“Pencerede oturmuşum, oturmuş, Türküler tutturmuşum, tutturmuş Şu garip baş bir yerlere vurulmaz Gurbet ellerde gayrı durulmaz...” Dilimde bu dörtlükle gözlerim...

Pencerede oturmuşum, oturmuş, Türküler tutturmuşum, tutturmuş Şu garip baş bir yerlere vurulmaz Gurbet ellerde gayrı durulmaz...” Dilimde bu dörtlükle gözlerimi açtım bu sabah... Aman Yarabbi! Ne bereketli bir gün olacağa benziyor. Sabahtan programlarımı yaptım, tilkilerimin kuyruklarını da birbirine bağladım, kuru fasulyeyi tencereye alıp bükülmesi geç kalmış kulakları da büktüm ve tertemiz bir sayfa açtım önüme; yazıyorum, yazıyorum, yazıyorum... Öğrendiğime göre Merkür ve Mars retroları bizi terk etmiş. Uzun zamandır önümüzde kördüğüm olan hayat artık bize şans, fırsat ve bereket getirecekmiş... Yıldızlara bakıp da kaderi belirlemek, geleceğin penceresini aralayabilmek ne afilli meslek azizim... Biz yaşamın tozlu kaldırımlarında ayakkabılarımızı eskitirken ve gökyüzünün mavisini düşler olmuşken birileri yıldızları izlemekten hem keyif hem de yarar sağlıyor. Özeniyorum, çok özeniyorum... Geçmişte yaptığım seçimler... Aslında o zaman ne kadar mantıklı gelmişlerdi. Cesaretimin ve her bir genç yaşımın deli gömleğini giyip saldırmıştım solukların arasına. Gel zaman git zaman soluk soluğa daldığım olaylarda boğulurcasına kaçmak istediğimi fark ettim. Ne garip... Heyecanla uyuduğunuz rüyaların sonunun aynı heyecanla bitmemesi... ‘Keşke benim de yıldız güzelliğiyle süslü afili bir mesleğim olsaydı da kendi hikayelerimin sonunu önceden bilseydim’ diye düşünüyorum... Keşkelerim o kadar çok ki aralarına birini daha ekliyorum... İnsandan geldin, doyumsuzluğun ne demek olduğunu çok iyi bilirsin. Hala ‘Yaşıyorum’ diyorsan da yüzde 90 tüketim çılgınlığının esirisindir. Yani tüketmenin verdiği hazzı bir kere aldıysan kopman kolay olmuyor. Ben sadece yemek yemekten, alışveriş yapmaktan bahsetmiyorum. Hayat tüketmek, insan tüketmek, olay tüketmek, zaman tüketmek... Daha gündüzü yaşamadan, gecenin özlemini duyuyorsan sen de bir tüketim canavarısın... Eline aldığın kitapta ‘Neler yaşanıyor?’ diye düşünmeden sonuna düşüyorsan evet, sonuç yine aynı... Ana yemek gelmeden tatlıyı, yola çıkmadan varışı, kavuşmadan ayrılığı düşlüyorsan üzgünüm, muhtemelen yaşamadan ölmeye de çok yaklaşmışsındır. E, ne duruyorsun? Salsana artık sıkı sıkı tuttuğun o uçurtmanın ipini, bırak özgürce uçsun. Maviyi renklerle yırtsın, kuyruğunu mutlulukla sallasın... Kahkalarınla boğazını sıkabilirsin karanlığın... Ve özendiğin yıldızları getirebilirsin hatta ayla hayatına... O zaman renkler daha bir renk, soluk daha bir ferah ve gökyüzü daha bir neşeli olacak... Yıldızlar gökten inecek ve gününü aydınlatacak. Bak, radyoda yine o sevdiğin şarkı çalıyor; Bazı nur içinde, bazı sisteydim Bazı beni seven bir göğüsteydim Kah el üstündeydim, kah hapisteydim Her yere sokulan bir rüzgar gibi Sözün şiirlerin mükemmelidir Senden başkasını seven delidir Yüzün çiçeklerin en güzelidir Gözlerin bilinmez bir diyar gibi Bu bile bir işaret değil mi! İyi ki kurtulduk retrodan, artık gerisi çok kolay...