1923-1938 mucizesini tümden unuttuk. Cumhuriyetin kurucu kadrosu öyle inançlıydı ki hem Osmanlı’dan kalan borçları ödedi hem de “kalkınma” ne demek, bugünlere ders verdi. Ama üç tarafı denizle kaplı...

1923-1938 mucizesini tümden unuttuk. Cumhuriyetin kurucu kadrosu öyle inançlıydı ki hem Osmanlı’dan kalan borçları ödedi hem de “kalkınma” ne demek, bugünlere ders verdi. Ama üç tarafı denizle kaplı ülkeyi, karada bağımsızlığa kavuşturup, denizde sömürülmeyi kabul etmek var mıydı? Tabii ki hayır! Mustafa Kemal Atatürk diye, milletini “ayırmadan” seven, el alemi milletinin önünde görmeyen vicdanlı, inançlı, dik duruşlu, söylediğinin tersini yapmayan gerçek bir lider vardı. Bugün okullarda öğretilmese de emperyalizmin uydurduğu liberallerin “Amaan ne olur ki” dediği “kabotaj” hakkını da aldı Türkiye. 1 Temmuz 1926’da yürürlülüğe girdi denizlerimizdeki egemenliğimiz. 1926’dan önce “deniz” sadece “Türk olmayanlara” nimetti. Bilmiyorduk ki denizi! Oysa Barbaros Hayrettin diye de dev şahsiyetimiz var tarihte. Ama Barbaros Paşa nasıl bir korku ve tasa yaratmışsa, Osmanlı’nın çöküşünde emperyalizm “yasaklattı” denizi, çevresi üç denizle kaplı millete. Yıllarca Levantenlerin para kaynağı oldu “bizim denizlerimiz”. Meşrutiyete dek, gençlerimiz “yelken” nedir bilmedi İzmir’de! 1950 sonrasının, “küçük Amerika” sevdalısı çakma “yerli millicileri” ne bilir ki 1838 – 1922 arasını? Bilse de anlamak işlerine gelmediği gibi, millet – deniz ilişkisini de kopardılar yeniden. Amerikan otomobilleri rahat gitsin diye deniz ulaşımını da demiryolu ulaşımını da hep baltaladılar. Bugün bu koca ülkede “biz ait” bir şey kalmadı. Her kazanım, her ekonomi kalesi 1980’de başlayan, 2002’de hoyratça hızlanan bir seyirle haraç mezat satıldı. 100 yıl önce, bugünün Yunan adalarına, İtalya’ya gemi, vapur kalkarmış İzmir’den. Bugün ise İzmir – İstanbul arası deniz ulaşımı yok! 2022’nin Kabotaj Bayramı’nda, İzmir – Midilli arası deniz yolunu yeniden açanlara selam olsun. İzdeniz ve Başkan Tunç Soyer’in Kabotaj Bayramı kutlu olsun. Umarım bir gün gelir yine ama “gerçek bayram” yaparız denizlerimizde! Bu konuyu “Ergenekon” davasına bağlayabilirdim ama onun için 15 Temmuz’u bekliyorum! Bu 1 Temmuz’da emperyalizmin yerli işbirlikçilerinin kurbanı, rahmetli Deniz Yarbay Ali Tatar’ı rahmet, minnet ve mahcubiyetle anıyorum. O YÖNETMELİK ÇOK GEÇ ÇIKTI “Az Çevre Çok Beton” Bakanlığı var ya? Hani adını da daha karmaşık yaptılar? İşin içine, sanki çok ilgililermiş gibi “iklim” konusunu da aldılar? Yahu “Çevre Şehircilik Bakanlığı” işte. İşte bu bakanlık nedendir bilinmez “pat” diye 1 Temmuz’da yani bugün yürürlülüğe girecek bir yönetmelik çıkardı. Bu yönetmeliğin konusu, hafriyat ve inşaat odaklarının moralini bozdu. Bense keyiften dört köşe oldum. 30 Ekim depreminden sonra halkla iletişimini yerlerde süründüren bakanlık, birdenbire halkı mı fark etti anlamadım? Ama yönetmeliğe “hafriyat ağaları” pek bozulmuş. İzmir Ticaret Odası’nın iki ilgili üyesi açmışlar ağızlarını, yummuşlar gözlerini. Aslında biraz haklılar. Zira AKP’nin en sevdikleri ya hafriyatçılar ya da inşaatçılar. Deprem sonrası Bayraklı’da yıkım adı atında ne kadar vahşi edepsizlik varsa, depremde ölmeyen vatandaşlara yaşattı hafriyat ağaları. Yıkım alanlarının çevresinde yaşayanları “insan” yerine koymadılar. Bunları bizzat yaşadım, Vali Köşger şahittir. Hatta Vali Bey, hafriyatçıları şikâyet ediyorum diye bana kızmıştı. Bu yönetmeliği destekliyorum da merak ettiğim uygulama. Acaba bugüne kadar olmayan “denetim” nasıl olacak, kimler sahaya inecek? Takipteyim. İzleyip yazarım! Hafriyat ağaları da boşuna bağırmasın, çok beddua aldılar. Öyle zaman, maliyet bahaneleri de üretmesinler. Bugüne kadarki sınırsız özgürlüklerine saysınlar. Öte yandan CHP’li Vekil Atilla Sertel, TOKİ konutlarıyla ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu geçen gün mecliste. Depremzedelere hükümetin yaşattığı ve hala süren ıstırabın ölçüsü kalmadı. Bayraklı depremden beri her türlü sahipsizliği haftada 7 gün, günde 24 saat yaşıyor hala. Halka ilişkilerin sadece şov merkezli yapılışı, hükümet odaklarını da cesaretlendirdi. Yurttaşların yeni evleri için tadilat kredileri bile alması kimsenin umurunda olmadı. Ben yine de sevgili meslektaşım Sertel’i açıklamalarından dolayı yürekten kutluyorum.

