Önceki yazımızda Bodrum ilçesinin tırmanmaya devam eden felaketine değinmiştik. Ancak aynı durum diğer tüm Ege kıyılarımızı, sahil ilçelerimizi ele geçirmiş durumda. Ege kıyılarını nispeten koruyan önemli vasıflarından başlıcaları arasında, binlerce yıllık devirler ve tarihin çağları boyu farklı medeniyetlere ev sahipliği yapmış olmasından kaynaklanan, tarihi doku öne çıkar. 
Elbet ki bu tarihi yapı, coğrafyasının müstesna avantajları ile şekillenmiştir. İki büyük akarsu mekanizmasına sahip olan Ege’nin kuzeyi Gediz, güneyi Menderes nehir sisteminin irili ufaklı onlarca dere, çay gibi kolları ile beslenmiş, Ege kıyılarına hayat taşımıştı. Bu oluşum yüzyıllar içinde kıyı Ege’de kuzeyden güneye tüm kıyı alanlarını alüvyonlarla beslemiş, sulamış, bereket bolluk getirmiş ve her daim farklı medeniyetlerin yaşam kaynağı olmuştu. 
Yüzyılların hatta bin yılların ötesine uzanan bu serüven neticesinde, ilk insan yerleşimlerine kadar geri giden katmanlar üst üste şekillenmiş, arkeolojik katmanları oluşturmuştu. Günümüze gelindiğinde, arkeolojik alanların sit ilan edilmesi, coğrafyanın bir nebze betonlaşmasını önlemişti. Arkeolojik alanlardan hemen sonra, doğal dokunun da korunmasına karar verilmiş, koruma kriterleri, tarih kültür ve doğal yapı olarak iki farklı bölüme ayrılmıştı. Hemen ardından, başka bir branş, tarım alanlarının da korunması gereğini gündeme aldı. 
Tarımsal alanların hayati değeri göz önünde bulundurularak, Tarım Alanlarını Koruma hakkında mevzuat hükümleri geliştirildi ve tarıma dayalı toprakların da betonlaşması önlenmeye çabalandı. Kuraklığın da etkisi ile, farklı bir branş olan yer altı suları koruma kanunlarına da önlem amaçlı düzenlemeler getirildi ve katı müeyyideler konuldu. Ormanlık alanların, orman arazilerinin korunması prensibi ile oluşturulan yasal düzenlemeler ise, her ne kadar keskin hükümlerle donatılı olarak günümüze gelmişse de bu düzenlemelerin de göz ardı edilmeye çalışıldığı çokça örneğe rastlanmakta. 
Tüm bunlar Ege kıyılarına saldırı niteliğinde devam eden yapılaşma baskısını önlemeye yetmediği açıktır. Bodrum örneği bunlardan yalnızca biri ve gündemde sıklıkla karşımıza çıkandır. Oysa, tüm Ege kıyıları, mevcut tüm koruma kanunlarına, devam eden kuraklığa rağmen çılgınca yazlık konut üretimine, betonlaşmaya peşkeş çekilmektedir. 
Ülkemizin daralan ekonomik yapısında, nüfus patlaması ile beraber, 1960’lardan itibaren yükselen sektör, inşaat, emlak ve bunlara dayalı rant sektörü olmuştu. Beton sektörü son 20 yıllık devri büyük bir ivme ile yükselmeye devam ederek geçirdi. Ne yazık ki vahşi ve plansız yapılaşma, büyük şehirlerimizi içinde yaşanamaz kentlere dönüştürmüştü. Bu aşamadan sonra da gözünü Ege’nin sayfiye ilçelerine dikmişti. 
Geldiğimiz noktada, coğrafyamız geri dönülemez biçimde beton çöplüğüne dönmüştür. Ve ne yazık ki, aksine tesis edilmiş tüm yasalar çiğnenmeye, eğilip bükülmeye, delinmeye devam edilerek, arsızca betonlaşma eğilimi devam etmekte, önüne geçilememektedir. Çevreyi korumaktan söz edebilmek için her bir bireyin deforme edilmiş bu arsızlık kültüründen arınması gerekmekte elbet. Ancak yasalara uymayan ve tüm koruma ilkelerini hiçe sayan çoğunluk, bu yolsuz düzenin devamında ısrarcıdır. 
Ülkesi için, coğrafyası için adaleti tesis edemeyen toplumlar, er ya da geç hiçe saydıkları değerlerle sınanır. Bizlerin sınavı aslında çoktan başladı ancak, bizler halen, kopya çekerek sınıf geçeceğini, bunun da bir başarı olduğunu sanan haylaz öğrenciler gibi davranmaya devam ediyoruz. Bizler yalnızca “Çevrecilik” oynuyoruz.