Yaklaşık iki buçuk aydır evlerimizdeyiz. Bizler gibi sizlerde artık sıkılmaya başladınız biliyorum. Ve de çok haklısınız. Ancak bu kadar emeği, mücadeleyi çöpe atmamak gerekir. Sevdiklerimiz, kendimiz ve ya hiç tanımadığımız insanları korumak gerekli. Bu insani bir sorumluluk. Bu konuda gerçekten çok güzel yol aldığımız görünüyor. O nedenle her ne kadar normalleşme süreci başlasa bile mümkün olduğu kadar sosyal izolasyona dikkat etmeli ve evlerimizde kalmaya devam etmeliyiz.

‘BU DA GEÇECEK’

Bu süreci en zor geçiren insanlardan biriyim. Çünkü yoğun bir iş hayatım vardı. Bir gün bir şehirde, ertesi gün başka şehirde hatta ülkede gözlerimi açıyordum. Belli ki uzun bir süre bu tempoya dönemeyeceğiz. Doya doya huzurlu turlarımıza gidemeyecek, yeni yerler keşfedemeyeceğiz. İşte yalnızca buna üzülüyorum. Geçen zaman bir daha kazanılmayacak. Her şeyin öyle veya böyle bir çözümü var ancak zaman geri kazanılmıyor. Yine de kendime “sağlık olsun. Üzülme bu günlerde bitecek” diyorum. İşte sizlerin de gördüğü gibi gezmelerimi çok özledim. Kırları, güzelim sahillerimizi, müzelerimizi, yöre insanlarımızı, farklı lezzetleri, doğamızı kısaca yaşadığım her şeyi çok özledim. İlk gezimiz nereye nasıl olur hiç bilmiyorum. Önümüzün görünmediği bir süreç içindeyiz. Belirsizlikte en kötüsü. Ama biz yine de evde kalarak moral bozmadan yaşamaya devam edeceğiz. Ve yine geçen haftalarda yaptığımız gibi yaşadığımız iyi ki, gitmişiz dediğimiz anılarımızdaki bir başka şehre yolculuk yapacağız bu gün.

BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM

Bu korona günleri hepimize ve tarihe not düşecek özel bir süreç yaşattı elbette. Bakış acılarımız, değer yargılarımız ve kıymet bilme olgusunu kazandırdı hepimize. Özellikle de çevremize, dünyamıza, kaynaklarımıza sahip olma konusunda. Büyük bir duyarlılık ve farkındalık edindik. Bize doğaya dokunmamızı, çevreyi korumamız gerektiğini, tüm canlılara yaşam alanı bırakmamız gerektiğini bir kez daha hatırlattı.

DOĞAYI KORUMA

Kendimizi bildiğimizden beri hepimiz duyduk, çevreyi korumak için mücadele eden tüm sivil toplum örgütleri, yetkili ve ilgili herkes söyledi. Güya her türlü önlemi almaya çalışıyorduk ama bir arpa boyu yol alamamıştık. Oysa şimdi ne çok şey değişti. Her şey olması gerektiği gibi, neredeyse tüm dünyada özüne döndü. Denizlerimiz temizlendi. Yunuslar görebileceğimiz hatta dokunabileceğimiz kadar yakınımıza geldi. Kısaca bize dokunma dedi doğa. Tüm canlılar bize dokunmayın bu evrende bizde varız dediler. Ağaçları kesmeyin, beton yığınına çevirmeyin dediler. O kadar çok şey söylediler ki…

