Göz tansiyonunda erken teşhis çok önemli Göz tansiyonunda erken teşhis çok önemli

Safanur ÖZTÜRK/EGE TELGRAF- Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı (IARC) verilerine göre; dünya çapında çocuklarda ve ergenlerde bir yıl içinde 4 yüz binden fazla yeni kanser vakası tespit edildi. Türkiye’de ise bu rakam 4 bin 7 yüz olarak belgelendi. Çocuklarda en sık görülen ölüm nedenleri arasında ikinci sırada yer alan kanserin belirtilerinin birçok sıradan çocuk hastalığında da görülebildiğini söyleyen Kanserle Mücadeleyi Destekleme Derneği Başkanı Abidin Öztürkoğlu, bu durumun hastalığın erken dönemde teşhis ve tedavi edilmesini engellediği için son derece dikkatli olunması gerektiğini vurguladı.

EN ÖNEMLİ NOKTA

Tümörlerde erken tanının öneminin altını çizen Öztürkoğlu, “Çocuklarda en sık görülen kanserler sırası ile; lösemiler, beyin tümörleri, lenfomalar, böbrek ve böbrek üstü bezi tümörleri, yumuşak doku tümörleri, kemik tümörleri, bazı organ tümörleri ve retinoblastom yani göz tümörleridir. Toplumda lösemilerle ilgili farkındalık daha üst düzeylerdeyken tüm çocukluk çağı tümörlerinin yüzde 75'ini oluşturan solid tümör ve lenfomalarda farkındalık daha düşük düzeydedir. Üstelik bu tümörlerde erken tanı çok önemlidir ve bu nedenle toplumsal farkındalığı artırmak gerekmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta çocuklarda görülen bazı semptom ve bulguların, sık görülen çocukluk çağı hastalıkların belirtileriyle karıştırılmamasıdır. Hastalıklar makul bir sürede geçmiyorsa veya antibiyotiğe yanıt vermiyorsa bu tablo lösemi, lenfoma, nöroblastom, tiroit kanseri veya yumuşak doku tümörüne de işaret edebilir. Ateş de çoğunlukla çocuklarda enfeksiyonlara bağlıyken seyrine göre lösemi, lenfoma, Ewing sarkomu veya nöroblastomaya bağlı olarak da ortaya çıkabilir. Sık görülen ve sıradan çocuk hastalıklarının belirtileriyle karıştırılan bulgulardan bir diğeri de kemik ağrılarıdır. Bu ağrılar, çoğunlukla büyüme ağrıları olarak görülse de özelliklerine göre kemik tümörü, lösemi, lenfoma veya nöroblastoma kaynaklı da olabilirler. Burada en önemli nokta bu sık görülen belirtilerin olağandışı özelliklerinin tespit edilerek tedaviye zamanında başlanmasıdır” dedi. Çocuklarda birçok kanser septomunun sıklıkla görülebileceği için hemen endişelenilmemesi gerektiğini söyleyen Öztürkoğlu, “Olağan dışı seyir gösteren belirtilerin olması durumunda mutlaka bir çocuk onkoloğuna başvurulması gerekmektedir. Hastalığın erken teşhis edilmesi, daha kısa sürede ve başarılı bir şekilde tedavi edilmesini sağlayacaktır. Çocukluk çağı kanserleri teşhis edildikleri andan itibaren aile ve çocuk için uzun soluklu bir sürecin başlangıcıdır. Bu süreç tam teşekküllü bir onkoloji merkezinde, alanında deneyimli hekimler, psikologlar, sosyal gelişim uzmanları ve diğer çocuk hastalıkları branşlarının ortak çalışması sayesinde daha başarılı ve daha kolay yönetilebilir hale gelmektedir” ifadelerini kullandı. 

‘GÖZDEN KAÇIYOR’

