Adeta tarih sahnesinden silinmek istenen bir millet... Ve o milletin destanlara konu olan ayağa kalkış hikayesi Çanakkale... Tarih 1915... Akıllarda tek bir doğru ‘özgürlük’. Kalplerde cayır cayır yanan tek bir ateş ‘Cennet Vatan’... Bugün Çanakkale’de, yüzbinlerce şehitle birlikte bir ulusun bağımsızlık uğruna neler yapabileceğinin hikayesi yatıyor... Çanakkale Savaşları, Balkan coğrafyası ve Atatürk Uzmanı Melih Asaroğlu, işte bu hikayeyi her yıl Çanakkale’ye gelen ziyaretçilere anlatıyor.

Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?

Daha önce Çanakkale 18 Mart Üniversitesi’nde görev yapıyordum. Şimdi Gelibolu Tarihi Alanı’ndan Sorumlu kurum olan Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alan Başkanlığı’nda görev yapıyorum. Görev saham içerisinde Gelibolu Tarihi Alanı’nı ziyaretçilere anlatan alan kılavuzu dediğimiz 307 arkadaşımızdan sorumluyum. Aynı zamanda ülke içinden ve ülke dışından, Devlet erkanından Çanakkale Şehitliği’ni gezip, görüp, öğrenmeye gelen gruplara sahada bizzat eşlik ediyorum. Buraya da ayağımın tozuyla Çanakkale Cephesi’nden 18 Mart törenleri yoğunluğunu atlatarak geldim... İzmir’e hoşgeldiniz... Çanakkale denildiğinde sanmıyorum ki damarında Türk kanı akan birinin tüyleri diken diken olmasın, o ruhu benliğinde yaşamasın. Bugün sizden Çanakkale’yi dinleyeceğiz. Şöyle başlayalım: Neden Çanakkale? Dünyanın o zamana kadar görmüş olduğu en büyük amfibik harekat... Kara, denizi hava ve hatta yeraltı savaşlarının yaşandığı o zamana kadar görülmüş en büyük askeri çıkarma harekatı. İkinci Dünya Savaşı’ndaki Normandiya Çıkarması’na kadar unvan değişmedi. Çanakkale Savaşları, İkinci Dünya Savaşı’nın galip kumandanlarından General Patton’un da araştırma çalışmasıydı. Buradan edindiği taktikleri İkinci Dünya Savaşı’nda uygulama ve geliştirme fırsatı bulmuştur. Dünyanın en yakın alanlı siper muharebelerinin yaşandığı savaştır, Çanakkale Savaşı. Atatürk, ‘Hiç olmayan bir şey oldu. Bizim askerlikçe bu mesafede hala muharebenin bitmemiş olması şaşılacak şeydir. Çünkü eski kuramlara göre bu mesafeden pekçok mesafede muharebenin sonucu belli olmuş sayılmak gerekir. Halbuki düşmanın sebat ve ısrarı kahraman askerimizin ölümden yılmaması, böyle burun buruna gelindikten sonra da daha aylarca zaman pek kanlı muharebe safhaları görmek imkanını muhafaza etmiş oluyor’ der. Atatürk’ün kastettiği bu olay siperlerin 8 metreye kadar düşmesidir. Japon Askeri Harbiyesi’nde ‘Çanakkale Türk Savunması’ dediğiniz zaman ayağa kalkılır, beş dakika boyunca başlar öne eğilir ve saygı duruşunda bulunulur. Bizler de, bu haklı gururla dünyaya Çanakkale Savaşı'nın ve orada canlarını veren şehitlerimizin neler için fedakarlıkta bulunduklarının tam olarak anlaşılmasının; ortaya konan birlik ve beraberlik ruhunu, yani Çanakkale Ruhu'nu milletimize anlatmanın gururunu yaşıyoruz.

Peki, Çanakkale ruhu nasıl doğdu?

