Mutahhar Şerif’e hayran bir Amerikalı: Mister “Şo” - 2

“Duyarsam unuturum / Görürsem hatırlarım / Yaparsam öğrenirim” 

“Başkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliği altında 29 Birinciteşrin (*Ekim) 1923’te teessüs eden ve bugüne kadar siyasal, sosyal ve ekonomik sahalarda bir inkılâp vücuda getirmiş olan Türkiye Cumhuriyeti, bu son üç sene zarfında dikkatini hapishanelerin ıslahı meselesine çevirmiştir.”

G. Howland Shaw’un, Türk cezaevleriyle ilgili olarak, Amerikan Polis Mecmuası’nda yayınlanan uzun makalesi işte bu tümceyle başlar. Makalesinin ilk bölümünde daha çok rakamsal bilgilere yer verir yazar. Türkiye’de işlenen suçların karakteristiğini saptamaya çalışır. Amerikan dergisinde yayınlanan bu makalelerin Türkçesini, 1937 yılının Kasım ayında, Ulus gazetesi sayfalarına taşır.

“Texas devletinden biraz daha büyük bir araziye ve 16.200.694 kişilik bir nüfusa sahip olan Türkiye’nin 362 tane hapishanesi vardır ki; bu hapishanelerin içinde bulunanların adedi, 1 Temmuz 1934 senesiyle, 1 Birincikanun (*Aralık) 1936 senesi arasında 29.076 ile 32.658 rakamları arasındadır. 1935 yılında 113.002 kişi hapse girmiş ve 99.804 kişi hapisten çıkmıştır. Bu rakamlara tevkif edilip mahkemelerini bekleyenler, kadınlar, yaşları 11 ilâ 18 arasında olan çocuklar, gümrük kaçakçıları ve vergi vermeye muhtedir olmayan kimseler de dahildir.

Küçük hapishane tipi Türk ceza sisteminin karekteristiğidir. Mevcut 362 adet hapishaneden 271 tanesinin sakinleri ellişerden azdır ve bu hapishanelerden ancak altı tanesinin 551-750 arasında mahpusu vardır. Hapishanelerden üçü, plan ve yapı itibarıyla oldukça modern olduğu gibi elli tane kadarı da daha başlangıçta hapishane diye inşa edilmişlerdir. Gerisi kimi kale, kimi kışla, kimi mektep, kimi de depo diye yapılmış ve kullanılmış olduktan sonra hapishane olmuştur (…) Mahpusların tasnifi işi Türkiye'de iptidaî şeklini henüz aşamamıştır. Şöyle ki, bir düzineden 200 mahpusa kadar ihtiva eden ve Türk hapishanesinin tipik numunesini teşkil eden mahallerde 12-18 yaşları arasında olan katiller, vergiden kaçanlar, birkaç gün veya birkaç hafta müddetle herhangi bir belediye nizamnamesine karşı gelmiş olanlar, aynı zamanda da temyiz mahkemesinin herhangi bir kararını bekleyenler hep birarada görülür. Kısa mahkûmiyet giyenler ekseriyi teşkil eder; müebbet ceza giyenler veya ölüm cezasına çarpılanlar pek nadirdir.   

Türk mahpus büyük bir hürriyete maliktir. Sabit bir program mevcut değildir; orada herhangi bir grup zıddiyeti olmadıkça mahpuslar kendi hallerine bırakılırlar (…) Büyük hapishanelerin birkaçında bazı iş ve meşgaleler mahpuslara tahmil edilmekteyse de, şimdiye kadar hapishane hayatı, umumiyetle tembellik, hem de ekseriye gayri sıhhi şartlar altında geçen sıhhi bir tembellik hayatı demek olmuştur.”

Hapishanelerin yapısı ve işleyişini irdeleyen Shaw, yazısını Türk suçlu profilini değerlendirerek sürdürür. Çünkü ona göre suç, suçun işlendiği toplumun, kendi deyimiyle cemiyetin bir ürünüdür ve mutlaka sosyolojik bir nedene dayanmalıdır. 

