Önceki yazılarımızın pek çoğunda, Avrupa Birliği Katılım Müktesebatı veya Birleşmiş Milletler Uluslararası Anlaşmaları kapsamında ülkemizde yasal zemini oluşturulan düzenlemelerden ve kanun maddelerinden bahsetmiştik. Her ne kadar yasal düzenleme yapılırsa yapılsın, denetim mekanizmasının ve işlevselliğin oluşmasında en küçük yerleşkelerden başlamak gerektiği, bu nedenle yerel yönetimlere çok büyük ödev ve sorumluluk yüklendiğini anlatmıştık. 

Yasalar kapsamı dahilinde çevreyi korumanın temel taşının yerel yönetimler olduğunu izah etmiştik. Köy, mahalle ve ilçe planlamaları başta olmak üzere, belediyelerin yönetiminin ne denli önemli olduğuna vurgu yapmıştık. Elbet ki bireyle başlayan çevre olgusu, birinci dereceden dahili olduğu mahallelerden itibaren çevre bilincinin yerleşmesi, algı ve sorumluluğun yönetilebilmesi ile mümkündür. Bu nedenlerle yerel yönetimler çevreyi korumada en önemli faktördür. 
Şehir yerleşkeleri dışında, aynı zamanda tarımsal alanları, kırsal bölgeleri de bulunan, İzmir gibi merkezi dışında kalan ilçelerinde böylesi ilçe ve kasabaları fazla olan kentlerde, yerel yönetimlerin işlevi çok daha önemlidir. Örneğin, İzmir’in Alsancak semti için, belediyenin görevleri belediye kanunu ile sınırlı ve diğer kanun düzenlemelerini doğrudan ilgilendirmezken, Çeşme ilçesinin muhatap olduğu çok sayıda kanun maddesi söz konusudur. 

Sahillerde yer alan sayfiye ilçelerimiz, 3621 sayılı kıyı kanunu, 4342 sayılı Mera Kanunu, 2872 Sayılı Çevre Kanunu, 3621 Sayılı Kıyı Kanunu, 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, 3194 Sayılı İmar Kanunu, 5403 Sayılı Tarım Arazileri Koruma Kanunu, 2924 Sayılı Orman Köylülerinin Kalkınması hakkında kanun, 3573 Sayılı Zeytin Kanunu, 6831 Sayılı Orman Kanunu, 1380 Sayılı Su ürünleri Kanunu gibi çok sayıda yasal düzenlemenin ve mevzuat hükümlerinin kapsamı dahilindedir. 

Sayfiye ilçelerimizin çoğunda, sulak alanlar, öncelikli koruma bölgeleri, hassas alanlar, turizmi ilgilendiren çok sayıda mevzuat, denizcilik ve deniz turizmini ilgilendiren çok sayıda başlık, marinalar, balıkçı barınakları, sahil güvenliği, gibi çok geniş bir hakimiyet alanı mevcuttur. Yerel yönetimler bu nedenle çok daha önemli ve hassas alanlardır. Çevreyi korumayı ve çevre bilincini tesis etmeyi umuyorsak, sürdürülebilir kalkınmayı hedefliyorsak, ilk öncelikle, kıyı kentlerimizdeki yerel yönetimlerin önemini kabul etmek ve bu bilinci yerleştirmek zorundayız. 

Konuya başka bir açıdan bakacak olursak, büyükşehirlerimizi ve metropollerimizi ne denli hatalı şehirleştirdiğimiz ortadadır. Pek çoğunda acilen kentsel dönüşüm gerekliliği kaçınılmaz olmuştur. Çok büyük sorunlarla, umursamazca ve düşüncesizce şehirleştiğimiz her bir yeni felaket ardından, sellerin, depremlerin ardından bir kez daha yüzümüze vurulmaktadır. Oysa şehirlerimiz çoktandır, sağlıksız, huzursuz keşmekeş yaşam alanları olmuşlardı. Ancak bizler bu gerçekleri ısrarla görmezden gelmekteydik. 

Öyleyse, yapılaşması çok daha az olan köy ilçe ve kasabalarımızı çok daha fazla korumalı, sağlıklı yaşam alanlarına dönüşebilmesi için çok doğru planlamalıyız. Önümüzdeki yerel seçimler bu nedenle kritik bir dönüm noktasında olduğumuz böylesi bir zamana denk gelmiştir. Bizler ya var olmanın ya da yok olup gitmenin seçimlerini yapmaktayız aslında. Bugünler bizlerin geleceği inşa ettiği günlerdir. 
Çevreyle uyumlu sağlıklı, sürdürülebilir yaşam alanları oluşturmak, ya da plansız betonlaşmanın esareti ve çilesine düşmek konusunda karar alacağız. Ya vahşice sahip olduğumuz tüm güzellikleri yok edeceğiz, ya da mutlu huzurlu sağlıklı yaşam alanlarımızı oluşturacağız.