Sanırım Ege Telgraf ile ilk tanışmam 63, 64, 65’li yıllar… Daha sonra yıllar geçti ve nihayet basın kartımı aldım, hem de süresiz. Tabii, süresiz olması ayrı bir gurur… 1988 yılında beyaz basın kartı...

Sanırım Ege Telgraf ile ilk tanışmam 63, 64, 65’li yıllar… Daha sonra yıllar geçti ve nihayet basın kartımı aldım, hem de süresiz. Tabii, süresiz olması ayrı bir gurur… 1988 yılında beyaz basın kartı aldım. Bu karta ‘tanıtım kartı’ derdik. Kardeşim, havamızdan geçilmezdi. Kartım 32 yıllık, oysa ben gazetenin en eskisiyim. Ege Telgraf’ı ilk tanıdığımda İzmir’in siyah beyaz, en havalı ve en hızlı havadis gazetesiydi. Adalet Partisi’nin, CHP’nin bütün ağır topları, yeni yetme iş adamları ve yatılı okul öğrencilerinin uğrak yeriydi Pasaport. Devamında Kordon… Sonra gazino ve pavyonlara dağılınır, İsmet’in orada çorbayı içen para bitmişse yine kahveye döner diğerleri evlere dağılırdı.1960 ve 1970’li yıllardan bir hatırlatma ile başladık. İşte Pasaport’ta yavaş yavaş güneş batarken bir taraftan inanılmaz bir kızıl gurup oluşurdu.Denizin ufuk çizgisinde gurup kızıllığını kaybedip akşam çökmeye başlarken hareketlilik de başlardı. Herkes aldığı haberleri birbirine sorardı. İşte tam o arada sıralanmış kahvelerde oturanlardan biri seslenirdi kahveciye: Aliiii gazeteler gelmedi mi kardeşim! Ali, yılların kahvecisi, bilmeyen tanımayan yok, entelektüel bir garson. “Şimdi Ege Telgraf gelir acelen ne? Zaten ondan önce basılan gazete yok. En hızlı haber gazetesi o, az sabret. Az önce Haldun gazeteye çıktı. Ege Telgraf’ta doğru haber vardır bekle, beş on dakika içinde duyduğun haberlerin doğrusunu öğrenirsin” derdi. Herkes Ege Telgraf’ı beklerdi. Olay gerçek mi, doğrusu ne nasıl cereyan etmiş? Ege Telgraf’a inanılmaz derecede güven duyulurdu. Hatta “Ya git işine! Ege Telgraf dün öyle anlatmıyordu” diyerek hiç bir lafa söze inanmazlardı. Neden? Çünkü Ege Telgraf, olay ve haber oluştuğunda hemen yazan akşam gazetesiydi. Gazeteyi dağıtım vakti geldiğinde çocuk gibi sevinir, ince dar merdivenlerinden inip çıkar keyif alırdım. On dört, on beş yaşlarında, erişkin dayı idim. Gazete iken Sezer abi muhabbetimden çok keyif alırdı ama gecikme olacağı zaman “Ha’di bir dolaş gel” derdi. Sezer abinin ricası ile milletvekili seçiminde ağabeyine Bayındır tam oy vermişti. Sezer Doğan kibar, naif, tek kelime mükemmel insandı. Savaşçıydı, aynı zamanda gazeteyi tek başına uzun yıllar sürükledi sırtladı, çilesini paylaştı, zirveye taşıdı. Ege Telgraf’ı elime alınca, “Dikkat et, beyaz giyiyorsun. Aferin, gazeteyi şık dağıt” diye seslenirdi. Biliyor musunuz hiç bir zaman kompleksleri olmadı. Çalışma azmi ve gazetecilik sevgisine olan hayranlığı beni haberci olmaya yöneltti. Ben farklı sebeplerden basında tam bir meslek erbabı olamayınca kızım bari gazeteci olsun diyerek staj için Ege Telgraf’a getirdim. Kızım da iyi bir gazeteci oldu. Yani kızım bir ‘Ege Telgraf Sezer Doğan’ eseridir. Üç insan tanıdım etkilendim Sezer Doğan ağabey, Ünal Tümin, Sabri Suphandağlı ağabey. Ancak Sezer Doğan’ı yaşadım diyebilirim. Altmış birinci yılında Ege Telgraf’ı Sezer Doğan felsefesi ile devam ettiren kızı Aylin Suphandağlı ve çalışanlarını hayranlıkla kutluyorum. Aylin hanım da bir savaşçı. Rahmetli Sayın Can Suphandağlı’dan sonra Ege Telgraf’ı sırtladığı gibi daha ileriye yürümeye devam etti. Bu gece aramızda olmayanlar Aylin Suphandağlı yönetimindeki Ege Telgraf ile gurur duydu, mutlu oldular. Ruhları şad olsun…