“Türkiye bir ziraat memleketidir ve ahalisinin en büyük kısmı küçük köylerde en basit şartlar içinde yaşayan köylülerden müteşekkildir. Hapishane sakinlerinin hali de, bu vaziyeti aynen aksettirmektedir. Mahpus ekseriya 22-39 yaşları arasında bir köylü olup, işlediği cinayet de ya intikam ya da kıskançlık yüzünden yapılan yahut da bir arazi kavgasından ika edilmiş bir cürümdür. 1 Birincikanun (*Aralık) 1936 senesinde  mahkûm edilen 19.931 kişide; 8247’si erkek, 186’sı kadın ve 147’si reşit olmayan çocuklar olmak üzere 8580’i katil ile suçlu idi. Kız kaçırma vakası da karakteristik olan diğer bir cürümdür (…) Hayvan çalma ve eşkıyalık etmek fiilleri de her sene bazılarının hapsine mucip olmaktadır. Eşkıyalık vakaları tamamıyla yok olmaya yüz tutmuştur. 

Profesyonel cani ve “gangster”ler, büyük şehirlerde bile (çok) nadirdir. Zihnen malûl olmak yüzünden cürüm ve cinayet yapmış olanların adedi de mahduttur (…) Keza kadın ve çocuk mücrimler de adet itibarıyla mahduttur. 1 Temmuz 1934’ten, 1 Birincikanun (*Aralık) 1936’ya kadar hapse mahkûm olan kadınların adedi 431 ilâ 642 arasında; 11 ilâ 18 yaşları arasındaki mücrim çocukların adedi de 353 ilâ 484 arasında idi. 

Türkiye’de hapishaneleri ıslah etmek meselesine ciddi bir surette 1934’te başlanmıştır. Daha 1926’da İtalyan ceza kanunundan mülhem olan bir ceza kanunu kabul edilmiştir. Bu kod mahkûmun yalnız başına hapsolunması keyfiyetini istilzam ettiği için eğer yeni hapishaneler inşasında tatbik edilseydi çok masrafı mucip olacaktı (…) Hapishanelerin ıslah işi büyüklere mahsus olanların ıslahıyla yapılmak isteniyordu. Bu iş, iki adamın başarısı olmuştur. 

1933 senesinde Türk Başbakanı İsmet İnönü, Adliye Bakanı olarak Şükrü Saraçoğlu’nu tayin etti (…) Bu tayinden bir sene sonra Mutahhar Şerif Başoğlu adında birisi, İstanbul Üniversitesi’nin Hukuk Fakültesi’nden birincilikle mezun oldu. Bu zat bir sene müddetle bir köy mektebinde hocalık etmiş, köylüye dair meselelerle son derece alâkadar olmuş ve bir taraftan hukuk derslerine çalışırken, diğer taraftan da hapishanelerin ıslahı meselesiyle alâkadar olmuştu. Mezun olduktan üç ay sonra Şerif Başoğlu, Adliye Bakanı’nın emri üzerine Türk hapishaneleri ve Türk mahpusları hakkında tetkikata koyulmuştu. Bu tetkik işini yapabilmek üzere Başoğlu, Osborne Birliği’nin “Amerikan Hapishanelerinin ve Islahanelerinin El Kitabı”nın ve ayrıca da Bay Frank Loveland Jr’s.’ın “30 Eylül 1929’da Massachusetts Devlet Hapishanesinin Sakinlerine Dair İstatistik Yoldan Tahlil” adlı eserlerin usullerini inceledi. Hatta vaziyeti daha yakından görebilmek için Şerif Başoğlu İstanbul Umumî Hapishanesi’ne kendisini koydurdu. Birkaç ay zarfında, Adliye Bakanı Türk hapishanesi ve Türk mahpusu hakkında o zamana kadar almış olduğu resmi raporlardan bambaşka olan birtakım sahih ve samimi malûmat elde etti. Neticede açıktan açığa hissedilen bir reforma ihtiyaç duyuluyordu. Fakat herhangi bir programa bağlanmadan evvel Adliye Bakanı, Şerif Başoğlu’yu İsviçre’ye, Belçika’ya ve bazı Balkan memleketlerine göndererek Başoğlu’nun buralardaki vaziyeti de iyice tetkik etmesine imkân verdi. Henüz 26 yaşında olan Şerif Başoğlu, bugün Hapishaneler Genel Direktörü’dür.” (Ulus gazetesi, 4 Sonteşrin (*Kasım) 1937, Perşembe, “Türk Hapishane Sistemi ve Bunda Yapılan Reform” başlıklı , Howland Shaw imzalı yazı, Gazete Yayın no: 5845, Sene: 18, s. 6) 
Howland Shaw’un makalesinin ilk bölümünde bu bilgiler verilirken, ilkinin yayınlanmasından bir gün sonra, 5 Kasım 1937 günü yayınlanan ikinci bölümde ağırlıklı olarak İmralı, Edirne ve Zonguldak iş esaslı hapishane oluşumları, başka deyişle “mahkûm kolonileri” fikrinin doğruluğu övülmektedir.

