Bugün hiçbir şair yoktur ki sözünü ettiğiniz ‘toplumsal mücadele’ için 1970’lerdeki söy...

Bugün hiçbir şair yoktur ki sözünü ettiğiniz ‘toplumsal mücadele’ için 1970’lerdeki söylemiyle şiir yazdığını söylesin. Çünkü 1980’ler insana ‘birey’ olmanın kanallarını açarken, bir yandan da şairlerimize yeni arayışlar sonucunda sınırsız anlatım biçimleri, olanakları sundu. Çukurova’nın bağrından çıkan bir şair bu haftaki konuğumuz. Şiirin gücünün insanı değiştirmeye yeteceğine inanacak kadar şair Duran Aydın’la sohbetimiz; - Duran Bey, alışılageldiği üzere biz de söyleşimize sizi tanıyarak başlayalım isterseniz. Edebiyat kanınıza nasıl ve ne zaman girdi? -Toprağından, suyundan, ikliminden, insanından beslendiğim Çukurova’nın Adanası’nda 1960 yılında doğmuşum. Öğrenimimi ne yazık ki lisenin ikinci sınıfına kadar sürdürebildim. Ama terzi, elektrikçi, kebapçı, yağlıboyacı, fayansçı gibi birçok ustanın yanında çıraklığımın başlangıcı ilkokulun hemen sonrasındadır. Edebiyatın kanıma girdiğini, ilkokul sıralarında kompozisyon derslerindeki kısa öykücükler yazma denemelerime, öğretmenimizden aldığım aferinlerle duyumsadım. - Genel olarak edebiyatta ilk emeklemeler şiirle olur. Sizde farklı mı oldu? Gözünüzü hangi şair ve yazarlarımızla açtınız? - Kalemimin öyküye değil şiire yatkın oluşunu uzun sayılamayacak bir zamanda, benden kıdemli ağabeylerimin uyarısıyla anladım. İlk şiirimi Diyarbakır Cezaevi’nde yatan dayımın ölümü üzerine yazmıştım. Çocukluktan ergenliğe geçtiğim yıllar, 12 Mart faşizminin aydınlar, sanatçılar ve toplum üzerindeki baskısını yeni yeni algılamaya başladığım bir dönemdi. Emeğini satarak ailesini yaşatmaya çalışan bir babanın kendisi de emekçi çocuğu olarak (başlangıçta sezgisel biçimde) edebiyatta izini süreceğim damarı henüz işin başındayken yakalamıştım. Yazdıklarımın yerel/ulusal ölçekte yayımlanan gazete ve dergilerde yer alması coşkuma güven aşılıyordu. Çetin Altan, Kemal Burkay, Adnan Veli, Can Yücel, Bekir Yıldız, Fakir Baykurt, Orhan Kemal, Yılmaz Güney, Muzaffer İzgü, Demirtaş Ceyhun, Erdal Öz, Hasan Hüseyin, Ahmed Arif, Nâzım Hikmet, Enver Gökçe… benim de ilk tanıdığım yazar ve şairler oldu. Değişik işlerde ekmek kavgası verirken, bir yandan da ustam saydığım bu şairlerimize kendimce çıraklık ediyordum. -Sanırım, ilk gençlik yıllarınızda dünyaya koşut olarak ülkemizde de o dönem “toplumcu-gerçekçi” akım belirliyordu sanatın gündemini. Genel olarak edebiyatta, özel olarak şiirde bu çizginin öncülerinin toplumsal mücadeleye katkılarından söz eder misiniz? -Yaşamımda göreceğim üç askeri darbenin ilkinde değil, ama ikincisindeki büyük kitlesel uyanışa, çocuk sayılabilecek yaşlarımda olmama karşın ben de dahil oldum. Bütün dünyayı sarsan 68’lilerin toplumsal mücadeledeki lokomotif işlevi, ülkemizde de sanat/edebiyatı “toplumcu-gerçekçi” çizgide derinden etkiliyor, yazan-çizen-çeken herkesi aynı doğrultuda buluşturuyordu. Çünkü artık şiir sokakta, sanat bütün dallarıyla işliklerde, alanlarda, fabrikalardaydı. Ben de ilgi alanım şiir olunca, dönemin koşullarının etkisiyle örneğin Cemal Süreya, Turgut Uyar, İlhan Berk, Edip Cansever’in yanı sıra Neruda, Lorca, Mayakovski, Yesenin, Nâzım Hikmet, Enver Gökçe, Ahmed Arif, Hasan Hüseyin vb. şairleri okuyor, dünya görüşlerini benimsiyordum. Sanırım bu yönelim o yıllarda eli kalem tutan, yaşadığı çağa duyarlı bütün genç şair ve yazarlar için belirleyiciydi. Bunu bir kimlik arayışı olarak adlandırabiliriz. 