ÖZE DÖNÜŞ

Bildiğim bir şey var ki… Bir gün her şeyin özüne döneceği. Doğa, çevre yapılan hiçbir yanlışı affetmiyor ve özüne bir şekilde ulaşıyor. Hiç kimse de buna engel olamıyor. Sellerin, depremlerin, afetlerin önüne geçilmiyor. Kısa vadeli ve esası olmayan hiçbir çözümün çözüm olmadığını görüyoruz. Aradan 100 yıl, 200 yıl geçse de bu gerçeği yaşıyoruz. Ah keşke yaşamasak. Ah keşke denizlerimiz plastiklerle dolmasa, poşetler, çöpler olmasa… Bir düşünün ne kadar çook keşkemiz var. Bunlardan biri de yıllardır mücadele edilen Kazdağları… Çanakkale ve Balıkesir’e yayılmış çok geniş bir bölge. Kaç kez gittiğimi bilmiyorum. Yine de bitiremedim. Öyle başka bir yer ki. Tam bir doğa harikası. Kazdağları Milli Parkı’na girişte kaybettiğimiz sanatçı Tuncel Kurtiz’in seslendirmesiyle bölgeyi tanıtan bir belgesel sunumu almıştık. Öyle etkileyici ve mucizevi ki. Gerçekten herkesin gidip görmesi gereken olağanüstü bir doğal güzellik. Hasanboğuldu, Sütüven Şelalesi, Cunda Adası, Adatepe, Yeşilyurt Köyü, Zeus Altarı ve Assos Kazdağları denilince ilk aklıma gelen yerlerden.

KÖYLER VE MÜZELER

Tahtakuşlar Etnografya Müzesi, Adatepe Zeytinyağı Müzesi’ne gitmeden asla olmaz. Hele müze sizi zeytinin mucizesi ve muhteşemliğini yaşatacak. Küçük ve şirin köylerine bayılacaksınız. Rum, Türkmen ve Yörük köyleri. Geleneklerin yaşatıldığı Tahtacılar Köyü ve köylülerinin ev sahipliği, misafirperverliği eski değerlerimizi bir kez daha hatırlatacak hepimize. Sıcak, samimi ve güzel insanlarla dopdolu bu bölgede. Orman ürünleri ve ağaç işleri ile uğraşan, adına Tahtacılar dedikleri bu köyde daha fazla kalma şansımız olmuştu. Kültürlerin zamanla birbirine karışması ve bütünleşmesi harika bir mozaik yaratmış. Adatepe ve Yeşilyurt Köyleri ise yüzyıllardır bu mozaik içinde yaşıyor. Birbirine destek olarak.

SALDA ve KAZDAĞLARI

Geçen hafta Salda Gölü için ne kadar endişeli olduğumuzu yazmıştım. Bu kez de yıllardır bitmeyen Kazdağları için aynı kaygıyı taşıdığımı belirtmek isterim. Kazdağları’nın altında dünyanın en verimli altın madenleri var. Yani Kazdağları’nın altı da üstü de altın. Dünyanın en zengin ikinci oksijen kaynağı burası. Aslında altına ulaşmak için yapılan HES planları ile altından daha da değerli olan üstüne yani yeşile verilecek zararlar pek düşünülmüyor gibi.

KILAVUZ EŞLİĞİNDE

Biz Kazdağları gezimizi yaparken kılavuz bir rehber ile çalışmıştık. O bölgeye zarar vermeden ve rehberin anlattıkları ile daha da bir anlamlıydı. Çünkü pek çok çeşit endemik bitki ve hayvanı barındırıyor. Rehberimiz tek tek hepsini anlatmıştı ne olduğunu bilmediğimiz pek çok çiçeğin, böceğin. Muhteşem olan Kazdağları’nı rehberinizden dinlerken büyüleneceksiniz. Ne zaman gideriz tekrar bilmiyorum. Ama bildiğim tek şey ilk fırsatta tekrar gitmek isteyişim. Hele bu güzelim bahar ve yaz aylarında oralara hiç doyum olmuyor. Şelaleler, deniz Cunda Adası ve tekne turları. Mis gibi kızarmış balıkların kokusu burnumda, tadı damağımda.

‘YİNE GİDECEĞİZ’

Yine gideceğiz. Yine gezip göreceğiz cennet yurdumuzu tanıyacağız. Belli ki uzun bir süre yurtdışına çıkamayacağız zaten. Bu da ülkemizi tanımak ve keşfetmek için büyük bir fırsat olacak. Sağlıkla, sevdiklerinizle kalın… Bircan Tağıl / Özel Haber