Kurtuluş Savaşı’nın üzerinden henüz 15 yıl geçmişti… Ancak ülke hala yoksulluk ve cehaletten sıyrılmanın yolunu bulamamıştı. Dil devrimi, okuma yazma seferberliği, üstün gayretler… Bir türlü istenilen düzeyde aydınlığı yayamıyordu memlekete. 16 milyon insandan sadece 2,5 milyon okur yazardı. Nüfusun ortalama yüzde 80’i köylerde yaşıyordu ve emek emek işlenen devrimler henüz o diyarlara girememişti. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, emir verdi; askerliğini çavuş olarak yapmış, okuma yazma bilen gençler köylerinde ‘eğitmen’ olarak görevlendirildi. Bu görevin sorumluluğu ise İsmail Hakkı Tonguç’a emanet edildi. Özellikle köy eğitimi konusunda araştırma ve çeviriler yapan Tonguç, orduda çavuş ve onbaşı olarak askerlik yapan tam 85 kişiyi çağırdı. Öncü grup Eskişehir Çifteler’de eğitime alındı ve yarım yıl boyunca eğitim gördü. Onlar, çocuklara eğitim vereceklerdi… Onlar, gelecek nesli aydınlatacaktı… Onlar, Köy Enstitüleri’nin meşalesini yakacaktı...” 24 Kasım Öğretmenler Günü’nde Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği (YKKD) Bornova Şube Başkanı Nüsret Doğan Albayrak, köy enstitülerinin ruhunu, var oluş amacını, Türk eğitim hayatına etkilerini anlattı. Nusret-Dogan-AlbayrakKOLEKTİF ÇALIŞMA ÖRNEĞİ’Bir ülkenin kalkınması için en önemli unsur insandır. O yüzden de en büyük yatırım, insana yapılan yatırımdır” sözleriyle açıklamalarına başlayan Albayrak, “Bu yüzden o dönemde insan kaynağının çok değerli olduğu bilinciyle köy enstitüleri için yola çıkılmış. İş içinde iş eğitimi yapılmış. Yani her öğrenci, öğretmenler ve orada görevli çalışanlarla bütünleşmiş. Köy enstitülerini incelediğimizde tamamen bir kolektif çalışma örneği hem eğitim hem de eğitim için gerekli olan iş imkanlarını sağlayan bir yapı olduğunu görüyoruz. O yüzden de eğitim, insana yaklaşım, yaratıcılık, bilim ve tekniğin uygulanması, o günün el becerilerinin kazanılması yönünden enstitüler çok etkili bir çatıdır. Kimi arıcılık, kimi demircilik, kimi inşaat… İnsanlar bir köye gittiğinde o yerde yaşayan halka kendi becerilerini öğretmeyi görev edinmiş. Önlüklerini kendileri dikmiş, binalarını kendileri yapmış; hidroelektrik santrali kurup elektrik elde etmiş, yetmemiş köye de vermişler. Örneğin, Malatya’da kayısının ticari ürün olarak yetiştirilip satılmasının nedeni köy enstitüleridir” dedi.HALA VAR OLSALARDI…’ Köy enstitüleri devam etmesinin, o anlayışın mantalitesinin köylerden kentlere de büyük yansımaları olacağının altını çizen Albayrak, bunun aksi etkilerinin günümüzde hissedildiğini söyledi. Albayrak “Köy enstitüleri hala var olsaydı işte, o zaman kırsaldaki her yer kendi yapısına göre üretim yapacaktı. Her birinin kendi özgül yapısına göre sanatı, kültürü, yaşam biçimi ve değerleri olacaktı. Köy, kırsal, kent… Her yapı kendi yaşadığı yerin ne kadar önemli ve yaşanabilecek bir yer olduğunu ve birlikte üretmenin gücünü anlayacaktı. İnsanlar valizini, yatağını alıp büyükşehirlere göç etmeyecekti. Büyükşehirler, büyük sorunlarıyla birlikte şu anda varlığını sürdürmek zorunda kalıyorsa bunun en önemli nedenlerinden biri kırsalda kalkınma modelini yerine getiremememizdendir. Bizim sanayileşme