“Türkiye’nin hapishane reformu meselesi üç esaslı prensipten mülhemdir. Bu reform hareketi, (birçok kullanılmış kelimenin en salim mânâsıyla) “millî” olmuş; yani yapılan ıslah hareketinde daima Türk mahpusu nazarı dikkate alınmış, memleketin şeraiti göz önünde tutulmuş ve ecnebi hapishanelerin her hususiyeti öğrenilmiş ve tetkik edilmiş olmakla beraber yapılacak işe şuursuz bir taklit asla karışmamıştır. İkinci olarak, kurulacak ceza ilmi ve sisteminin daima tecrübeye müstenid ve pragmatik olması lazım geldiği unutulmamış, ve nihayet üçüncü olarak da (ki en mühim nokta budur) Türk hapishanesinin reformu şu fikirle meşbudur ki, binalardan ve programlardan çok daha fazla bir ehemmiyeti haiz olan bir şey varsa o da Türk şeflerinin şahsiyetinin ve Türk davası karşısında gösterdikleri sadakat ve feragatin her şeyin fevkinde oluşudur. Türkiye, hem bu prensipleri güdebilecek kadar cesur bir Adliye Bakanı, hem de bu prensipleri tatbik mevkiine koyup onları başaracak kadar muktedir bir Genel Hapishaneler Direktörü bulmak talihine mazhar olmuştur. 

Atılan ilk müsbet adım, İmralı adasındaki ziraî soydan bir ceza kolonisi kurmaktan ibaret olmuştur (…) 8 İkincikanun (*Kasım) 1935 tarihinde Şerif Başoğlu’nun idaresindeki elli mahpus buraya getirildiği zaman adanın ilk sakinlerinden kalan yegâne emareler, iskelenin yakınında bulunan damsız bir binanın dört çökük duvarından ibaretti. Buraya getirilen elli mahpusun (…) Şerif Başoğlu tarafından diğer mahpuslar arasından seçilmelerinin sebebi de, gerek hapishanelerde bulunurken gösterdikleri ahval ve hareket ve gerekse de yeni koloni için lazım olan bazı kabiliyet ve meziyetlere haiz oluşlarıydı (…) İmralı, diğer topraklara zaman zaman ve gayrı muntazam bir şekilde işleyen küçük yelkenliler veya motorlarla bağlıydı (…) Ani bir ihtiyaç veya zaruret vukuunda her türlü yardımdan uzak kalma istirarı ve yenilmesi lazım gelen güçlüklerin burada mevcut olması, muhakkak ki Şerif Başoğlu gibi hapishane reformu işine kendini bu kadar içten bağlamış olan bir kimseyi cezbedecekti.  Başoğlu, burada muvaffakiyetini teşkil eden asıl unsurları, idare meziyetlerini kullanmasına vesile olan asıl şartları bularak eserini kurabildi ve hapishaneden ziyade burada bir komün vücuda getirdi. Direktör, jandarmalar ve mahpuslar hep beraber, el birliğiyle çalıştılar, aynı yemeği yiyip, aynı yerlerde yatıp kalktılar. Fazla olarak müessesenin istikbalini düşünen, karşısına disipline ait problemler halli zımmında usuller ve metotlar bulan direktör, bu işlerden maada, mesela bazen bütün gece hasta bir mahpusun başında beklemek ve mahpuslara ders okutmak gibi şeylerle iştigal ediyordu. İşte muhakkak ki bir işe bu derece bağlılık ve bir iş için bu derece feragat, bilhassa sağduyu ile el ele gittiği zaman mükâfatını bulmakta gecikmez. İşte İmralı böyle doğdu (…) Koloni, bir yıldan daha az olan bir zaman içerisinde ziraat mahsüllerinin satışını yapmış, masraflarını fazlasıyla çıkarmıştır. 21 bin  sterlin ya da 16 bin dolar! ”  
Howland Shaw yazısında, Edirne Yanıkkışla hapishanesinde kurulan şeker pancarı tarım istasyonunu ikinci mahkûm kolonisi girişimi olarak saptadıktan sonra, üçüncü koloni yapılanması olarak Zonguldak’ı , maden işinde çalıştırılan mahkûmları işaret eder.

