Bazen sözlerimiz başka bir şey söylerken davranışlarımız başka bir şey söyler. Bu da çevremizdekilere karışık mesajlar vermemize neden olur. En derin ihtiyaçlarımızı bilen kendimize o ihtiyaçları hissetmiyor gibi davranarak “mış gibi” davranmaya çalışırız. Bu en çok kendimizle çelişmemizi sağlar.

Hayatta çevremizi kuşattığımız en sevdiğimiz insanlara dahil hoşgörümüzün sınırları vardır. Yakılarımızla olan ilişkilerimizde zaman zaman değiştiremediğimiz durumlardan yakınırız. Bize sorun yaratan davranışların değişmemesi hem ilişkilerimizi hem de beliğimizi rahatsız eder. Onlara karşı bir pozisyon almak isteriz ama bunu nasıl yapacağımızdan bir türlü emin olamayız.

SINIR KOYMAK

İşte tam da burada kendi iç sesimizi bulmak ve sesimizi karşı tarafa duyurmak en zor olandır. Bir ilişkide karşımızdaki kişiyle olan sorunlarımızın ne olduğunu tam olarak kestirebilmek için önce kendi iç sesimizi bulmamız elzemdir. Bunu yapamadığımız ölçüde karşımızdaki kişiye vereceğimiz tepkiler dürtüsel tepkiler olacaktır. Çoğumuzun artık duyduğunu düşündüğüm sınır koyma becerisi bu tür durumlarda çok işlevseldir. Sınır koyabilmek için öncelikle öteki ile olan ilişkide bizi gerçekten rahatsız eden davranışların bizde yarattığı etkiden emin olmamız gerekir. Sınır koymak, öteki ile ilgili değildir, kendi ihtiyaçlarımız için hareket etmekle ilgilidir. Sınır koymak karşı tarafa ültimatom vermek değildir. Bizi tehdit eden bir durumda karşı tarafa içgüdüsel olarak bir pozisyon almak hiç değildir. Sınır koymak aksine kişinin kendini tanıması ve oradan hareketle kendini ifade edebilmesidir. Sınır koymak, olaylara karşı katı bir tutum almaktan ziyade kendi değer ve inançların doğrultusunda hareket edebilmektir. Sınır koymak, ihtiyaç ve beklentilerimizi dile getirirken öteki kişiye kendimizi içtenlikle açabilmek, onu dinleyebilmek ve karşımızdakinin farklı bakış açısını anlamaya çalışmaktır. Kendi iç sesimizin berraklığını hissettikçe kaçındığımız konuşmalara ve ilişkilerde bir türlü eğilemediğimiz noktalara odaklanabileceğinizi göreceksiniz.