Amerikalı gençler üzerinde yapılan bir araştırma sonucuna göre; gençlerin depresyon ve kaygı düzeylerinde devasa bir artış olduğunu biliyor muydunuz? Araştırmaya göre bu artış yaklaşık olarak 2011 il...

Amerikalı gençler üzerinde yapılan bir araştırma sonucuna göre; gençlerin depresyon ve kaygı düzeylerinde devasa bir artış olduğunu biliyor muydunuz? Araştırmaya göre bu artış yaklaşık olarak 2011 ile 2013 yıllarında başladı. Amerika’da kendini kestiği ya da kendine zarar verdiği için hastaneye kaldırılan genç sayısı 2010 ile 2011 yıllarına kadar stabil durumdaydı. Sonra bu sayı hızla artmaya başladı. 15-19 yaş aralığındaki genç kızlarda bu oran yüzde 62 oranında artarken ergenliğin başındaki 10-14 yaş aralığındaki kızlarda ise yüzde 189’a kadar çıktı. Yani neredeyse 3 katı… Daha korkuncu intihar oranlarında da artış aynı durumda… Ve bu artışlar dikkati akıllı cihazlar ve sosyal medyaya çekiyor. Benimde içinde olduğum grup yani 1996 yılından sonra doğan Z kuşağı tarihte akıllı cihazlarla ve sosyal medya ile ortaokulda tanışan ilk kuşak… Peki; zamanımızı nasıl geçiriyoruz, sosyal medyaya ne kadar yakınız, ortalama ekran süremiz ne kadar? Kabul edelim ki Z kuşağının neredeyse tamamı teknoloji bağımlısı. Okul çağında olanlar derslerden sıyrılır sıyrılmaz akıllı telefonlarını ellerine alıyor. Yetişkin kesimin de çok farkı yok. Gün ne kadar yoğun geçerse geçsin akıllı telefonlarımızdan ve sosyal medyadan vazgeçemiyoruz. Hatta başta akıllı telefonlar olmak üzere tablet, bilgisayar, akıllı saat ve dijital oyunlar çoğumuzun bir uzvu haline geldi bile diyebiliriz. Buna bağlı olarak ekranın açık kaldığı sürede doğru orantılı bir şekilde artıyor. Biz teknoloji ile bu kadar içli dışlıyken tabi ki psikolojimiz de payına düşeni alıyor. Neredeyse tüm kuşak eskilere nazaran daha kaygılı, kırılgan ve depresif… Z kuşağı risk alma konusunda da çok daha özgüvensiz. Buna sürücü ehliyeti alma oranlarının giderek düşmesini örnek gösterebiliriz. Kulağa garip gelecek ama biriyle romantik bir ilişkiye başlama oranı da hızla düşüyor. Genç kızlar ve erkekler ilişkilerini çoğunlukla sanal dünyada yaşıyor ve çabucak sıkılabiliyor ya da sanal dünyanın getirdiği güvensizlik sonucunda iletişimde olduğu kişiden uzaklaşabiliyor. Gözle görülmeyen ve yaşayarak tanınmayan hangi insan ne kadar güven verebilir bu da ayrı bir soru tabii. Uzmanlara göre Covid-19 virüsünün ve beraberindeki karantina sürecinin hayatımıza girmesiyle zaten var olan kaygı durumunun da hızla arttığı gözlemleniyor. İnsanlar artık daha şüpheci… Bu süreçten en az hasarla sıyrılmanın ise kaçınılmaz olan tek bir yolu var. Teknoloji bağımlılığını minimuma indirmek için çaba sarf ederek zamanın çoğunu kendimiz, ailemiz, sevdiklerimiz ve doğa ile geçirmek. Tabii bunu yaparken sosyal mesafe ve pandeminin yaşamımıza dahil ettiği diğer kuralları görmezden gelmemek gerekiyor… Sonuç olarak her şey ortada. Yapay zekalar bizi kölesi haline getiriyor. Bu hizmetler yavaş yavaş beynimizi ve duygularımızı ele geçiriyor hatta ölümlere bile neden olabiliyor. Otokontrolü kaybetmemek ve özellikle çocukları bu ciddi problemden korumak gerekiyor. Aksi takdirde her geçen gün ‘insan’ olmaktan biraz daha uzaklaşmış olmamız muhtemel olacağa benziyor…