Köy Koop İzmir Bölge Birliği Başkanı Neptün Soyer, Ege Telgraf Web TV’nin canlı yayın konuğu oldu, Gündem Özel programında kooperatifçiliğin önemini, ülkede yaşanan tarım ve hayvancılık sorunlarıyla projelerini anlattı. Köy Koop’un 1960’lı yıllarda İzmir’de hareketlenmeye başladığını belirterek konuşmasına başlayan Soyer, “Bu kooperatifleşme hareketi 1971 yılında Köy Koop ile vücut buluyor. Üst çatılarını kuruyor, adına ‘Köy Koop’ diyorlar. Şimdi bu konuyla ilgili bir belgesel hazırlıyoruz. İzmir Köy Koop’un nasıl doğduğu ve çalıştığına dair… Bu tarz konuların bize ilham verilmesi lazım. Çünkü kooperatifçilik tanımında eksikler olduğunu düşünüyoruz, bu yüzden de yönetim kurulumuzla birlikte böyle bir karar verdik. Biraz geçmişimizi hatırlatmak istiyoruz. Yapılan çalışmaların bize ilham vererek şimdi daha başarılı çalışmalara dönüşmesini arzuluyoruz. 1980’li yıllara kadar da çok şahlanan bir yapı var. Ancak sonrasında hem ülkenin durumu, aynı zamanda bir takım yönetimsel yanlış kararlar ve insanlar… Köy Koop bu süreçte biraz yara almış. 1990’lara kadar merkez birliği yoktu, sonra tekrar kuruldu. İzmir tüm bu olumsuzluklara rağmen şehirleşmeyi çok iyi yapan, çok iyi bir arada olabilen ve dayanışma kültürünü çok güzel sergileyen bir şehir. Kooperatiflerimiz çok güzel çalışıyor” dedi.

‘KIRSALA HİZMET İYİ’

İzmir Köy Koop’un çatısı altında şu anda yaklaşık 107 tane tarımsal kooperatifin de bulunduğunun altını çizen Soyer, “Bu kooperatiflerin hepsi de çok amaçlı. Bir köyde kurulmuş olan ve küçük aile çiftçilerinin de içinde olduğu, ortakların olduğu kooperatifler dağındaki zeytini zeytinyağına da çevirir, salamura da yapar; o dağdaki çiçeklerle arıcılık da yapar, bal üretir… Aynı zamanda sebze bahçecilik de yapar, pazara gelir geçimlerini de sağlar. Mutlaka üç ila beş tane hayvanı da vardır, süt sağlayıp peynirini de yapar. İzmir gibi şehirlerde kırsala hizmet daha çok gidiyor. Ulaşım çok önemli; bölgeye ulaşım, sağlık hizmetlerine, eğitime ulaşım diğerlerine göre biraz kolay. Dolayısıyla kırdan kente göçüş İzmir’de çok yaşanmıyor. Bizim hala köylerimizde yaşayan insanlar var. Anadolu’ya gittiğinizde aradaki farkı çok daha rahat görüyorsunuz. Köyler boş kalmış… Sadece İzmir de değil aslında, Ege öyle değil… Ege, köyleri hala yaşayan bir bölge... Bunun da sebepleri somut: Kırsala olan hizmetin iyi olduğunun belirtisi. Şanslı olduğumuzu düşünüyorum. Böyle bir bölgede Köy Koop başkanlığı yapmak, kooperatif başkanlığı yapmak ve ortaklarımızla birlikte üretmek çok keyifli” diye konuştu. Diğer illerdeki kooperatif ya da Köy Koop başkanlarıyla görüştüklerinde çalışma yaparken sürekli belli başlı bir sıkıntı içinde olduklarını gözlemlediğini de sözlerine ekleyen Soyer, şu ifadeleri kullandı: “Onlarda hep ‘Acaba öyle mi yapsa?’, ‘Böyle yapsak daha mı iyi olur?’ gibi sorunların yaşandığını görüyoruz. Böyle söylediklerinde ben o sorunların İzmir’de aşıldığını görüyorum. Üretilenlerin pazarlanması konusunda hem ilçe belediyelerinin hem de Büyükşehir Belediyesi’nin pazarlama konusunda destek vermesi… Bunlar hep tarımda kalmanızı sağlayan konular. Köy hiçbir zaman yoksul değildir, bizim onun yoksunluğunu gidermemiz gerekir. Yoksulluk mümkün mü? Sabah kalktığınız anda toprak, hava, su adeta, Bugün size ne vereyim?’ diye soruyor. Aç kalmazsınız köylerde… Şehirde var açlık, şehirde var yalnızlık…”

