Kardiyovasküler hastalıklar (KVH), tüm dünyada morbidite ve mortalitenin başlıca nedenlerinden biri olarak öne çıkmaktadır. Uzun yıllar boyunca KVH'nin esasen çevresel faktörlere – örneğin beslenme, fiziksel aktivite, sigara ve hipertansiyon gibi – bağlı olduğu düşünülmüş olsa da, son dönemde yapılan çalışmalar bu hastalık grubunun genetik temelini açık bir şekilde ortaya koymuştur.
Polimorfizmler ve Kardiyovasküler Risk
Birçok çalışmada, tek nükleotid polimorfizmleri (SNP'ler), özellikle de APOE, PCSK9, MTHFR, LDLR ve LPA gibi genlerdeki varyantlar, KVH gelişimi ile ilişkilendirilmiştir. Örneğin, APOE ε4aleli, plazma LDL kolesterol düzeylerini artırarak aterosklerotik süreçleri hızlandırabilir. Benzer şekilde, LPA genindeki belirli varyasyonlar, lipoprotein(a) seviyelerini artırarak koroner arter hastalığı riskini anlamlı ölçüde yükseltebilir.
AİLESEL HİPERKOLESTEROLEMİ
Ailesel hiperkolesterolemi (FH), kardiyovasküler hastalıkların kalıtsal biçimde aktarıldığı monojenik bozukluklardan biridir. LDLR, APOB ve PCSK9 genlerindeki patojenik mutasyonlar sonucu LDL kolesterol düzeyleri normalin çok üzerine çıkar ve bu durum erken yaşta aterosklerotik kardiyovasküler hastalıklara zemin hazırlar. FH bireylerinde, yaşam tarzı müdahaleleri tek başına yeterli olmayabilir; genetik danışmanlık ve farmakogenetik yaklaşımlar tedavi stratejilerinin temelini oluşturur.
Epigenetik Düzenleme ve Kardiyovasküler Hastalıklar
Genetik yatkınlığın yanı sıra, epigenetik mekanizmalar da KVH patofizyolojisinde belirleyici olabilir. DNA metilasyonu, histon modifikasyonları ve mikroRNA'lar, gen ekspresyonunu çevresel sinyallere yanıt olarak değiştirerek kardiyovasküler fonksiyonları etkileyebilir. Örneğin, miR-33 gibi mikroRNA'ların kolesterol metabolizmasında görev alan genleri baskılayarak hastalık sürecine katkıda bulunduğu gösterilmiştir.
POLİGENİK RİSK SKORLARI
Gelişen genom teknolojileri sayesinde, artık bireylerin poligenik risk skorları (PRS) hesaplanarak, genetik risk düzeyleri erken yaşta saptanabilmektedir. Bu tür skorlar, özellikle ailesel öyküsü olan bireylerde önleyici tıp uygulamaları açısından büyük önem taşır. PRS, klinik karar verme süreçlerinde kişiselleştirilmiş bir risk değerlendirme aracı olarak değerlendirilmektedir.
Genetik Bilginin Klinik Pratiğe Entegrasyonu
Kardiyovasküler hastalıkların genetik zemini, modern tıbbın kişiselleştirilmiş sağlık yaklaşımıyla yeniden şekillenmektedir. Bireylerin genetik yapılarındaki varyasyonların ve epigenetik modifikasyonların daha iyi anlaşılması, yalnızca hastalıkların erken tanısı ve risk öngörüsünde değil, aynı zamanda hastalığın seyrini etkileyen faktörlerin belirlenmesinde de önemli rol oynamaktadır. Bu sayede tedavi stratejileri, bireyin genetik özelliklerine, farmakogenetik yanıt profiline ve ailesel yatkınlığına göre kişiselleştirilebilmektedir.
Gelecekte, her bireyin genomik, transkriptomik, epigenetik ve proteomik verilerinin entegre edilerek değerlendirildiği çok boyutlu karar destek sistemlerinin rutin klinik uygulamalarda yer alması beklenmektedir. Böylece, klasik tıbbın genelleştirilmiş protokollerinden uzaklaşılarak, her bireyin biyolojik kimliğine özel olarak tasarlanmış, etkili ve güvenli tedavi yaklaşımları geliştirilecektir. Bu dönüşüm, yalnızca kardiyovasküler hastalıklarla sınırlı kalmayıp, tüm kronik hastalıkların yönetiminde de paradigmal bir değişimin habercisidir.