modelimiz de aslında çok önemlidir. Bu sanayileşmenin belki de ikincil adımı, tarıma dayalı bir sanayi modeli oluşacaktı. Bir adımla başlayan bu aydınlanma dönemi, ülkemizdeki her sektöre olumlu yansıyarak geleceğimizi aydınlatacak; bölgesel farklılıklar olmayacak, kapitalist sistemin acımasızlığı içerisinde boğuşmayacaktık” diye konuştu.ANLAYIŞ, RUH, FELSEFE…’Köy enstitülerinin olduğu yerde kooperatifler de kuruluyordu” sözleriyle açıklamalarına devam eden Albayrak, şu ifadeleri kullandı: “Mesela Akçadağ Köy Enstitüsü. Orası eski bir köy enstitüsüydü, sonradan öğretmen okulu oldu. Ben de oradan mezun oldum. O bölgede kooperatifler kuruluyor, köylü de o kooperatifin üyesi oluyordu. Hem üretim hem de tüketim kooperatifi. Bunlar, köylünün bilmediği şeyleri öğrenmesi, gücüne güç katması anlamına gelir. İnsanlar o dönemde bunları yaşayarak, deneyimleyerek öğreniyordu… Daha sonra ülkemizin kalkınmasını istemeyen dış güçler misali bozguncu bir anlayışla kendi hükümetimiz bu yapıyı kendi elleriyle bozdu. Bugün hala o günkü anlayış, o günkü ruh ve felsefenin ne kadar önemli olduğu konusunda toplumda büyük bir konsensus ve özlem var. Çünkü oradan yetişen öğrenciler, öğretmenler, yazarlar, şairler, üreticiler oldu. Bunların büyük bir kısmı Türkiye genelinde başarılı olan, ülkemizi tüm dünyada temsil eden kişilerdi. Bugün aynı yapıda ve düzeyde bir eğitim olmaması açıkçası geriye dönüp hayalini kurduğumuz o günler için hayıflanmamızı sağlıyor.”BAĞNAZ BİR ANLAYIŞ VAR’ Köy enstitülerinin çağdaş bir akım, felsefe ve düşünce gücü olduğunun da vurgusunu yapan Albayrak, “Köyde şu anda yaşam oranları gittikçe azaldı. Peki, biz neden Yeni Kuşak diyoruz; çünkü Türkiye’nin yapısına göre bu felsefe ve anlayıştaki bir eğitim sistemini yeniden kurmamız lazım, kurulacaktır da… Eğer Türkiye çağdaşlaşacak, eğitim ve kültür devrimini yaşama geçirecekse mutlaka buna ihtiyaç var. Köy Enstitüleri, Türkiye’de o koşullarda pedagojinin gerektirdiği karma eğitimi sunuyor. Bugün bırakın bazı okulları, birçok yerde ‘Otobüslere perde takılsın mı?’ tartışmalarına erişen çok geri, cinsiyetçi ve bağnaz bir anlayış var. Köy enstitülerindeki yatılı öğrenciler gittikleri yerlere ilişkin rapor ve dosyalar hazırlıyor, fikren besleniyor ve gelişiyordu. Bu raporlarla söz konusu çevrelerin eğitim ve kültürel gelişiminin nasıl yapılması gerektiğini tartışıyorlardı. Zaten o yüzden köy enstitüleri eğitim ve kültür yapılarıydı. Müfredatın hemen hemen yarısı uygulamalı çalışıyor, usta öğretileri yapılıyordu. Örneğin, Aşık Veysel gelip saz eğitimi veriyordu; eğitimli değildi belki ama zanaat öğretiyordu. Ciddi bir imece vardı ve son derece demokratikti. Her hafta sonu öğrenci, öğretmen ve çalışanların katıldığı değerlendirme toplantıları yapılır, herkes eleştirisini de önerisini de açık açık söylerdi. Bu da çok önemli. Şimdi bir korku imparatorluğu; herkes birbirinden korkuyor. Öyle bir durum söz konusu ki, yurttaşların dahi ruhuna işlemiş” ifadelerini kullandı.YENİ BİR MODEL GEREK’ Günümüz eğitim sistemine yönelik eleştirilerini de sıralayan Nüsret Doğan Albayrak, “O günkü eğitimin yanında şimdikine bakın: Ne olduğu belli değil… Bir defa