Geçen hafta kaleme aldığımız köşe haberinizde, İzmir Limanı’nın stratejik öneminin olup olmadığını “resmi veriler eşliğinde” sorgulamış ve “İzmir Limanı’nı bu haliyle alanlar aklını peynir ekmekle yem...

Geçen hafta kaleme aldığımız köşe haberinizde, İzmir Limanı’nın stratejik öneminin olup olmadığını “resmi veriler eşliğinde” sorgulamış ve “İzmir Limanı’nı bu haliyle alanlar aklını peynir ekmekle yemiş demektir” demiştik. Yazıma olumlu-olumsuz çok sayıda tepki aldım. Elbette samimi olmak kaydıyla her türlü görüşe hürmetim var. İzmir Limanı, evet, kentin tarihi ile özdeşleşmiş bir değer. Geçen haftaki yazıma bu yönüyle itiraz edenleri anlamak mümkün. Oysa benim sorguladığım ve yanıtını aradığım soru çok basit aslında: Bu kadar önem atfettiğimiz bir değere neden kamu otoriteleri, yerel yönetimler, iş dünyası, sivil toplum örgütleri olarak sahip çıkmıyoruz?

SORGULAN(A)MIYOR!

İzmir Limanı göz göre göre kan kaybediyor. Yapılması gereken teknolojik yatırımlar, vadedilenlerin çok gerisinde. Her nedense kimse bu durumu sorgulamıyor. Ya da sorgulayamıyor. Liman, kamu işletmeciliğinin getirdiği hantallıkla verimli çalışmıyor. İzmir Körfezi’nde limana yanaşan gemilerin manevra kabiliyetini artıracak ve daha büyük ölçekli gemilerin yanaşmasını sağlayacak yatırımlar en az on beş yıldır bekliyor. Son tahlilde, bir sirkülasyon kanalı açılacak ve derinlik artırılacak, hepsi bu! Uzay mekiği değil, denizde dip taraması yapılacak anlayacağınız… Bu basit işin ÇED süreci bile yıllarca sürüncemede kalıyor. Bir de buna daralan dış ticaret hacmimizi ekleyin…

ALTERNATİFİ ÇOK

Konunun tarafları ortak bir hedef etrafında kilitlenmiş değil. Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı, İzmir Büyükşehir Belediyesi, İzmir Deniz Ticaret Odası, İzmir Ticaret Odası konuya farklı pencerelerden bakıyor. Ve olan, İzmir ekonomisine ve “kentin bir değeri olarak varsaydığımız” İzmir Limanı’na oluyor. Amacım sorumlu aramak değil, tespit yapmak. Yerel yönetimlerin de merkezi hükümetin de liman işleticisi TCDD’nin de eşit ölçüde sorumluluğu var bana göre. İzmir Limanı bu manzaraya sahip olunca, dış ticaret yapan şirketler de elbette farklı alternatifleri arıyorlar. Bulmaları da doğrusu hiç zor değil. Çok daha hızlı ve verimli çözümleri sunan seçenekler var. Geçen haftaki yazımda, İzmir limanlarında elleçlenen yük miktarını ve alternatifi olan Aliağa Nemrut limanlarındaki durumu detaylarıyla yansıtmıştım.

HEP BİRLİKTE HAYAL KURALIM

Bugün isterseniz bir simülasyon yapalım, biraz da hayal kuralım istiyorum. İzmir Limanı’nın yük bölümünün Alsancak’tan taşındığını, liman sahasına lüks tekne ve yatların demirlediği bir marina yapıldığını düşünelim. Bu hayalin resmedilmiş illüstrasyonunu da okurlarımın dikkatine sunuyorum. Ve görüşlerini doğrusu çok merak ediyorum. Bir an için bugünkü liman sahasından konteynerlerin çekildiğini, dev vinçlerin kalktığını, yerlerine mega yatların, teknelerin bağlandığı dev bir marina yapıldığını; birbiri ardına kente gelen kruvaziyer gemilerinden inen binlerce turistin kentin cazibe merkezi mekânlarına akın ettiğini düşünün…

PİRİŞTİNA’NIN HAYALİ VE PROJESİ

Yanı sıra, “Liman Arkası” olarak bildiğimiz ve geçen ay 19’uncu ölüm yıl dönümünde andığımız rahmetli Belediye Başkanı Ahmet Piriştina döneminde projelendirilen devasa alanın, turizme hizmet edebilecek bir cazibe merkezi olduğunu ve sağlıklı bir kent dönüşümü ile taçlandığını varsayın… 2002 yılında merhum Ahmet Piriştina, Liman Arkası ve Turan’ı kapsayan bu alanda “Yeni İzmir” adında muhteşem bir proje düşünmüş, uluslararası bir proje yarışması açmıştı. Bu yarışmayı ünlü Alman mimar Jochen Brandi kazanmış ve 80 bin dolar para ödülü almıştı. Brandi’nin 550 hektarlık bir alanı kapsayan projesinde de Alsancak Limanı’nın yerini marinalar alacaktı. Piriştina’nın 2004 yılında vefat etmesinin ardından bu proje büyük ölçüde rafa kaldırıldı. Sadece, Bayraklı-Salhane bölgesi, gökdelenler bölgesi olarak planlanandı. Planın bugüne ulaşan tek yönü de bu oldu.

