Yağmur DAŞTAN-Özel HABER-Türkiye, 6 Şubat’ta meydana gelen depremin ardından yaralarını sarmaya çalışıyor. Afetten etkilenen Kahramanmaraş, Gaziantep, Şanlıurfa, Malatya, Adıyaman, Adana, Hatay, Kilis, Diyarbakır, Osmaniye ve Elazığ’da kayıtlı 13 milyon 418 bin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ve 1 milyon 762 bin kayıtlı mülteci olduğu biliniyor. Bu tablo, ülke nüfusunun yaklaşık yüzde 17’sine tekabül ediyor. Büyük felaketin ardından söz konusu kentlerdeki 2 milyondan fazla kişinin başka illere hareket ettiği bilinirken; sosyologlar bu mücbir göç ve sonuçları hakkında uyarılar bulunuyor. Konuyla ilgili Ege Telgraf’a açıklamalarda bulunan Gaziantep Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Mehmet Nuri Gültekin, “Bu göç planlı değildi. Yaşanan afet, göçü bir yerde zorunlu hale getirdi. Depremin ardından bölgeden ister istemez kendi imkanlarıyla çıkanlar oldu. Konutları yıkılan, evleri hasar gören insanlar öncelikli olarak belirli illere yerleştirildi” dedi. Gültekin, “Kişilerin bölge dışına kendi istekleriyle göç etmeleri ya da göç etmelerine teşvik, Türkiye’de ileri doğru toplumsal problemlere davetiye çıkarır” mesajı verdi. Göç sürecinde ‘geçici’ bir durumun söz konusu olmadığını da söyleyen Gültekin, “Toplumsal hayat bir kaya gibidir ve onu yerinden oynattığınızda bir daha eski yerine oturtamazsınız. Bu insanların göç etmesi bir vaka, doğru. Fakat geriye dönme konusunda akıllarda büyük soru işaretleri var. Bu hükümet politikası değil, toplumsal realite böyledir. Göç maalesef geriye doğru çalışmıyor... Bir anlatı olarak hep göç ettiğiniz şehre tekrar dönmeyi istersiniz fakat bu pratikte ne kadar mümkün olur bilemezsiniz. Geçmişte insanların bulundukları şehirden ayrılıp Almanya’ya çalışmaya gittiğine çok şahit olduk. Oradaki Türkler de bir gün memleketlerine dönmek ister ama hep bir engel çıkar... Burada da benzer durumlar görebiliriz” diye konuştu. dayanisma-deprem

İŞ, EĞİTİM, SAĞLIK, UYUM’

Bu süreçte atılması gereken adımlar hakkında da bilgiler veren Gültekin, “Biraz daha aklıselim çözümler ile depremzedeler afet bölgesine ortalama bir mesafede kurulacak konteyner evlerde yaşamlarını sürdürebilirlerdi. Orada yaşamlarının sürdürülebilmesi için altyapı hazırlanabilir, eğitim faaliyetleri sürebilirdi. Bu insanların birçoğu köylü; köylerde arazileriyle, tarımla ilgilenen birçok insan var. Fakat böyle bir adım atılmadı. Depremzedelerin öğrenci yurtlarına yerleştirilmesi gibi ani kararlar alındı. Bu illerde Suriyelileri de dahil ederseniz 15 ila 16 milyonluk bir insan topluluğundan bahsediyoruz ki Türkiye nüfusunun nerden bakarsanız yüzde 17 ila 18’i yapıyor. Bu da çok ciddi bir insan hareketliliği demek. Toplumsal hayat bir şekilde kendini sürdürüyor ama insan hareketliliğini yönetebilmek zor. İnsanların göç ettikleri kentler iş, eğitim, sağlık, uyum gibi faktörler devreye giriyor. Zaten halihazırda o kentlerde bulunan insanlar ciddi baskı altında. Büyük bir kitle birden batıdaki kentlere yığıldığı zaman, bu kentlerin de çözüm üretebilme kapasitesi düşer. Aynı zamanda o bölgedeki merhamet ve dayanışma duygularının erozyona uğramasına da yol açar. Bir yerden sonra hayatın gerçekleri devreye girer. Yapılması gereken insanların altyapısı, okulları, kreşleri, sağlık hizmetleri iyi planlanmış yerlerde geçici süre konteynerlerde ya da kamplarda barınmaları; daha sonra kalıcı olarak planlama yapılmış, depreme dayanıklı daha insani kentlere yerleşmelerini sağlamaktı” dedi.