“Üç dakika içerisinde öleceğini görüp ölüme koşan insanlar nasıl bu kadar azim, inanç ve sebatla direndiler?” diye çok soruyorlar. Yanıtlayayım... Çanakkale’de en büyük şansımız, Atatürk gibi bir dehanın o zaman ve o anda var olmasıydı. Savaşın kaderini değiştirecek noktada 19’uncu Tümen Komutanı olarak Bigalı Köyü’nde bulunuyor olmasıydı. Araziyi çok iyi biliyor olması, 1912 ve 1913 yıllarında bölgede, Akdeniz Boğazı Kuva-i Mürettebesi Harekat Şube Müdürü olarak görev yapması, Çanakkale Harp Sahası’nı karış karış gezmesi, Atatürk’e Çanakkale Savaşı’nı haritasız yönetme fırsatı verdi. Çıkarmanın beşinci saatinde, Türk Cephesi’nin kuzeyi çökmek üzereyken müdahale eden Atatürk ve ona bağlanan 27’nci ve 57’nci Alay Kumandanları Orta Makedonyalı’dır. 27’nci Alay Komutanı Şefik Aker Bey Kesriyeli’dir, 57’nci Piyade Alay Komutanı Hüseyin Avni (Arıburun) Manastırlı’dır. Atatürk ise Selanikli’dir. Dediğim gibi, bu insanlar Orta Makedonyalı’dır ve vatanlarını kaybetmiştir. Onlar vatan için mücadele ederken aynı zamanda vatanlarını, evlerini, yurtlarını kaybetmiş insanlar olarak o bilinçle oradadır. Artık kaybedilecek bir vatan yoktur. Aynı zamanda Çanakkale Kara Harekatı’ndan birkaç ay evvel bir kanal seferi yapıldı. Sivas’ın kavruk soğuğunda yetişmiş Mehmet, Port Said’e kadar gitti ve geldi, 350 kilometre... Çöl ve ateş sıcağının altında Kanal Seferi’ni yaptı. Aynı takvimlerde bizler Doğu Cephesi’nde dövüşürken, Ermeni çeteler tarafından köprüler havaya uçuruluyor, biriktirme noktalarımız basılıyor ve askerlerimizin aileleri şehit ediliyordu. Yani Türkiye üç taraftan abluka altındaydı ve gidecek başka bir yerimiz yoktu. Biz Çanakkale Savaşı’nı kazanmak mecburiyetindeydik ve öyle yaptık... İşte, o ruh böyle doğdu.

Dünyanın o zamana kadar görmüş olduğu en büyük askeri hareket’ dediniz ancak çok da büyük imkansızlıklar vardı, değil mi?

Winston Churchill, ‘Çok yiğitçe dövüşen, çok iyi komuta edilen Türk Ordusu ve Albay Mustafa Kemal karşısında bulunuyoruz. Dünyanın hiçbir ordusu bize bu kadar uzun süre dayanamazdı. Bütün Gelibolu Yarımadası’nın yüzeyini 5,5 santimetre (2 inch) kaplayacak cephane harcadık. Türkleri daha başka nasıl yenebiliriz ki...’ diyor. Gelibolu Yarımadası, kuş uçumu 86 kilometredir... Varın, siz hesap edin. Churchill’in bu sözleri belki de Çanakkale’yi en iyi anlatan ifadelerden biridir. Söylediğiniz gibi bu savaşta dezavantajlarımız da vardı. Bunlardan birtanesi de 5’inci Ordu’nun Alman Komutan Liman von Sanders tarafından yönetiliyor olmasıdır. Çünkü kendisinin Türkiye’nin çıkarına olduğu kadar Almanya’nın çıkarını da koruma gayesi vardır. Savaş ne kadar uzar, ne kadar İngiliz askeri Alman cephesinden Türkiye cephesine sevk edilirse, Almanya o kadar rahatlayacağı için Çanakkale Savaşı’nı örtülü uzatmıştır. En kritik noktaları zayıf birliklerle beklemeyi tercih ediyor; örneğin, 57’nci Alay’a direkt hareket emri verilmiyor. Atatürk emir almadan hareket ediyor. Dezavantajlarımız da bunlardı...

