İzmir ve Ege Bölgesi, Türkiye'nin birçok bölgesinin aksine temiz ve çevreci enerji olarak da adlandırılan yenilenebilir enerji kaynaklarında büyük potansiyele sahip. Bu zenginliğe rağmen çevre kirliliği üst seviyelerde. İzmir'in hava kalitesi, termik santrallerin kente etkisine dair çarpıcı rakamlar paylaşan TMMOB Çevre Mühendisleri Odası İzmir Şubesi Başkanı Helil İnay Kınay, rüzgar, güneş, biyogaz ve jeotermal enerji santralleri gibi yenilenebilir alternatif enerji kaynaklarının yeteri kadar kullanılıp kullanılamadığına dair önemli değerlendirmelerde bulundu.

KİRLETEN KİRLETENE…

Enerji üretiminde öncelikli tercihin termik santraller olduğunu ancak kullanılan teknoloji nedeniyle insan ve çevre sağlığı açısından büyük tehlike arz ettiğini belirten Kınay, “Yaşamımızı sürdürürken temel ihtiyaçlarımızdan biri de enerji. Bu noktada enerji üretiminin çevresel etkilerine baktığımızda çevre kirliliği yaratan en önemli bileşenlerin termik santraller olduğunu görüyoruz. Termik santraller, elektrik üretimi için kömür yakması sebebiyle iklim değişikliğine neden olan sera gazı salımlarının ana endüstriyel kaynağı. Ülkemizde termik santrallerde taş kömürü ve linyit kullanılmaktadır. 2016 yılında yayımlanan ‘Avrupa'nın Kara Bulutu Raporu’na göre Avrupa Birliği’nde 257 kömürlü termik santralin yarattığı hava kirliliği yılda 22.900 kişinin erken ölümüne yol açmıştır. Aynı yıl Avrupa Birliği’nde gerçekleşen trafik kazasında 26.000 kişi hayatını kaybetmiş. Ayrıca en fazla erken ölüme neden olan 10 kömürlü termik santralin 7’si linyit ile çalışmaktadır. 2014 yılı verilerine göre Türkiye'de termik santrallerden kaynaklı hava kirliliği yaklaşık 3.000 kişinin erken ölmesine neden olmuştur. Türkiye, dünyanın en büyük 4'üncü ve Avrupa'nın da 2'inci linyit üretici ve tüketicisidir. Buna ek olarak Türkiye, dünyanın 7'inci büyük taş kömürü ithalatçısıdır. 2016 yılında Türkiye'nin elektrik üretiminin yüzde 67'si fosil yakıtlardan ve yüzde 34'ü kömürden sağlanmaktadır. Eylül 2018 itibariyle ülkemizde 27 kömürlü termik santralin 16'sında linyit kullanılmaktadır. Kömüre dayalı kurulu gücün yüzde 52'sinden linyit kullanılmaktadır. Maalesef Türkiye, Avrupa Birliği ülkelerine kıyasla hem sayı hem de kapasite bakımından en fazla termik santral planlayan ülke. Bu planlanan santraller yapılırsa linyite dayalı kurulu güç yaklaşık 3 katına çıkacak. 2015 yılında yayımlanan ‘Ödenmeyen Sağlık Faturası Raporu’ verilerine göre Türkiye'deki termik santrallerin yarattığı hava kirliliğinden dolayı yılda 2.876 erken ölüm olduğu belirtilmiştir. Temiz Hava Hakkı Platformu tarafından yapılan analizlere göre 2017 yılında Türkiye'de hava kirliliği kaynaklı yaşanan ölümlerin sayısı, trafik kazaları kaynaklı yaşanan ölümlerin sayısının 7 katıdır.” diye konuştu.

TÜRKİYE’DE DURUM

Geçtiğimiz aylarda da tartışma konusu olan termik santral izinlerine dair de konuşan Kınay, “Ülkemizde enerji üretiminin sağlandığı, özelleştirilen ve 6 yıldır yapması gereken çevre yatırımlarını yapmayan 16 kömürlü termik santral için Haziran 2022'ye kadar ‘kirletmeye devam edin’ izni verildi. 16 kömürlü termik santral için havayı, insanı zehirleme izni dördüncü kez meclis eliyle yasallaşmış, gelen tepkiler ile düzenleme çekilerek izin süreçleri değerlendirilmişti. Ancak mevcut kirlilikler devam ediyor. Ülkemizdeki mevcut özelleştirilen termik santrallerin tüm muafiyetlere rağmen hala çevresel yatırımlarını gerçekleştirmemiş olmaları kabul edilemezken muafiyet sürelerinin tüm bu olumsuzluklara rağmen uzatılması ve zaten çevresel olarak sorunlu olan bu tesislere tekrar tekrar kirletme hakkı verilmesi yaşamlarımızın da hiçe sayıldığının bir göstergesidir. Termik santrallerin yarattığı çevresel kirlilik, çevre ve halk sağlığına yönelik olumsuz etkileri değerlendirilirken ülkemizin yenilenebilir enerji kaynakları potansiyelinin değerlendirilmesi gerektiği, bu noktada doğru planlama ve yatırımlar ile enerji ihtiyacının karşılanması sürecinde rüzgar, güneş, atıktan enerji alternatiflerinin payının artırılması ve kömürlü termik santrallerin yarattığı kirliliğin azaltılması gerekiyor. Ancak her yatırım ve planlama sürecinde olduğu gibi enerji yönetimi ve yatırımlarında da arazi kullanımı, taşıma kapasitesi, yerleşim alanlarına ve yaşam alanlarına etkilerin bütünsel ve doğru olarak değerlendirilmesi gerekiyor” dedi.