TOPLUMSAL PROBLEM’

“Bir, bir buçuk ay sonra toz bulutu dağılıp enkazların kalkmasıyla asıl hayatın gerçekliği başlayacak” sözleriyle açıklamalarını sürdüren Mehmet Nuri Gültekin, “Dolayısıyla büyük kentlerde gelişen dayanışma duygusunu büyütmek ve deprem bölgesine kanalize etmek çok önemli. İş, barınma, çalışma ile ilgili pek çok sorun ortaya çıkacak. Kentlerdeki insanların da iş ve çalışma hayatı belli. Bu durum kentlerin altyapısına da baskı uygulayacak. Bu durum insanların tabii ki de isteği ya da bir tercihi değil ama kişilerin bölge dışına göç etmelerini teşvik etmek Türkiye’de ileri doğru toplumsal problemlere davetiye çıkarır” ifadelerini kullandı.

GEÇİCİ ÇÖZÜM GEREKLİ’

Göç kavramının doğası gereği her zaman bir toplumsal uyumsuzluk ortaya çıkardığının da altını çizen Gültekin, şunları aktardı: “Tabii ki bu durumun katkıları da olduğu gibi olumsuz sonuçları da vardır. Kent hayatında, iş hayatında, gündelik hayatta pek çok şeyde gerilimlere de neden olur. Türkiye bir deprem ülkesi, bu konuda ciddi planlamalar ve politik uygulamalar gerçekleştirilmesi gerekiyor. Kentlerde bir deprem olduğunda insanları taşımak yerine bu insanlara geçici bir çözüm bulmak gerekiyor. Bu havzada şimdiki deprem kuşağında 15 ila 16 milyon Elazığ ile birlikte 17 milyon insan yaşıyor. Bu insanların üçte birini bile başka kentlere demografik mühendislik anlamında yerleşmeye ittiğinizde ciddi problemler çıkarmış olursunuz. Bu yalnızca göç akınına uğrayan kentler için değil; göç edenler için de böyledir.”

MAĞDURİYETLERİ KATLANDI’

Yaşanan afetin acı bir diğer yüzü ise halihazırda mülteci durumunda olan insanlar üzerindeki etkisi... “Türkiye’de mülteci düşmanlığı, karşıtlığı Suriyeliler üzerinden hayata geçiyor. Maalesef zaten kendileri mağdur insanların, depremle birlikte mağduriyetleri ciddi katlanarak arttı” yorumunda da bulunan Gültekin, “Bir defa şunu kabul etmek gerekiyor: Bu duruma düşmek Suriyelilerin tercihi değildi. Yani Türkiye’de de pek çok kesimin hevesle ağzının suyunu akıttığı politikaların kurbanı bu insanlar. Pek çok mülteci de gidiyor buradan, gitmek zorunda. Çünkü en kötü koşulları onlar yaşıyor hatta yardım istemekte bile çekingen davranan insanlar var. Evet, nüfusları çoktu ama basına yansıdığı gibi ya da bazı siyasi partilerin bunu yazdığı gibi bir elleri yağda bir elleri balda değildi. Ciddi bir mağduriyet ve sömürü içinde yaşıyor, yoksullukla mücadele ediyorlardı. Şimdi bu depremle birlikte mağduriyetleri katlandı. Şu anda doğal felaketin ardından Suriyeliler’in durumunu anlamak, nasıl yaşadıklarını öğrenmek için yeterince sebebimiz var. Bir ay önce bu bölgede yaşayan hiç kimse böyle bir şeyi tahayyül etmiyordu. Hatta 5 Şubat akşamı uykuya dalanların sabah çok daha başka planları vardı ama şu anda çok farklı yerlerdeyiz. Tıpkı Suriyeliler’in 10 ila 12 sene önce yaptıkları gibi... Şu anda insanlar duvarlara ‘Geri döneceğiz’ yazıyor ama yerli halkın burada yaşamasını istiyorsanız kendi konutları yapılıncaya kadar yine burada barınmalarını sağlayacaktınız. Şu da var kadar ne kadar planlarsanız planlayın bu depremin, bu doğal afetin, bu şiddetin, bu tramvanın göç üzerinde bir baskısı olacaktır. Bu kaçınılmaz bir şey. Yani devlet ya da siyasi merciler bunu yasaklamaya kalktıklarında ellerinden bir şey gelmeyecektir. İstediğiniz kadar yasaklayın insanlar gitmek istiyorlarsa gitti. Zaten ilk günlerde imkanı olan pek çok kişi bölgeden ayrıldı. Tabii ki bölgede yaşayanların, Suriyelilerin yaptığı gibi doğal afetlerin ya da savaşın olmadığı coğrafyalara gitmeleri insani hak. Ciddi anlamda sosyolojik problemlere neden olacak politikalardan da uzak durmak gerek” açıklamalarında bulundu.