‘POLİTİKALAR GELİŞMELİ…’

“Karar mekanizmasında olanların aldığı kararların belki de kısa süreli olması elimizdekini yeteri kadar ya da yerinde değerlendiremememize neden oluyor olabilir” diyerek sözlerini sürdüren Neptün Soyer, “Kendi alanımda yani tarım için konuştuğumuzda, bir ülkenin tarım politikasın 3-5 yıl olacak şey değil. Bir ülkenin tarım politikası en az 50 yıl olmalı. Kimin nerede, ne ve nasıl üreteceği, ne kadar üreteceği… Bunları köylü de bilmeli, tüketici de… Üretici olarak bu memleketin toprakların patatesin ne kadar üretildiğini bilmeliyim. Herkesin kafasına göre oluşturduğu, ‘Bu sene domates üreteyim seneye de patates çok para ediyormuş’ diye bir tarım politikası olamaz. Siyasi partilerin tarım politikaları uygulamaları olabilir ama o uygulamalar devlet politikasının üzerine koyacakları işlerdir” dedi.

KÜÇÜK MENDERES’TE ALARM!

Tarımda 12 aylık bir sirkülasyon olduğuna da dikkati çeken Soyer, “Doğada her şey zaten bir uyum içinde. Güney’de şimdi narenciyeyle uğraşıyoruz, kuzeyde orman ürünleriyle. Bir tarafta fındıkla uğraşanlar var, bir tarafta patatesle. Şimdi bu seneyi nasıl gördüğümüzü soracak olursanız, önümüze konmamış, olmayan bir tarım politikası, gelir-geçer siyasi uygulamalarla birlikte genel olarak baktığımızda çok da parlak olmadığını görüyorum. Doğu Anadolu Bölgesi’ne gittiğinizde gerçekten meralar uçsuz bucaksız… O sular sadece ineğin, keçinin içeceği değil sizin de içeceğiniz sular. Burada baktığınızda meralarda olması gereken hayvanların üçte biri var. Şimdi siz hayvancılığı Doğu’da nasıl düzene sokacağınıza ilişkin bir plan ve program yapmamışsanız, Batı’daki kapalı sistem hayvancılığın bir yerde tıkanacağını görmüş olmanız lazım… Çünkü bu meralarda otlatmadığınız hayvanlara ot vermek zorundasınız. Samanla beslemek zorunda kalıyorsunuz. Bakın, Küçük Menderes’te silaj dikimi ile çok ciddi bir kuraklık baş gösterdi. Hiç öyle ‘iklim’ denilmesin… Evet, iklim değişikliği var bir de bunun üzerine ama her yerde silaj var. Bu silajlar çok ciddi de bir su çekiyor. Yeraltı sularımızı silajla yok ediyoruz” açıklamalarında bulundu.

‘KÜÇÜKBAŞ’ DİLEĞİ…

Uzun zamandır küçükbaş hayvancılığa geçilmesi gerektiği noktasında çağrılarda bulunulduğunu da belirten Soyer, “Bakın, Osmanlı mutfağında dana bonfile gibi yemekler yoktur. Daha çok kuzu ve koyun eti hakimdir. Biz küçükbaş hayvanı nasıl pişireceğimizi biliriz. Onun lezzetini de biliriz. Annelerimize bakın, dana etini çok iyi pişiremezler ama kuzuyu çok iyi kavururlar. Küçükbaş hayvancılık konusundaki ısrarımızı bakanlıkta yaptığımız toplantılarda da dile getirdik. Bilhassa kadın istihdamında, kırsalda, köylerde küçükbaş hayvancılık konusunda çalışmalar yapılmasını ve teşvik edilmesini istedik. Bu yıl sanırım böyle bir yıl olabilir, sinyallerini alıyorum. İzmir’de de küçükbaş hayvancılıkta Keçi ve Koyun Birliğimiz var. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin de bu konuda çalışması var. Umarım, bu sene küçükbaş hayvancılıkta ve İzmir adına doğru adımlar atılsın. Birçok şeyi de çözmüş olalım. Süt hayvancılığının nasıl ve ne kadar yapılacağına artık bir an evvel karar versinler. Gerçekten Küçük Menderes’teki su kaynaklarımızın bu sistemle bir süre sonra yok olduğunu göreceğiz. Tehlikenin yaklaştığını görüyorsunuz, ‘Tehlike geliyor’ diyorsunuz ama herhangi bir tedbir alınmıyor. İnşallah, 2020 yılı küçükbaş hayvancılığın daha çok geliştiği ve İzmir’in de buna liderlik ve önderlik ettiği bir yıl olur” diye konuştu. Yağmur GÜLÜ / Özel Haber