YA RÜZGAR ENERJİSİ?

Ülkemiz ve bölgemizde bulunan temiz ve çevreci yenilenebilir enerji kaynaklarının doğru planlama ile doğru şekilde kullanılması gerektiğine de vurgu yapan Oda Başkanı Kınay, “Bugün yenilenebilir enerji kaynağı olarak tanımladığımız rüzgar santralleri, güneş enerjisi, biyogaz tesisleri ve diğer alternatif enerji kaynakları, enerji üretimine yönelik termik santrallere kıyaslandığında daha az kirletici etki yaratmaktadır. Ancak bu tesislerin yer seçimi, planlama, proje ve işletiminde yapılan eksik ve yanlışlar da bu tesislerin özellikle alan kullanımına yönelik yarattıkları değişimler nedeni ile olumsuzluklar içermektedir. Kentimizde Karaburun Yarımadası’nda RES projelerine ilişkin bölge halkı tarafından yürütülen mücadeleler uzun yıllardır devam ediyor. Rüzgar santralleri ise diğer enerji yöntemlerine göre daha az kirletici olmak birlikte kuş göç yollarına etkileri, gölge etkisi, gürültü, arazi kullanımı gibi olumsuz çevresel etkilere neden olabilmektedir. Bu nedenle her yatırımda olduğu gibi rüzgar santrallerinde de bölgesel taşıma kapasitesi, doğru planlama, arazi kullanımı ve türbin yerleşimleri, yerleşim alanlarına mesafe gibi faktörler büyük önem taşımaktadır. Rüzgar santralinin kurulacağı yerin seçiminde yeterli rüzgar potansiyeli ve arazi imkanından başka iletim hattına uzaklığı, trafo gücü, sit alanı veya doğal koruma alanları, milli park alanı olup olmaması, yakınında uzun mesafeli alıcı-verici antenler ve bağlantı hatları bulunmaması ayrıca göçmen kuşların uçuş yolları üzerinde olmaması gibi özelliklere dikkat edilmesi gerekmektedir. Proje bazlı planlama yerine, bölgesel taşıma kapasitesi belirlenerek bölgesel planlama yapılmalıdır. RES ve diğer yenilenebilir enerji kaynakları ile ilgili politika, planlama ve programlar stratejik çevresel değerlendirme kapsamına alınmalıdır. Rüzgar santrallerinin planlanması, çevresel etkilerinin değerlendirilmesi ve bölgesel planlama süreçleri doğrultusunda işletilmesi gerektiğini belirtiyoruz ancak özellikle Karaburun Yarımadası'nda uygulanan projeler ile bölgenin doğal bitki örtüsü, ekolojik yapısına zarar verilmesi, yerleşim alanlarına çok yakın mesafelerde kurulan türbinler bölgenin çevresel kalitesini de olumsuz etkiliyor. Yıllardır süren mücadelelerde plan kararları ve ÇED olumlu belgelerinin iptali ile sonuçlanan mahkeme kararlarına rağmen mevzuatlar kapsamında yinelenen süreçler, bilim insanları, bilirkişi raporları ile yapılan değerlendirmelere rağmen ÇED Yönetmeliği kapsamında yinelenen ÇED raporları sürecin bir parçası olmaktan öteye gidemiyor. Koruma ve sürdürülebilirlik kavramlarının temel sorumlusu olan ilgili bakanlıklar eli ile doğal karakteri korunması gereken alanlar, ormanlar, tarım alanları kullanım amacı dışına çıkarılarak enerji yatırımlarına feda ediliyor” değerlendirmesinde bulundu.

‘DEĞERİ BİLİNMİYOR’

Bir diğer önemli enerji potansiyeli olan ve sayıları gün geçtikçe artan güneş enerji santralleri (GES) projelerinin de benzer yanlışlara kurban edildiğini aktaran Kınay “Sayıları artmaya başlayan güneş tarlalarında da benzer hatalar yapılıyor. Alan seçiminin en önemli kriter olduğu süreçte miktarı gün geçtikçe azalan, baskılara maruz kalan tarım, orman ve doğal sit alanlarının GES yatımlarına da açıldığını görüyoruz. Bu noktada Karaburun’da GES projesi için binlerce ağacın kesilerek ormanın yok edilmesi de yaşadığımız en son örneklerden biriydi. Yaşamımızı sağlıklı ve sürdürülebilir kılabilmek için kaynaklarımızın korunmasına, etkin ve doğru yönetim politikaları ile birlikte denetime ihtiyaç olduğunu yıllardır söylüyoruz. Bu aşamada tüm süreçlerin bilim mühendislik ve bütünsel planlama çerçevesinde uzman meslek disiplinleri ile yürütülmesi en önemli faktör. Yaşamımızı sürdürme noktasında zorunlu ihtiyaçlarımızın giderilmesi amacı ile tüm kaynaklarda olduğu gibi enerji ihtiyacımız için de ‘Kimin için, ne için, ne kadar enerji?’ sorusunun cevabının doğru, etkin, yeterli kamu yararı için bir enerji politikası olarak cevaplanması gerekiyor. Bu noktada enerjiyi kullanan bireyler olarak bizim gereksiz tüketim ve kullanım alışkanlıklarımızı değiştirerek kısıtlı olan kaynakları, kirletici üretim süreci ile enerjiyi doğru kullanmak gerekiyor. Ayrıca sanayi, tarım, turizm, kentleşme, madencilik gibi sektörlerin de kaynak yönetimi ve enerji verimliliği, geri kazanım, yeniden kullanım uygulamalarını hayata geçirmeleri büyük önem taşıyor.” ifadelerini kullandı. Erman Şentürk / Özel Haber