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde görev yapan çocuk onkoloji uzmanı Prof. Dr. Serap Aksoylar, çocuklarda oluşan kanser sebepleriyle erişkin yaş grubunun sebeplerinin daha farklı olduğunu söyledi. Aksoylar, “Erişkinlerde daha çok çevresel faktörler devreye giriyor. Yaşadıkça çevreden aldığımız etkenler artıyor. Kümülatif bir etki oluyor. O zaman da hücresel bozukluğumuz daha fazla oluyor. En büyük etkenler, tütün ürünleri, hava kirliliği ve kimyasal kanserojen maddeler. Bu maddeler gözden çok kaçıyor. Bizim hücre DNA’mızı bozan; soluduğumuz egzoz gazından, kullandığımız kozmetik ürünler hücre yapımızı etkileyebiliyor. Çocuklarda bu durumu ele aldığımızda; çocuklar ne kadar yaşadı ki çevresel faktörlerden etkilensin? Onlar da etkenler biraz daha farklı. Hatta birçoğunu da bilmiyoruz” dedi. Kanserden korunmak için doğal yaşama özen gösterilmesi gerektiğinin altını çizen Aksoylar, “Tükettiğimiz besinlere dikkat etmeliyiz. En çok kanserojen maddeleri oradan alıyoruz. Mesela tarım ilaçları en etkili kanserojen maddelerden bir tanesi. İlaçsız olması tercih edilmeli. Kimyasallardan arındırmak adına aldığımız yiyecekleri çok iyi yıkamalıyız. Bunun dışında güneş ışığındaki ultraviyolenin kanserde önemli bir rolünün olduğunu biliyoruz. Buna karşı güneş koruyucu kullanabiliriz. Bu önlemler tek başına kişiyi kanserden korumaz ama kümülatif bir etkisi var” diye konuştu. 

‘HİÇ AĞLAMADIM’

Lenf kanserine (lenfoma) henüz 22 yaşındayken yakalanan Çiğdem Pırmut Karaca ilk belirtilerinin sırt ağrısı ve öksürük olduğunu söyledi. Karaca, “Şikayetlerimle doktora gittiğim gün boynuma şişlik fark ettim. Birkaç gün sonra biyopsi yapıldı ve lenf kanseri olduğumu öğrendim. Aslında ben daha önce araştırmıştım ve sonucu zaten bu şekilde bekliyordum. Bu yüzden şaşırmadım ve aşırı bir üzüntü hissetmedim. Tabii ‘Ölür müyüm acaba?’ diye arada düşünmedim değil. Doktorumuzla görüşüp bana özel bir tedavi süreciyle beraber kemoterapiye başladık. Kemoterapi sürecim yaklaşık 6-7 ay sürdü. Ayda 2 kere alıyordum ve aynı zamanda her hafta kan değerlerimi kontrol ediyorduk. Kemoterapi sürecim bittikten sonra 21 gün boyunca radyoterapi (ışın tedavisi) aldım. Tedavi sürecim bu şekilde sona ermiş oldu. Artık kontrol aşamasına geçmiştik” dedi. Tedavi sürecinde beslenmesine oldukça dikkat ettiğini söyleyen Karaca, “Annem her gün bana günlük olarak yemek hazırlıyordu. Şeker hayatımda yoktu ve çiğ sebze paketli gıdalar yemiyordum. Bu durum beni tabii ki hem fizyolojik hem de psikolojik olarak etkiledi. Öncelikle kanser olduğumu öğrendiğimde benden daha çok ailem sarsılmıştı. Ben de bu yüzden daha güçlü durmak zorundaydım ve öyle de oldu. Hatta ilginçtir, hiç ağlamadım. Fizyolojik olarak saçlarım dökülmeye başladı ve zayıflamaya başladım. Saçlarım dökülmesin diye saçımı toplamıştım birkaç gün. Ama sonra birbirine girdi ve hiç açılmadı sonra tamamen sıfıra vurdum. Sonra kendime bir peruk aldım ve renk renk bandanalar aldım. Bu tarz şeyler biraz iyi geliyordu belki de” dedi. Kendisini en çok etkileyen durumlardan bahseden Pırmut, “Kemoterapi aldıktan sonra o ilaç kokusunun hiç gitmemesi beni çok rahatsız ediyordu. Eve geldiğimde, yattığımda, yemek yerken her yer ilaç kokuyordu ve benim psikolojimi en çok bu koku etkiliyordu. Dışarı çok fazla çıkmıyordum. Genelde evde kitap okurdum, puzzle yapardım ve belgesel çok izlerdim. Kendimi bu şekilde unutabiliyordum. Aslında ben bu sürecin içindeyken bile hastalığımı hep yok sayarak hayatıma devam etmeye çalıştım, ‘Nasıl olsa iyileşeceğim’ dedim. Bu beni daha çok güçlü tuttu. Her şey bittikten sonra da tabii ki bunun bir süreç olduğunu ve hayatıma büyük etkisi olduğunu anladım” değerlendirmesinde bulundu.

Kaynak: EGE TELGRAF