Siyaset bilimci Prof. Dr. Tanju Tosun, Türkiye ve yerel siyasetin gündemini yorumladı. Ülkede yaşanan kutuplaşmanın siyaset bilimciler tarafından çok zararlı görüldüğünün altını çizen Tosun, erken seçimle ilgili görüşlerini paylaştı. Prof. Dr. Tosun, ayrıca İzmir siyasetine ilişkin önemli açıklamalarda bulundu. Türkiye’nin son zamanlardaki politik gidişatını ele alarak açıklamalarına başlayan Tosun, “Türkiye parlamenter sistemden Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçerken, ki bu Başkanlık Sistemi’dir, temel gerekçelerden en önemlisi ülkedeki siyasal istikrarı sağlamaktı. Fakat ister ekonomi ister siyaset cephesinden bakalım Türkiye’nin yarınına dair öngörülebilir bir fotoğrafı yok. Dolayısıyla istikrarlı bir sistem inşası ile yola çıkıldı ancak mevcut tablo bize öngörülemezliği sundu. Özellikle iktidar kanadının oy oranlarına ilişkin yapılan kamu araştırmalarına göre erime söz konusu. Yarın bir seçim yapılsa araştırma bulgularına ele aldığımızda Cumhur İttifakı’nın gerek parlementoda gerekse yerelde çoğunluğu sağlaması zor görülüyor. En önemlisi de ülkedeki siyasal kutuplaşma... Siyaset bilimciler tarafından kutuplaşmanın her türü ‘zararlı’ olarak görülüyor. Ancak ne yazık ki Türkiye’deki siyasal kutuplaşma tam bir pik yapmış durumda. Çünkü toplum sadece siyasete ideoloji üzerinden sağ ve sol şeklinde bölünerek bakmıyor; aynı zamanda kimlikler üzerinden de bir bölünme söz konusu. Bu da ister istemez Türkiye’de bir arada yaşamayı güçleştiriyor. Hal böyle olunca da siyasal rejim de doğal olarak otoriter bir çizgiye kayıyor. Yine siyaset bilimiyle meşgul olan kişilere göre; Türkiye’deki sistem ‘Rekabetçi Otoriter Sistem’ olarak kabul ediliyor. Rekabetçi Otoriter Sistemler’de de hem ekonomik hem de politik istikrarsızlığın daha yoğun olarak yaşanıyor” dedi. Tanju-Tosun EKONOMİK PERFORMANS’ Türkiye’de muhalefetin çizdiği tabloyu da analiz eden Prof. Dr. Tosun, geçtiğimiz günlerde Millet İttifakı’nın paydaşları CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu ve İYİ Parti Lideri Meral Akşener’in ortaklaşa yaptığı ‘erken seçim’ çağrısını değerlendirdi. “Kılıçdaroğlu ve Akşener’in görüşmesi, kamuoyuna erken seçimin şart olduğu mesajı vermek ve iktidar üzerinde bir seçim baskı oluşturmak için” sözleriyle açıklamalarını sürdüren Tosun, “Yüzleri topluma dönük olarak, kişilerde de bu seçim talebinin oluşması için bir taktik izlediler. Kamoyu araştırma sonuçlarına göre, birkaç ay önce yüzde 7’nin altında olan bu erken seçim isteği bugünlerde yüzde 50’nin üzerine çıkmış durumda. Yani Cumhur İttifakı’nın oyu kadar erken seçime erken seçim isteğinde bulunan bir erken seçim isteyen kitlesi var. Ancak şunu unutmamak gerekir: Her zaman için Parlamenter Sistemde erken seçim kararı alınması Başkanlık Sistemi’ne göre daha kolay. Hele hele Türkiye deneyimini dikkate aldığımızda; 1957’den 2018’e kadar ülkemizde 9 tane erken seçim kararı alınmıştır. Bu kararlardan dördünde iktidar değişirken, beşinde ise değişiklik yaşanmamıştır. Şimdi iktidarın değiştiği erken seçimleri incelediğimizde genellikle ekonomi performansının düşük olduğu dönemlerde gidilen erken seçimlerde iktidar