Her bağımsızlık mücadelesi ayrı bir destan... Ancak birçok savaşta olduğu gibi Çanakkale’nin anlatımlarında da sanki olağanüstü, gerçek olması çok zor hadiseler yaşanmış gibi anlatılıyor. Bu konuda neler düşünüyorsunuz?

Belki de kağıt üzerinde yenilmemiz lazımdı... Bu soruya Atatürk’ün anlatımıyla cevap vermek istiyorum... Kendisi savaştan üç yıl sonra 1918’de Messeret Kıraathanesi’nde gelecekte Yunanistan Büyükelçisi olacak gazeteci Ruşen Eşref Ünaydın ile buluşuyor. Mülakatında gün gün Çanakkale’de ne yaptığını anlatıyor. Ruşen Eşref Bey mülakatın sonunda, ‘Paşam, ben size bir şey sormak isterim. Hiç gözünüzle gördüğünüz bir kahramanlık sahnesi oldu mu?’ diyor. Atamız, ‘Ruşen, ben bireysel kahramanlıklarla ilgilenmiyorum fakat size Bombasırtı vakasını anlatmadan geçemeyeceğim’ diyor. Sizin gelip Çanakkale Şehitliği’ni ziyaret ettiğinizde, temsili 57’nci Piyade Alayı’nın bulunduğu anıtı temsil eden alan cephede Bombasırtı’dır. Atatürk de orada geçen bir olayı anlatıyor... Diyor ki; ‘Karşılıklı siperler arası mesafe 8 metre. Yani ölüm muhakkak... Birinci siperdekiler hiç kurtulmamacasına hepsi düşüyor. İkincidekiler onların yerine giriyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz?Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor ve en ufak bir duraksama göstermiyor. Sarsılmak yok. Okuma bilenler, Kuran-ı Kerim okuyarak Cennet’e girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler Kelime-i Şehadet getirerek yürüyorlar. Her siperde bir arslan neferimiz 20 düşmana karşı ölüyor, öldürüyor. Sıcak, Cehennem gibi kaynıyor... Bu Türk askerlerindeki ruh kuvvetini gösteren hayrete ve tebrike değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Muharebeleri’ni kazandıran işte, bu yüksek ruhtur’ diyor. Sizce, Çanakkale’de yaşananları bundan daha iyi anlatan başka bir ifade var mıdır?

Uzun zamandır Çanakkale’yi anlatıyor, bunun üzerine araştırmalar yapıyorsunuz. Elde ettiğiniz veriler ışığında sizi en çok şaşırtan şey ne oldu?

Artık pek şaşırdığımı söyleyemem... Attığım her adımda hala kendimi 1915 atmosferi içinde hissediyorum. Belki bugün başkasına çok şaşkınlık veren, bana artık sıradan geliyor. Ancak bugüne kadar çok etkilendiğim iki anım var, onu sizinle paylaşayım. Lone Pine dediğimiz Kanlısırt’ta Avusturalyalılar’ın mezarları bulunuyor. 1918’de İngilizler birdaha dönmeyeceklerini mezarlıklarını toplama kararı alıyor. Avusturalya Mezarlığı’nın olduğu Kanlısırt’ın deniz tarafına doğru olan nokta Şehitler Sırtı Tepesi’dir. Bu sırt bugün düzleştirilmiştir. Bir Anzak Töreni’nden sonra yine bir Avusturalya mezar taşının yanıbaşında, yere bir bayraklı fotoğraf çakılmış... Avusturalya Bayrağı... Fotoğrafta da dört kişi var; Avusturalya askerleri... Muhtemelen o gördüğümüz kişinin ailesiydi onlar ve o fotoğraf beni çok etkilemişti. İkincisi de, biz Çanakkale’de 21 tane şehitlik tespit ettik. Yeni tespit edilen şehitliklerden bir tanesinde, Keklikdere’de, göğüs kafesinin toprak üzerinde olduğunu gördüm. Onu ellerimle örtmüştüm... Hala şehitlerin kemikleriyle karşılaşıyorsunuz. Çanakkale Şehitleri’nin gömülü olduğu paftalar, Şevki Paşa Haritası’nda işaretlenmiş. Şehitlerimiz dere içerisinde yatıyor. Çünkü toprak kolay kazılıyor. Savaş yapıyor ve şehit veriyorsunuz. Toprak açılıyor, çukur kazılıp şehitler defnediliyor ve üzeri bir toprakla örtülüyor. Bir daha muharebe yapıyorsunuz, aynı toprak kazılıyor ve yine aynı işlem uygulanıyor. En son aşamada, üzeri folyo örtülerek ve civa konuluyor. Burası Şüheda Kabristanı oluyor. İşte, beni etkileyen olaylardan biri bu olmuştu; anlattığımı sahada yaşamak... Bu iki olayı asla unutmam.