“Hapishanelerin ıslahı hareketinin üçüncü teşebbüsü, mahpuslar arasından itina ile seçilmiş olan bir zümrenin Zonguldak’ın büyük maden ocaklarının birinde çalıştırılmalarından ibarettir. Bu itibarla maden (ocağı) sahipleriyle bir mukavele akdedilmiş ve burada çalışacak mahpuslara sekiz saatlik bir çalışma günü ile mahpusları himayeye matuf daha başka şartlar temin edilmiştir (…) Şimdi, bu mahpusların adedi yetmiştir. 

Önümüzdeki aylar esnasında İmralı, Edirne ve Zonguldak kolonilerinin sakin adedi arttırılacak, bununla beraber bu artma keyfiyetinin yeni gelenler bakımından vaziyeti ve buralarda hakim olan ruh ve zihniyeti temessül etmelerine mani olmayacak şekilde husule gelmesine dikkat edilecektir. 

Hapishanelerin ıslahını teyit edecek olan kanun ve nizamnamelerin tanzimi işi, ağır ağır ve itina ile ilerlemekte olup, bir taraftan eski ceza sisteminin, diğer taraftan da yeni müesseselerin iş birliğinden edinilen tecrübelerin kritik bir tenkidi üzerine müessestir (…) Şimdiki halde hapishanenin direktörü de dahi olduğu halde bütün personeli çok az para almaktadırlar ve bunlar için bir tekaüd sistemi de düşünülmemiştir. Lazım olan kanun ve nizamnameler tespit edildikten sonra hapishane servisinin istilzam ettiği yüksek vazifeleri görecek elemanlar, üniversitenin hukuk ve tıp fakültelerinden almaya teşebbüs edilecektir. İşte Türkiye’de hapishanelerin reformu hareketinin yaptığı ve yapmak istediği şeyler bundan ibarettir. Maddi bakımdan ve sırf istatistik ölçülerine göre elde edilen neticeler, pek muazzam görülmelidirler. Mevzubahs edilen yeni programlara tabi kılınan mahpusların sayısı pek büyük olmayabilir. Diğer taraftan (…) azametli binalar da mevcut değildir. Fakat hapishane meselesinin telakki ediliş tarzı göz önüne getirilir, problemin halli için sarfedilen cehdin ve güdülen prensiplerin kıymeti düşünülür ve bu prensipleri tatbik mevkiine koyan insanların kıymetleri dikkate alınırsa, elhasıl maddi ölçülere gelmeyen bütün bu değerli keyfiyetler hesaba katılırsa, o zaman bugün Türkiye’de mevcut olan bu sahadaki hal ve vaziyet layıkıyla anlaşılır, hatta bu hal ve vaziyetin Türkiye harici için de haiz olan şümul ve ehemmiyeti takdir edilir.” (Ulus gazetesi, 5 Sonteşrin (*Kasım) 1937, Cuma, “Türkiye Hapishanelerinde Reform” başlıklı, Howland Shaw imzalı yazı, Gazete Yayın no: 5846, Sene: 18, s. 6)   

Howland Shaw’un Mutahhar Şerif Başoğlu hayranlığının altında çok gerçekçi ve doğrulara dayanan, göz yaşartıcı bir mücadele tanıklığı olduğu o kadar barizdir ki! Suçun ıslahı çalışmalarıyla neredeyse dünya çapında iz bırakmış bir uzmanın, gencecik meslektaşına duyduğu mesleki hayranlığın bizlere kalan mirasını değerlendirmek için hiçbir zaman geç değildir. 