değişirken; ekonomi performansının iyi olduğu dönemlerde iktidar partisi güçlenerek yeniden parlamentoda oy çoğunluğuna kavuşuyor. Yeni bir sisteme geçildi, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde erken seçimi kararı almak anayasal olarak kolay değil. Parlamento çoğunluğu açısından bakıldığında çok zor, Cumhurbaşkanı kararı ile böyle bir olanak var. Parlamentoda çoğunluk da Cumhur İttifakı’nda, Cumhurbaşkanı da Cumhur İttifakı’nda ve ekonomik performans kötü. Dolayısıyla Türkiye’nin geçmiş erken seçim deneyimlerine bakıldığında Cumhur İttifakı’nın erken seçim kararı almamasının yegane gerekçesi ekonomik performansın kötü olması nedeniyle iktidarı kaybetme olasılığı...” açıklamalarında bulundu. ‘SİYASAL KRİZLER ÇIKABİLİR’ Türkiye’de yaşanan 50 artı 1 tartışmalarına da değinen Tosun, şu ifadeleri kullandı: “Başkanlık Sistemi’ni uygulayan ülkelerde başkanın seçilmek için yeterli olan oy oranı aslında genel olarak 50 artı 1’dir. ABD, Brezilya, Şili ve Güney Kore’de de bu durum geçerlidir. İstisna olarak nitelikli çoğunluk aranır. Başkan geçerli oyların yüzde 45’ini alamazsa ikinci tura geçilir. Başkanlık Sistemi’nin popüler olduğu ülkelerde 50 artı 1 uygulamasının popüler olmadığı Meksika var... Orada basit çoğunlukla devlet başkanı seçmektedir. Kısacası Başkanlık Sistemi’nde 50 artı 1 başkanın siyasal meşrutiyeti kazanması ve toplumsal desteğini artırması için güçlü bir motiftir. Hem başkanı hem de parlamento üyelerini halk tarafından seçtirdiğiniz zaman demokratik meşruluğa sahip iki tane kurum oluşuyor; parlamento ve başkan. Siyasal istikrarsızlığın olduğu konjentürlerde demokratik meşruluğa sahip bu iki organ çatışırsa siyasal krizler ortaya çıkıyor, şu anda Türkiye’de böyle bir durum söz konusu değil. 50 artı 1 uygulaması Başkanlık Sistemi devam ettiği sürece uygun. Çünkü çok güçlü bir yürütme yetkileriyle donatılmış bir başkanı siz yüzde 35 ile seçmeye çalışırsanız, buna karşılık parlamento da halk tarafından seçildiği için başkan ve parlamento çatışabilir. Bu da daha büyük siyasal krizlere yol açabilir. Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyesi Cemil Çiçek’in geçtiğimiz günlerde yaptığı 50 artı 1’in kriz yaratacağı iddiası var. Evet, başkanı seçmek bu kadar parçalanmış düzende zor. Bir yandan Cumhur İttifakı gibi bir iktidar ve daha küçük ortaklı iki parti bir araya geliyorsa yüzde 50 artı 1 ile başkan seçmesi kolay değil. Millet İttifakı altı partinin bir araya gelmesi durumunda bu olasılığı sağlaması daha güçlü. Ancak arzu edilen Cumhurbaşkanı Hükümet Sistem yerine Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem ile devam etmek. Çünkü Türkiye’nin doğasına çok daha uygun.” ‘PARTİ İÇİ MESELELER...’ Genel politikanın ardından İzmir siyasetine yönelik de açıklamalarda bulunan Prof. Dr. Tanju Tosun, kent içindeki son durumu değerlendirdi. “CHP İzmir’de dönem içinde yaşanan istifa ve görevden alınma süreçlerinin partiye nasıl bir etkisi olur?” sorusunu yanıtlayan Tosun, “Parti içindeki gelişmeler onların iç işleri ile alakalı. Ancak dışarıdan İzmirli seçmen nezdinde bu tür gelişmelerin nasıl bir etki edeceğine bakıldığında bu tür tartışmaların sadece partilerin kendi iç yapılarında yüksek bir ses yaratacağını gösteriyor. Seçmen, hayatını idame ettirmeye çalışıyor. X, Y ya da Z partisinden bir ilçe başkanının istifa etmesi ya da görevden alınması seçmen nezdinde çok bir etki yaratmıyor. Seçmenin oy verme davranışında ideoloji, grup aidiyeti ve aileden gelen politik parti geçmişi çok önemli. O yüzden bir partinin ilçe teşkilatında yaşananlar göz önüne alınarak seçmenin karar vermesi söz konusu değil” dedi. İZMİR’İN MUHALEFETİ İzmir’de muhalefet görevini üstlenen AK Parti ve MHP’nin kent içindeki çalışmaları ve seçmene etkisini de yorumlayan Tosun, “Seçmenle bire bir diyalog kurma anlamında gerçekleştirdikleri alan çalışmalarını önemsiyorum. Ancak seçmeni ikna etmek anlamında tayin edici olacaklarını düşünmüyorum. Ekonomik koşulların kritik olduğu bir konjenktürde partilere ilişkin algıda ve bu algıların tercihe yönelmesinde daha makro sorunlar belirleyici oluyor. Dolayısıyla yerelde kapı kapı dolaşıp seçmenle temas etmeleri, vatandaşın yerel muhalefeti yanlarında görmeleri anlamında önemli. Ancak son tahlilde tercihini şekillendirirken yerel performansa değil ulusal politikada parti performansına bakacaklardır. Yerel muhalefet dünyanın en iyi performansını da gösterse seçmenin yüzü geneldeki profile dönük olacak. Aslında iktidarın geleceğini tayin edecek olan da bu kitle. Bu kitle derken kendini ideolojik olarak sağda ya da solda tanımalamayan, kendini merkezde tanımlayan kişilerden bahsediyorum. 100 seçmenden 25 tanesi kendisini merkezde tanımlıyor. İzmir’de bu oranın daha fazla olduğunu düşünüyorum” açıklamalarında bulundu. İYİ’LERE ‘RİSK’ UYARISI “Kendisini merkezde tanımlayan seçmen vurgusunun ardından, yine kendisini ‘merkezde’ tanımlayan bir parti olan İYİ Parti’nin gidişatını nasıl buluyorsunuz?” sorusuna da cevap veren Tosun, “Kamuoyu araştırmalarına göre, oy oranı Türkiye genelinde yüzde 14 ila 15’in altına düşmeyen bir İYİ Parti var. Bu parti için bir başarıdır. Bu başarıda İzmir’in de çok önemli bir paya sahip olduğunu düşünüyorum. Çünkü İYİ Parti’nin sosyolojik olarak en fazla tabana sahip olduğu seçim çevreleri kıyı Ege, Akdeniz, kısmen de Marmara ve Trakya. Dolayısıyla batıdan yükselen bir İYİ Parti var. Kontağı Ege ve Akdeniz’de çeviren bir İYİ Parti’nin yanı sıra son dönemde siyasal slogan olarak kullandığı “Ömer’in yolu” gibi birleşirici aktörler de var. İYİ Parti daha kentli, batılı, liberal bir yerden yola çıkıyor ama kendisini konumlandırdığı siyasi kimlik daha milliyetçi ve muhafazakar. Burada bir çelişki ve paradoksal durum söz konusu. İYİ Parti kanımca AK Parti’den seçmen koparmayı hedefliyor. Evet, AK Parti’den ve MHP’den bir miktar kopan seçmen var ama kendisine sıkı muhafazakar ya da milliyetçi olarak konumlandıran seçmen değil; daha liberal, daha batılı, Atatürkçü ve pragmatik... AK Parti ve MHP’den merkeze yönelenler İYİ Parti’ye gitti ama hala bir kısmı kararsız. O yüzden İYİ Parti’nin yoldan sapmadan daha çok kendini merkezde olan bir parti olarak lanse etmesi gerekiyor. Aksi halde kendisine yönelen kitlenin bir kısmını daha kaybetme riski var” diye konuştu. YAĞMUR DAŞTAN / ÖZEL HABER