Çocukluğumdan hatırlarım, lisede tuttuğum hatıra defterlerinden… Dışı pembe ya da mor, simli… İçinde bazen kalp, bazen kelebeklerle… Adınız, soyadınız… Peki ya yaşınız? Lakabınız? Hayatınızda en değer...

Çocukluğumdan hatırlarım, lisede tuttuğum hatıra defterlerinden… Dışı pembe ya da mor, simli… İçinde bazen kalp, bazen kelebeklerle… Adınız, soyadınız… Peki ya yaşınız? Lakabınız? Hayatınızda en değer verdiğiniz şey? En yakın arkadaşınız… İleride yapmak istediğiniz meslek… Tuttuğun takım ve en sevdiğin yemek… Hepsi farklı farklı? Hobilerin… İnsanların hepsinin doğuştan gelen bir mizacı olduğuna ancak bu içi boş bedenlerin anlar ve yaşamlarla şekil bulduğuna inananlardanım… Okuduğun bir kitaptan öğrendiğin sözler, yüreğinde yarattığı etkiler; kulağına pembe pamuk şeker tadında gelen ya da bazen deli bir kısrak sürercesine saçlarına savurtan bir müzik… Ya da ne bileyim kayak yapmak, dağa tırmanıp göğün eteklerini öpebilmek gülümseyişinle… Soğuk kış aylarında kucağını ısıtabilecek bir örgü örmek… Belki de ağaçlarda kuruyup düşen yaprakları, deden kalma eski paraları, babanın kıymetli meşelerini biriktirmek… Belki de bir film gezgini olabilmek… Ama öyle herhangi bir film izlermişçesine değil; izlediğin hikayenin yazıldığı günden tut da, ışıkçısına, görüntü yönetmenine, bütçesine kadar bilebilmek… Bir müzik aletinde usta olmasan da yine de iyi derece bir şeyler çalabilmek… Ve… Resim… Bembeyaz bir tuvalin içimdeki dünyanın farklı devinimlerini yansıtması, beyazın benim hayallerime göre şekil alması, beyazın zamanla bana dönüşmesi ve ben olması… Ne kadar büyüleyici değil mi? Bu aralar hobilerimi geliştirmeye karar verdim. Ve sonda yazdıklarımdan anlayacağınız üzere resim yapmaya merak sardım. Tabi hemen benden görenleri rüyadan rüyaya sürükleyecek tablolar beklemeyin… Sonuçta bizler en güzel resimlerin göbeğine Cin Ali oturtan bir neslin evlatlarıyız… İlk önce ufak ufak başlayacak, renkleri birbirine karıştıracağım… Ne yaparsam yapayım bu sefer beyaza ben renk katacağım… Beyaz benim rengime bürünecek ve her fırça darbesiyle içimde biriktirdiğim ne varsa dışarıya atacağım… Yani kısacası anlatmak istediğim şey şu: Gündelik hayatta yaşadıklarımızdan o kadar bıktık ki… Karşımıza çıkan her türlü zorluğu aşma çabamızdan… İşgüzar, haddini bilmez insanlardan… Yaşamın hızına yetişme telaşımızdan… Yalanlardan… Dolanlardan… Dedikodulardan… Dedikoduculardan… Zamanı kaçırmalarımızdan… Bazen üst komşumuzdan, bazen de en yakınımızdan… Gerçekten o kadar bıktık ki… Aslında bıkmadık; aşırı yüklendik. Yüklendikçe dolduk, yüklendikçe taştık… Taştıkça beraberimizde de taşkınlık yarattık… O yüzden dağıtmak lazım kafamızı… O yüzden atmak lazım içimizden stresi… O yüzden uzaktan bakmak lazım biraz dünyaya… O yüzden sadece kendimizle baş başa kalmak lazım… Ben elime aldım fırçayı; önümde rengarenk bir evren hazır, bekliyor! Sen de aç kitabını, al şişlerini evine, biriktirdiğin yaprakları düzenle ya da müziğin sesini yükselt! Uzaklaş dünyadan… Ne güzel şeydir, kendinle baş başa olmak!