12 Eylül sonrasında ise şiirde sözün, imgenin gücüne yaslanan ince duyarlıkların farkına varılıp örneğin Orhan Veli, Melih Cevdet, Dağlarca, Arif Damar, Gülten Akın, Özdemir Asaf, Attilâ İlhan vb. şairlere de kitaplıklarda daha çok yer açıldı. Şiirin insanı işlemedeki işlevi göz önüne alındığında duyarlıklarımızı bilediği, bütün yönleriyle hayatımızı kapsadığı söylenebilir. Kısaca, şiirin gücü insanı değiştirip dönüştürmeye yeter. - Geriye dönüp baktığımızda 1980’lerden bugüne şiirde bir daralma gözleniyor. Şiir, dolayısıyla edebiyat toplumsal mücadelenin neden gündeminde değil? -Bugün hiçbir şair yoktur ki sözünü ettiğiniz ‘toplumsal mücadele’ için 1970’lerdeki söylemiyle şiir yazdığını söylesin. Çünkü 1980’ler insana ‘birey’ olmanın kanallarını açarken, bir yandan da şairlerimize yeni arayışlar sonucunda sınırsız anlatım biçimleri, olanakları sundu. Bununla birlikte güzelim Türkçemizin kılcal damarlarından beslenen özgün yapıtlar üretildi. Bugün için kimi deneysel çıkışlar ‘içe kapanma’ olarak adlandırılsa da yazdıklarının bütün yönleriyle insanı kapsadığını düşünen şair, yeni ufuklar ediniyor, okuruyla birlikte yazıyor, onunla gelişiyor. Bu çabalar da oldum olası özgürlüğü savunan yazar ve şairlerin önüne yeni pencereler açıyor. -Sizin de yaşadığınız Çukurova, yani Adana bir emek/emekçi kenti. Bu noktada Ahmed Arif’in dizeleri geliyor hemen aklımıza. Öykü ve romanı öne almamak elbette olmaz. Ama sorum şiir odaklı olsun: “Emek/emekçi” Çukurova-Adana odağında şiirimize ne denli yansıdı? -Roman ya da öyküde anlatım özgürlüğü şiirle karşılaştırılamayacak oranda okuru doğrudan ele geçirir. Toprağı işleyen emekçinin alın teri okuyanı da terletir. Bu metinlerde örneğin göç olgusu, işsizlik, yoksulluk, sömürü vb. adlı adınca dile getirilir. Şiirde ise imgelerle, metaforlarla sezdirilir bütün bu betimlemeler. Bu bakımdan, genel olarak emek ve emekçinin Çukurova’da ya da örneğin Urfa’da mı yaşadığı zaman ve mekân anlamında o kadar önemli değildir. Ahmed Arif ise “Yalnız Değiliz” adlı şiirinde emekçi/emekçi bağlamında pirinç ve tütünü pamukla birlikte anarken Karacadağ ve Cibali’yi unutmaz; genel bakmıştır. - Dünya şairimiz Nâzım Hikmet’in sol-sosyalist çizgide olmayan şairler üzerinde de etkisi olmuş mudur? -Nâzım Hikmet’in bir dünya şairi olduğu tartışmasız bir gerçek. Yazdıkları evrensel boyutta hiçbir ayrım gözetmeksizin şiir yazıyorum diyen herkesi (o farkında olmasa da) etkilemiştir. Nâzım Hikmet’in diğer özelliklerinin çok önemli olduğunu bilmek bir yana, öncelikle onu bir “şair” olarak görüyorum. Sanırım sorunuzu bu bağlamda kurdunuz. -Sizin adınız dergiciliğinizle de anımsanıyor. Bu serüvenin şiiriniz üzerindeki etkilerini sorsam… -1976 yılında 16 yaşımdayken, bir rastlantı sonucu aralarında Salih Bolat’ın da olduğu bir grup şair ve yazar adayının çıkardığı “Koza” dergisini yayımlayanlar arasında buldum kendimi. “Koza” o yıllarda bölgede, Adana’da yayımlanan tek dergiydi. Dördüncü sayıda soluğumuz tükenince Ankara ve İstanbul’daki dergilerde yer arar oldum yazdıklarıma. Bunu İzmir ve Bursa’da yayımlananlar izlerken, 1979 yılında “Düşün” dergisi deneyimimiz oldu. “Düşün” yine Adana’da Turan Altuntaş ve M. Nuri Ayvalı ağabeylerimizin öncülüğünde biz gençlere de el veren bir dergiydi. Sonrasında değişik arkadaşlarımızla yayımladığımız “Akdeniz”, “Söylem”, “Turunç”, “Çağdaş Yaşam”, “Yaşam Sanat” dergileri aldı sırayı. Şu anda ise Bursa’da yayımlanan “SarmalÇevrim” dergisinin “Yayın Yönetmeni” olarak dergicilikteki yolculuğuma devam ediyorum. Dergicilik serüvenim Türkçeye olan saygımı, sevgimi artırırken edebiyatımızı daha yakından izlememi sağlıyor. -Gelelim