Vakti zamanında bir genç hocasından her türlü ilim öğrenir. Yaşadığı çağa ait her türlü ilim… Matematik, simya, büyü, felsefe, coğrafya, din, ne varsa… Hocasına der ki “Hocam ben artık oldum. Bu kadar...

Vakti zamanında bir genç hocasından her türlü ilim öğrenir. Yaşadığı çağa ait her türlü ilim… Matematik, simya, büyü, felsefe, coğrafya, din, ne varsa… Hocasına der ki “Hocam ben artık oldum. Bu kadar bilgiyi taşıyamıyorum. İnsanlara yaymam, anlatmam lazım.” Hoca endişeli “Hayır” der ve ekler; “Olur mu! Son bir ilim kaldı. Özellikle onu sona bıraktım. Eğer onu öğrenmezsen, sahip olduğun bilgilerin hiçbir anlamı yok!” Genç kendinden emin, “Hocam, ben sahip olduğum bilgilerin yeterli olduğunu düşünüyorum” der ve çıkar yola… Anadolu’da bir köy… Cuma vakti, cemaatin arasına oturur, kürsüde caminin hocası. Anlatır da anlatır… Yalan yanlış hurafeler… O günah, bu yasak, şu haram… Din ile ilgili olmayan konular… Genç dinler bir süre, sonunda dayanamaz, döner cemaate; “Ey cemaat-i müslimin. Bu adamın anlattıkları yanlış. İslamda böyle bir şey yok. Doğrusu bu, bu, bu… Yalan söylüyor bu adam size!” der. Hoca çatar kaşlarını, “Bre kafir! Zındık! Sen Allah’ın emirlerine nasıl karşı gelirsin! Atın şu kafiri dışarı!” demesiyle cemaat gencin üzerine çullanır. Tekme tokat, yaka paça atarlar dışarı. Canını zor kurtarır. Döner İstanbul’a, hocasının yanına. Bu arada yolda sürekli kendini sorgular; nerede hata yaptım diye… Çıkar hocasının karşısına, ezik; “Hocam haklıydınız. Bazı bilgilerin eksik olduğunu anladım.” Hocası “Sana demiştim son bir ilim kaldı diye. O son ilim siyasetti.” der ve başlar siyaseti öğretmeye talebesine. Manevra nasıl yapılır, mevcut durum nasıl korunur, yalan nasıl söylenir, doğru nasıl doğru söylenir, ne nerede niye söylenmez, tiyatro, mizansen, kurgu nasıl yapılır, hayat oyunculuğu, mimikler, jestler… Siyasetin tüm inceliklerini anlatır. “Tamam. Şimdi oldun sen. Zaten bilgiliydin, üzerine bir de siyaset öğrendin.  Bundan sonra dünyanın neresine gidersen git sırtın yere gelmez.” der ve uğurlar… Genç çıkar yola… Anadolu’da bir köy… Hikaye bu ya, aynı köy, aynı cami, aynı cemaat, aynı hoca… Hani o bir kamyon dayak yediği cami… Hoca kürsüden yine yalan yanlış anlatır. Hatta artık iyice raydan çıkmış; hurafelerin bini bir para… Genç bir süre dinler, sonra kalkar ayağa, döner cemaate; “Eyy cemaat-i müslimin!” Hocayı gösterir; “Şu zat, ne mübarek bir zattır. Hem de ne mübarek bir zattır. Ben 7 gecedir istihareye yatıyorum ve 7 gecedir aynı rüyayı görüyorum: Her kim bu zat-ı muhteremin sakalı şerifinden bir adet koparırsa ebedi cennete nail olacaktır” der. Kısa bir sessizlik… Cemaat bir süre birbirine bakar. Önce ortalardan bir kişi, sonra iki, üç, hocaya doğru akın başlar. Her gelen hocanın sakalından koparır kaçar. Koparan koparana… Saldırdıkları hocanın ve yüzünü paramparça yaparlar… Yoruma gerek yok, çünkü yorumlar da bu hikayede saklı aslında… Bir iletişimci gözüyle; bu hikayenin gaf kralı bir siyasetçi ya da peçeden bahsederken meramını anlatamayan bir magazin figürü için de birçok mesaj barındırdığını söyleyebilirim. Bilmem mektup adresine gitti mi?