtiğini fark etmektir örneğin… Tamam, sustum… Ötesini sahne ve hayat disiplini almış, düzenli okuyucu halledebilir bence. Tiyatro, sürekli ileri bakmaktır. Ufka ve hep yeni başlangıçlara!HEYECANLI VE COŞKULU’ Oyun ve oyuncularla ilgili görüşlerinizi alabilir miyiz? Dünya tatlısı, heyecanlı ve coşkulu bir topluluk Ayvalık Sanat Fabrikası Oyuncuları… Belki de bölgelerinde sanatsal bir devrimin öncülleridir onlar! Çünkü, uzun zamandır bunalmış ve iletişimini kaybetmiş toplumumuzda, hepimizin içimizi acıtan, sert bir oyun seçmek yürek isteyen bir iştir. Saçmasapan, kimin eli kimin cebinde türü binlerce sabun köpüğü oyundan birini seçebilirlerdi. Seyirci o sıra güler, evine varmadan da izlediği oyunun adını bile unutabilirdi. Oysaki onlar böyle yapmamış; tiyatronun bir görevi olduğuna inanmışlar. Bunun sonucunu da aldılar. Seyirci bir an bile dikkatini sahneden çekmeden izledi oyunu. Pûrdikkat! Zamanımızın dikkat süresi 7 dakikaya düşen gergin insanına, 85 dakikalık bir mahkeme oyununu izletmek büyük başarıdır bence. Oyunculara gelirsek; bazı rol avantajlı oyun kişilerinin göz doldurması kimseyi şaşırtmamalıdır. Sacco gibi, Vanzetti gibi, Madeiros ya da Yargıç Thayer gibi… Onlar rollerinin hakkını fazlasıyla verdiler, yanlış anlaşılmak istemem. Ancak çok kısa sürede rolüne hazırlandığını öğrendiğim Avukat Musmanno için özel bir övgü kutucuğu açmak isterim. Kostüm parçası olarak topuklu bir ayakkabı giymesi ve o ayakkabıyla dört basamaklı, oldukça dik bir merdivenden inip seyirci içinde oynaması yüreğimizi ağzımıza getirse de; diksiyonundaki temizlik ve gizleyemediği heyecanından kızaran yanakları büyük bir sempati yarattı bende. Aynı coşkuyu Hapisane Müdürü, Rahibe Murphy, Vali Fuller, Rektör Lowell, Lewis Pelser, Bayan Splaine ve Ajanları canlandıran oyuncularda da gördüm. Ancak kalbimin en şiddetli alkışları oyunun iki lise öğrencisi oyuncusuna: Gardiyan rolündeki Yağmur Şenyürek ve Elektrikçi rolündeki Emirhan Kocaoğlu’na! Ömrünü sahnede geçirenler bilir ki; günümüz tüketim merkezli magazin dünyasının neon ışıklarıyla parlatılmış yıldız oyuncu kültürüyle yetiştirilen insanlarının “küçük” dedikleri rolleri oynamak hepsinden zordur. Biz ise başka şekilde ele alıyoruz bu durumu: Küçük rol, büyük rol yoktur. Küçük oyuncu, büyük oyuncu vardır. Oyunculara ve oynadıkları şahane oyunlarına İzmir’den bir armağan vermek için hepsinin adını liste olarak yayımlar mıyız haberin bir yerinde Hakan? Yayınlarız tabi hocam. Son olarak söyleyeceklerinizi duymak isteriz. Tilkinin kırk hikâyesi varmış, kırkı da koyun üstüne… Benimki de o hesap! Ne demeli şimdi, bilemedim. Ama sanırım Paracelsus gene haklı çıktı. Ne diyordu usta: “Sevginin olmadığı yerde sanat da olmaz.” Ayvalık’ta bunu gördüm. Doğrunun ne olduğunu bilip de, harekete geçmeyenlerin eksiğinin cesaret olduğunu, sahnede aslan adımlarıyla yürüyen Ayvalıklı gençleri izlediğimde bir kez daha gördüm. Onlar korku duvarını aşarak, bilimsel tiyatronun ayak izlerine basmaya niyetlenmişler, bunu gördüm. Replikleri yel, alkışları sel olsun. Onlarda cehaletin küstahlığından uzak, tiyatro biliminin laboratuvarında koşuşan insanların coşkulu kardeşliğini gördüm. Şimdi bazı şeyleri bilmiyor olabilirler ama çok kısa sürede hizmet içi eğitimleriyle bunu da başarırlar, çünkü ışıl ışıl parlayan yüzlerinde yapmak isteyenlerin çalışkanlığını gördüm. Yönetmen Fatih Elgay’a gösterdikleri saygının, gelmiş geçmiş bütün yönetmenlere saygı olduğunun bilincinde olduklarını, bir iş yapılacaksa hepsinin imeceye el uzatacaklarına dair umutlarımın arttığını gördüm. Ayvalıklı dostlarımın pazara göre ürün vermediklerini, tiyatro adına yapılacak en büyük hatanın tavırsız / aşksız sahneye çıkmak olduğunu ve yenilgi yıllarının bir oyuncu için okunacak en iyi bir okul olduğunun bilincine vardıklarını gördüm. Onların bu cesur ve öncü girişimlerini destekleyen Ayvalık Belediyesi, Evin Kitabevi, Craft Kolektif ve Pamukçu Turizm’in sanatsever insanlarına da, tiyatro adına teşekkür açmak boynumuzun borcudur. Hepsinin biraraya gelerek oluşturduğu bu devrim provasına benzeyen başlangıcı yüreğime basarak İzmir’e döndüm. Hepsinin ekmeği taze, suları berrak olsun. Hepsinin cebinde yıldız tozu, gözlerinde güneşler olsun. Hepsine aşk olsun! Hakan Serbest / Özel Haber