öğretmenler çok önemli. Bakın, 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü kutluyoruz ama ne fayda… Öğretmenine kıymet verirsen öğrencilere kıymet verirsin. Şimdi, öğretmenlerin ataması duruyor, atanamıyorlar. Eğitim sistemi içinde iyi yetiştirilemiyorlar. Özlük hakları son derece kötü. Ve onlardan beklenen Türkiye’nin üst düzey çağdaş olmasını sağlayacak, diğer ülkelerle rekabet edecek sanayi, bilim ve tekniği oluşturabilecek öğrenciler yetiştirmeleri… Olabilir mi, olamaz. Öncelikle öğretmenler konusunda bir an evvel ele alınması gerekiyor. Öğretmen kalitesini çok üst düzeye çıkaracak yeni bir modele acil ihtiyacımız var. Onların orta öğretimden itibaren öğretmen olmaları için yetiştirilmeleri gerekiyor. Öğretmen olmaları için gerekli ruh, küçük yaşlardan itibaren aşılanmalı. Çünkü öğretmenlik her zaman vericidir, alıcı değil... Bunun dışında müfredat ve mevcut uygulamalar sorunsalı var, bunlar da çok anlamsız… Dört artı dört artı dört diye bir sistem getirdiler, milli eğitimin ilişkilerini bozacak şekilde farklı yapılara teslim ettiler. Ne yazık ki bu durumun önü alınmaz ise, sonucunda psikolojik açıdan çok ciddi şekilde bozulmuş zihinler ortaya çıkacak. Bunların iyileştirilmesi ve yeniden aklın, bilimin, tekniğin ve pedagojinin etkisiyle toplumsal refahın sağlanması gerekiyor” dedi. ÖĞRETMENLERE ÇAĞRIUzun zamandır eğitimde ‘Yap ve yanıl’ modeline şahit oluyoruz” diyerek konuşmasını sürdüren Albayrak, “Eğitimde yap ve yanıl olur mu? Eğitimdeki yanılma asla hata kabul etmez. Çünkü eğitimdeki yanılmanın telafisi mümkün olamaz. Yani Öğretmenler Günü vesilesiyle sağduyulu öğretmenlerimiz, ülkenin geleceğini kurduklarını unutmamalı, bir kez daha hatırlamalı… Öğretmenlerimiz, fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesilleri yeniden oluşturmak yönünden gerekli adımları atabilecek güçte ve inançta olmalı. Bunu hep birlikte yeniden başarabiliriz. Şu anda ekonomi nasıl bozuk, toplumsal düzen nasıl yıpranmış ise bunların en büyük nedeni eğitim, eğitim ve eğitimdir… Eğitimdeki karmaşa, düşüklük, yapboz ve deneme yanılma sistemleri bugünün sorunlarına perde açmıştır. Geçmişte köy enstitülerine baktığımızda, o gün köyler için böylesi bir seferberlik yapılıyorsa, bugün Türkiye için de aynı ruhla yeni bir seferberlik başlatılabilir. Köy enstitülerinin mantığı, felsefesi yeniden Türkiye’de uygulanabilir, yeter ki içimizdeki o ruh uyansın…” diye konuştu. Köy enstitüleri neden kapatıldı? İkinci Dünya Savaşı'nın bitimine doğru 1945 yılında Sovyetler Birliği lideri Stalin'in Türkiye'den Kars, Artvin ve Ardahan'ı ve Boğazlarda askeri üs istemesiyle birlikte, İsmet İnönü de buna karşılık ABD'den askeri destek istemişti. Bu desteği verebileceğini söyleyen ABD, Truman Doktrini ile yardım etmeye başlamıştı ancak bunun karşılığında Türkiye'de serbest seçimlere dayanan demokrasinin yerleştirilmesini ve Milli Şeflik, "5 yıllık kalkınma planları" ve "Köy Enstitüleri” gibi Sovyet sistemine benzer uygulamaların kalmasını istedi. Böylelikle 1946 yılında yapısal müfredatın değişim sinyalleri ile başlayan süreç sonucu 1954 yılında köy enstitüleri tamamen kapatıldı. YAĞMUR DAŞTAN / ÖZEL HABER