Çanakkale Savaşı ile ilgili aslında yanlış bilinen çok da şey var, değil mi?

Çok... Çünkü ülkemizde bunu tek kaynaktan anlatma yetkinliği yok. Bu konuda başkanlığımız çok sıkı çalışıyor. Bugüne kadar herkes bir şey söylemiş, Çanakkale en büyük zaferimiz olduğu için efsaneleşmiş ve Kurtuluş Savaşı’na öncü olmuş. Araştırmalar gün geçtikçe daha da detaylandırıldığı için birçok yeni bilgiyle genişletiliyor. Eskilerin bir kısmının gerçekle pek de ilgisi olmadığını görüyorsunuz. Kahramanlık ve savaşın seyri açısından gerçeklikten kopmayla ilgili hiçbir değişiklik yok. Ancak bazı gerçekler de var... Örneğin, o herkesin bildiği yemek menüsü. 70 alaydan fazlası cephede. 250 binden fazla insan var ve sürekli takviyeler de yapılıyor. Bu insanlara yemek yedireceksiniz, hayvanlar su ve ot ile beslenecek. İstanbul’dan bir sevkiyat söz konusu. Bir şehir insana bakar gibi cepheyi beslemek zorundasınız. Çanakkale için Biga, İstanbul ve Tekirdağ’daki un fabrikaları aralıksız çalışmış. Kazanlarda pişirilen yemekler takım takım sırasıyla yeniyor. Ne olursa olsun herkes cepheye sıcak yemek yetiştirmeye çalışıyor. Çanakkale Cephesi’nde askerimiz günde 62 gram et yiyor. C vitamini eksikliği yaşamasınlar diye de taze sebze ve meyve toplanıyor. Çanakkale’de asker aç kalmıyor. Kumandanlarımızdan Behiç Erkin, kendisi Kurtuluş Savaşı’nda da çok önemli bir karakterdir, Çanakkale’nin de iaşesini sağlayan kişilerdendir. “1917 YILI 43’üncü Alay Birinci Tabur Birinci Bölük Çanakkale Kahramanları Yemek Listesi” diye tabir edilen liste, Irak’taki 43’üncü Alay’a ait. Irak’a sevkiyat zor, tek bir yol hattından ilerliyorsunuz. Yiyecek ve cephane sevk etmek çok zor. Evet, Çanakkale’de türlü imkansızlıklarla karşılaşıldı, özellikle cephanede. Zor şartlarla mücadele edildi. Ünlü bir televizyon dizinde verilen Çanakkale Kahramanları yemek listesi herkesin yüreğine dokundu, öyle anlatıldı, halk da öyle bildi. Ama öyle değildi. Acı olan şuydu, 1917’de cephede asker o yemeği bulabildi ama cephe gerisindeki halk mısır koçanından un yapmaya çalıştı. Millet aç kaldı ama askerine yemek yedirmeye çalıştı. İşte, böyle... Bu ruhtur bizi ayakta tutan, bağımsızlığımızı sağlayan. Çanakkale Anadolu’nun kapısıydı ve o kapı düşmana açılmamalıydı. Biz de o kapıyı bir daha asla açılmamak üzere düşmana kapattık... (DEVAM EDECEK) YAĞMUR DAŞTAN / ÖZEL HABER