FATURAYI ALT KESİM ÖDER’

Yaşanan afet sosyolojik problemlerin yanı sıra ekonomi üzerinde de olumsuz bir etki yaratıyor. Konuyla ilgili de değerlendirmelerini aktaran Gültekin, “Hatay dahil olmak üzere depremden birinci derecede etkilenen yerlerle Gaziantep’in çok özel ilişkileri vardı. Antep dışındaki yerler Antep’i besleyen, Antep’in yararlandığı ve Antep’in ihracatını büyüttüğü bir durum var. Bu epey sarsıldı. Bu ekonomik sonuçlarla ilgili, doğal bir felaketten sonra insani bir duruma herkes odaklanmışken ekonomik sonuçları kestirmek mümkün değil ama çok ağır olacağına dair emareler de yok değil. Bu seneki kuraklıkla, bu bölgelerin tarım bölgeleri de olmasıyla bunun bir yansıması olacağını görmek mümkün. Diğer bir gerçeklik de maalesef toplumsal hayatın acı gerçekliği doğal bir sonuç olarak her zaman yoksullar ve alt sınıflar, emekçi sınıflar çok daha fazla zorluklarla karşılaşacaklardır. Hafif sarsılmalar da olsa sermayedarların ve zenginlerin bu süreci daha hafif atlatacağı konuşulmuştur. Bu yıkımın faturasını yine yoksullar ve alt kesimler büyük oranda ödeyecek maalesef” dedi.

HİKAYE HEP AYNI...’

Son olarak, “Her olumsuzluktan ders almak gerekirse; bu dönemde üniversitelere de çok fazla iş düşüyor. Bu konuda neler söylersiniz, üniversiteler bu konuda ne gibi çalışmalar yapmalı? Nasıl bir yol izlemeli?” sorusunu da yanıtlayan Mehmet Nuri Gültekin, “Üniversitelerin rolleri ve görevleri konusunda ben o kadar iyimser değilim. O kadar etkili olduklarını da düşünmüyorum. Hikaye hep aynı, Türkiye’de yönetmelikler, kurallar, kaideler, gerçeklikler var. Rüşvetle, imar izniyle beş altı kata çıkarılan ve bunun üzerinden bir rant elde eden, gelir elde eden, servet biriktiren böyle bir toplumsal kültür varken depremi suçlamak, kurumları suçlamak yanlış. Fakat Türkiye’de politik kültür etrafından dolanmak, kaçak yollara sapmak zeka değil kurnazlık. Kurnazlığın genel karakter olduğu bir siyasal toplumsal kültür var, kurnazlık da bu insani felaketlere davetiye çıkartıyor. Üniversiteler toplu bir şekilde öğretim üyesi hareketliliği ve öğrenci hareketliliğine destek verilebilirdi. Üniversite etkileşimdir. Bu etkileşim ortamı için bugün gençleri kampüslerde tutarak, koşulları iyileştirerek, yurtlarda barınmalarını sağlayarak gençlerin rehabilitasyonuna destek olunabilirdi ama maalesef üniversiteler bundan uzak durdular. Türkiye’deki üniversite sisteminin ne yazık ki hali budur. Dolayısıyla üniversitelerden bu kadar ümit etmeye gerek yok... “diye konuştu.