KENT EKONOMİSİNE KATKISI

Limanın İzmir ekonomisine olan katkısının ne olduğunun ise somut çıktılar üzerinden ölçülmesi gerekiyor. Bu yapılmadığı zaman işin hamaset yönü öne çıkıyor. Doğrusu ben, İzmir Limanı’na yük getiren ya da limandan yükleri alıp işletmelere götüren kamyon ve TIR’ların İzmir ekonomisine nasıl bir katma değer sağladığını anlayabilmiş değilim. Alsancak’ın seçenekleri yokken bu önermeyi doğru kabul etmemiz mümkündü. Ama bugün durum farklı. Yani Atatürk OSB’de, Kemalpaşa OSB’de, Tire OSB’de üretilip ihraç edilen bir malın yarattığı katma değer, üretim yapan firmada kalıyor. O firma hem paydaşlarına, hem topluma hem de ülke ekonomisine katkı sağlıyor. Bu doğru… Pekâlâ, aynı malın Alsancak Limanı ya da İzmir’deki bir başka limandan ihraç edilmesi arasında nasıl bir fark olabiliyor? Daha açık anlatımla, herhangi bir işletmede yüklenen TIR’ın Alsancak Limanı’na gelmesi, yükünü indirmesi ve daha sonra liman sahasından ayrılmasının, kente kattığı somut ve ölçülebilir katkısı nedir?

KÜRESEL BİR VİZYON EKSİKLİĞİ

Limanda çalışan işçilerin dâhil olduğu değer zincirini konuşuyorsak eğer, aynı silsile özel ya da kamunun sahibi olduğu her liman için geçerli… Hatta çok net söyleyebilirim ki, özel sektörün işlettiği limanlar için bu değer çıtası çok daha yüksek. Her gün yüzlerce TIR’ın kent trafiğini alt üst etmesi, yarattığı hava ve görüntü kirliliğini hesaba katmadım dikkat ederseniz… Gelmek istediğim nokta şu… İzmir Limanı’nın tarihi misyonu olduğu, kentin ekonomik yaşamında çok kritik işlev yüklendiği ve seçeneği olmadığı savı; uzun yıllar canlı, kabul edilebilir ve gerçekçiydi. Ama bugün “yeni bir normal” yaşanıyor. Okurlarımızın, sayfalarımıza taşıdığımız iki ayrı liman panoramasını bu veriler ışığında değerlendirmesini rica ediyorum. Kentin kruvaziyerde yaşadığı büyük çöküşü, rakamlar eşliğinde geçen haftaki analizimde masaya yatırmıştım. Şüphesiz bu sütunlarda yer alan tüm öneri ve varsayımlar; ülkemizin istikrarlı, terörden arınmış ve gelişmiş ülkeler kalitesinde bir demokrasiye sahip olması ile geçerlilik kazanabilecek. Ezcümle, İzmir Limanı’na bütüncül ve küresel bir vizyonla bakılmadığı sürece, bugünkü hali ile devam etmiş ya da etmemiş pek bir önemi yok. Acı ama maalesef meselenin özü bu… +++++

46 GAZETECİYİ BULUŞTURAN KİTAP

Aralarında bulunmaktan büyük keyif aldığım 46 gazeteci, “Nerede Haber Orada Biz” adlı bir anı kitabına imza attı. Gelirinin tamamı depremzedelere ve Rusya-Ukrayna savaşında yaralanan çocuklara harcanmak üzere hazırlanan bu kitaba 46 gazetecinin imza atması, elbette Kahramanmaraş merkezli deprem felaketini unutturmamak için. Bu işte en büyük teşekkür ve alkışı ise bizleri bir araya getiren can dostum, sevgili kardeşim Müslüm Karaaslan hak ediyor. Birbirinden ilginç ve GERÇEK anılar eşliğinde okurları zaman yolculuğuna çıkarmaya; önünüzdeki ekrandan ya da elinizdeki gazeteden saniyeler içinde okuduğunuz bir haber metninin arka planında, nasıl zorlu bir mücadele ve kutsal bir emek olduğunu anlatmaya çalıştık. 1980’lerden 2000’li yıllara uzanan anıları kapsayan ve Duvar Yayınları tarafından yayınlanan kitabın editörlüğünü Gülşen Ülkü gerçekleştirdi. Bu kitap aynı zamanda İletişim Fakültesi’nden mezun olarak mesleğe adım atmaya hazırlanan kardeşlerimiz için bir başucu kitabı olma, mesleğin delisi olmadan velisi olunamayacağını anlatma amacı taşıyor… Katkı koyan tüm meslektaşlarıma sonsuz teşekkürlerimle…

KİTAPTA İMZALARI OLAN GAZETECİLER

Sosyal sorumluluk projesi olarak hazırlanan “Nerede Haber Orada Biz” adlı kitapta; Nebil Özgentürk, Hakan Kara, Atila Sertel, Dilek Gappi, Misket Dikmen, Okan Yüksel, Gürkan Ertaç, Osman Ülkü, Yaşar Aksoy, Timuçin Tülis, Sedat Kaya, Reyhan Berkman, Hakan Akarcalı, Sedat Pişirici, Ercan Doğu, Atilla Köprülüoğlu, Esat Erçetingöz, Halil İbrahim Hüner, Yusuf Çınar, Işık Teoman, Engin Uğur Ağır, Muhittin Akbel, Haluk Güney, Sinan Genç, Nüvit Tokdemir, Suavi Yardımoğlu, Emin Varol, Melih Üstkanat, Mustafa Oğuz, Bahri Karataş, Alahattin Gürırmak, Muzaffer Tezel, Sinan Doğan, Serkan Aksüyek, Hakan Dirik, Güray Ervin, Murat Ervin, Süleyman Sağat, Murat Şahin, Mehmet İnmez, Ceyhan Torlak, Kadir Kemaloğlu, Mutlu Duman, Emre Döker, Mustafa Akbaş, Müslüm Karaaslan yer aldı. +++++ HAFTANIN SÖZÜ “İsterseniz yanlış düşünün, ama her durumda kendi kafanızla düşünün…” Doris Lessing +++++