Gün gelir; Amerikalı uzman Türkiye’deki görevini tamamlayıp ülkesine döner. Ama gerek yaptıkları ve gerekse yazdıklarıyla “Türk dostu” sıfatını da yanında götürür. 1939 yılında ünlü bir Türk gazetecisinin Amerika’ya  yolu düşer ve aklına eski dostlarını ziyaret etmek gelir. Bu gazeteci Ahmet Emin Yalman, bu eski dostlardan biri de G. Howland Shaw’dur.

“Amerika’daki sayılı dostlarımızdan biri de eski sefaret müsteşarı Mister Shaw’dur. Dünyada kâmil insan idealine bu kadar yaklaşmış mahlûk cidden azdır.
Mister Shaw’u hariciyedeki dairesinde gördüm. Zat İşleri denilen bir dairenin (*Sicil ve Özlük Haklar Bürosu) umumi direktörüdür. Bu dairenin eski başları, kendi kendileri için parlak vazifeler hazırlarlar, fırlayıp giderlermiş. Bunun üzerine bir usul konmuş: Zat işlerine umumi müdür olanlar, bu mevkiden hariçteki bir memuriyete doğrudan doğruya geçemeyecekleri gibi, ayrıldıktan sonra da üç sene hiç terfi edemeyeceklerdir… Böyle bir vazifeden herkes kaçmış. Hırs tanımayan yegâne adam diye Shaw’u aramışlar, bulmuşlar, bu vazifeye hapsetmişler. 

Şimdi zevk diye iki alâkası var: Türkiye’ye ait haberlerle meşgul olmak ve bir de hapishane ıslahatına ait meseleler… Mister Shaw, bu iki sevgisini birbirinden uzak görmüyor. Çünkü Türkiye’nin hapishane ıslahatı sahasında yepyeni yollar keşfettiğine, İmralı tecrübesinin bütün dünya için güzel bir ışık olduğuna kânidir. Mister Shaw’un odasında en şerefli yere asılmış bir resim var: İsmet İnönü’yü yavrularıyla birarada gösteren bir resim… Amerikalı dostumuz bunu dünyada sahip olduğu en büyük kıymet sayıyor. Asil ve necip Türk seciyesinin yüksek mümessili, umumi menfaat endişesinin ve hakiki devlet mefhumunun idealist bir müdafii sıfatıyla İsmet İnönü’ye eskiden beri derin bir saygı duyuyormuş. Türkiye’den ayrılırken imzalı bir resim istemiş. Fakat bu resmin İsmet İnönü’yü evlatlarıyla birarada göstermesini ayrıca dilemiş, çünkü bu büyük Türk’e karşı ideal aile babası sıfatıyla da ayrıca saygı duyuyormuş. İsmet İnönü bu arzuyu duyunca derhal yerine getirmiş. Shaw’un hariciyedeki dairesine astığı resimde İsmet İnönü’den başka yavrularının da ayrıca imzaları var… Bu resmi bana gösterirken, halinde hazinelerini ortaya koyan bir insan iftiharı ve sevinci vardı.” (Akşam gazetesi, 6 Şubat 1939, Ahmet Emim Yalman’ın “Amerika’daki Eski Dostlarımız Arasında Türkiye Hasreti” başlıklı yazıdan, s. 6)

G. Howland Shaw, hiç kuşku yok ki, suçun ıslahı konusunda dünya çapında bir uzmandır. Asıl gurur, böylesi bir uzmanın, aynı konuda çalışmış gencecik bir müfettişin, Mutahhar Şerif Başoğlu’nun çalışmalarını dünyaya örnek göstermesindedir.  Bu gururu, Shaw’un İmralı ziyareti sırasında, hapishane anı defterine düştüğü notta da görmek mümkündür. Şöyle yazmıştır Amerikalı dostumuz:

“Yalnız Türkiye için değil, aynı zamanda bütün dünya için muhteşem bir muvaffakiyet!”