kitaplarınıza… İlk kitaplarınızdan yeni çıkan kitaplarınıza; onlardan da söz etseniz… - Sürekli yinelediğim sözüm şu: Yazmak bir iddiaysa, ikincisi yayımlamaktır. Yayımlamak da zorlu bir süreç, bildiğiniz gibi. Görücüye çıkarmanız yazdıklarınızı, gelebilecek eleştirilerle yüzleşmeniz… Bütün bunların yayılma, insanlara götürülmesi şimdilik basılı dergilerle, kitaplarla oluyor. Dikkat edilmiştir, bir önceki cümlemde “şimdilik” sözcüğünü kullandım. Çünkü teknolojik gelişmeler, hayatımızı zorlaştıran ekonomik güçlükler, baskı, kâğıt, postalama giderlerinin katlanması elektronik yayıncılığın çok yakın bir zamanda basılı yayıncılığın yerini alacağının göstergesi gibi! Sözü kitaplarıma getirecek olursam, şiirlerimden oluşan: Yoklar Sahibi (1987), Hayatı Yeniden Denemeye (1998), Gölgemi Sildin Gölgenden (2013), Su Çatlağı (2018), Sonra Sesin Reyhan (2019), Yarası Güzel (2022), Serçe İzi -haiku- (2022) ile; Hergele Yolu (2015), Kirekör (2016) ve Yazdığın da Seni Sevecek (2020) adlı anlatı türündeki kitaplarımdan söz edebilirim. -Az kalsın ödüllerinizi unutuyordum… -Ödüllerin yazar ve şairin yolunu açtığını, moral desteği olduğunu düşünenlerdenim. İlk şiir ödülümü Mersin’de yayımlanan “Güney” gazetesinden aldığımda (1976) henüz on altı yaşımdaydım. Bunu bir yıl sonrasında, seçici kurulunda Hasan Hüseyin ve Adnan Yücel’in de olduğu, Ankara’da yayımlanan “Yapıt” dergisinden aldığım ikincisi izledi. Sonra sırasıyla “Yeni Türkü” (1984), “Çukurova” gazetesi (1989), “Tay Dergisi / İbrahim Yıldız” (2011), “Kıyı Dergisi / Nabi Üçüncüoğlu” (2013) ve “Kar Dergisi / Raşit Kara” (2017) şiir ödüllerinden kazandıklarım izledi. - 2022’de çıkan iki yeni kitabınız Yarası Güzel ve Serçe İzi adlarını taşıyordu. Ancak, Serçe İzi haikular toplamıydı. Neden “Haiku” diye sorsam… - “Neden Haiku?” biçimindeki bir soruyla çok sık karşılaşıyorum. Doğrusu başlangıçta, bu geleneksel Japon şiirini benimseyeceğimi, çok canımı yakacağını sezinlememe karşın bir gün çok seveceğimi düşünemezdim. Önceleri yalnızca 5+7+5 hece ölçüsüyle, doğayı ana tema olarak alırsam kolayca yazacağımı sanmıştım! Ve bir gün doğal olarak, bu işin sandığım gibi kolay olmayacağını anlayıp yazdıklarımın tümüne yakınını sildim. Haiku yazmak için öncelikle “şair” mayasının kanınıza işlemiş olması gerektiğini anlamış oldum böylelikle. Özellikle Japonya’dan ve dünyanın değişik ülkelerinden Haiku okumaları sürecinde algıladım işin zorluğunu. 2022’de yayımlanan “Serçe İzi” böylece doğdu. Haiku yazmakla sözün, sözcüğün değerini daha iyi anlamaya başladığımı söyleyebilirim. -Şu anda yayın yönetmeni olduğunuz SarmalÇevrim dergisine sözü getirerek söyleşimizi sonlandıralım dilerseniz. Buyrun… -SarmalÇevrim dergisiyle ilişkim, değerli eleştirmen-yazar-şair İbrahim Oluklu’nun önerisiyle başladı. Uzunca bir dönem “sanat yönetmeni” olarak yön verdiğim Adana’daki “dergim” Yaşam Sanat’la bağlarımı kopardığımı duyurduğum günün akşamında telefonla aradı Oluklu Hoca’m. Editörü ve kurucusu olduğu Bursa merkezli SarmalÇevrim’de kendisine yardım edebileceğimi düşündüğünü söyledi. Önerisini çok değerli bulduğumu, bundan gurur duyduğumu belirttim. Sonrasında İbrahim Oluklu dergiye gönderilen yazı ve şiirlerin bir bölümünü bana göndermeye başladı okuyup incelemem için. Bir yıl bu biçimde çalıştıktan sonra, sağlık sorunları ve çalışmalarındaki yoğunluktan dolayı dergiden ayrıldığını duyurdu; böylelikle SarmalÇevrim’le ilişkim başladı. O günden bugüne “Genel Yayın Yönetmeni” düzeyinde, saygın adlardan oluşan “Yayın Kurulu”muzla birlikte sürüyor.