Ülkemizde operanın tanınması adına birçok önemli projeye imza atan, dünyanın önemli sahnelerinde unutulmaz performanslarıyla hafızalara kazınan opera sanatçısı Hakan Aysev, müzikle yolunun nasıl kesiştiğini şu sözlerle açıkladı: “Orta 1-2’de müzik derslerinden kalan bir öğrenciydim. Basketbola adanmış bir hayatım vardı. Ankara’nın iyi oyuncularından biriydim. Annem benim kahramanım. Beni annem keşfetti, ben yeteneğim olduğunun farkında değildim. Konservatuvar sınavına girmemi annem istedi. Kemal Eroğlu’nun müzik dershanesi vardı. Annem beni oraya götürdü. Bana 1 günde Çanakkale türküsünü öğretti. 350 kişi arasından 9 kişi arasına girdim. Sanat pozitif bir virüs gibi. Direkt kalbi hedef alıyor ve sevdalanıyorsunuz. Vücuda bir kere girdikten sonra bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmadı.”

Hadise’li reklam filmiyle Trendyolmilla yeni uygulamasını tanıttı Hadise’li reklam filmiyle Trendyolmilla yeni uygulamasını tanıttı

Operanın çok katmanlı bir sanat dalı olduğunun altını çizen Aysev, “Operada dil bilerek, anlayarak şarkı söylemek gerekiyor. Opera aktörlük ister, reji ister. Opera sanatçısı olmak zor bir iş, zor bir meslek. Time dergisi dünyanın en zor mesleklerini sıralıyor. Birinci sırada maden işçiliği var, ikinci sırada ise opera sanatçılığını görüyoruz. İyi bir operacı türkü de söyleyebilmeli, tango da söyleyebilmeli. Ama kendine göre söylemeli. Mesela tenor sesi ile türkü, tenor sesi ile tango söyleyebilmeli. Ben o sentezi bulduğumu düşünüyorum. İlahileri çok seviyorum mesela. Nasıl kilisede aryalar söyleniyorsa ilahi de bizim inancımıza ait olan bir şey. Senfonik ilahilerim de oldu.  Operaya çok büyük bir hevesle başlayıp bırakanlar oluyor çünkü çok zor bir iş. Opera asla vasat yapılmaması gereken bir sanat dalı. Vasat olmaması lazım yoksa çok sıkıcı olur. Her şeyin çok iyi olması lazım. Opera ile tanışan genç insanlar o yüce sanatı hissettiklerinde kopamıyorlar.” dedi.

Türk Pavarotti olarak anılan opera sanatçısı Hakan Aysev, “Pavarotti’nin asistanı bir randevu aldı. 21 yaşındaydım. Bana ‘sen provadan önce orada hazır ol’ dediler. Tam konser öncesiydi, kapı açıldı ve büyük cüssesi ve şalıyla bana doğru geldi. ‘Ben Luciano, sen kimsin?’ dedi. Öyle bir tanışmamız oldu kendisiyle. Benim onunla tanışmamdan sonra operayı sevdirmek ve tanıtmak gibi bir misyonum oluştu. Onun yanına her gittiğimde çalışırdık. Bana Türk Pavarotti denildiğinde çok büyük gurur duyuyorum. Ondan çok şey öğrendim, çok büyük bir sanatçı. En önemli özelliği de iyi bir insan olması. Türkiye’ye döndüm tabii sonra. Bunun bir sebebi özlem, diğer bir sebebi de benim oryantal bir ruha sahip olmam.” dedi. 

Kaynak: snobmagazin