Okullar “fırın” olursa müdürler de “fırıncı” olur!

“Milli Eğitim” kavramının içi son yirmi yılda iyiye boşaltıldı. “Fikri, irfanı, vicdanı hür, irfanı hür nesil” yetiştirme sevdası 1980 darbesiyle sonlandırılmıştı. Şimdilerde ise özellikle meslek liseliler “ucuz işçi” muamelesi mi görecek bir yana, halka ucuz ekmek üretmek Millî Eğitim Bakanlığı’nın mı görevi acaba? AKP’nin ekonomide uyguladığı tüm garip yöntemler yüzünden, bugün karpuzun bile dilimle satılması düşünülmezken, ülkeyi ekonomik kaosa sürükleyen hükümetin bakanı, halka ucuz ekmek üretmekten bahsediyor. Mazot, un, maya, elektrik giderleri yüzünden mesleği “fırıncılık” olan yurttaşlar kepenk indirmeyi düşünürken meslek liselerinin fırına dönüştürülmesi bende “Allah’ım aklıma mukayyet ol” haykırışına neden oldu. Bazı CHP’li belediyelerin halka ucuz ekmek üretmesini, yaygınlaştırmasını engellemeye uğraşanların fırıncılığa soyunması ne kadar büyük tezat. Hükümet okulları fırına döndüreceğine, fırıncı esnafını istismar eden nedenleri ortadan kaldırsın. Bu arada bu garip girişime fırıncı esnafının da artık haykırması gerekir. Çünkü her ekmek zammında vatandaşın hedefi fırıncı yurttaşlar oluyor! Meslek liseleri üretime kalifiye eleman yetiştirir. Ama memleketin üretim kaynakları yok olurken, her şey ithalata dönerken meslek liselerinin varlık nedenleri de işte böyle yozlaştırılır! Bakalım bakan efendilerden daha ne “inciler” duyacağız?