“Korunan alanlar yeniden koruma statüsüne kavuşturulmalı, tehditler varsa da bu tehditleri ortadan kaldıracak çalışmalar yapılmalı.”

Statü değişikliği Gökova’ya ne yaptı, nasıl bir tahribat oluştu? Denktaş bu sorumuza ise önce Okluk Koyu’nu hatırlatarak yanıt veriyor:
“İlk şu oldu, Okluk’taki Cumhurbaşkanlığı konutunun yapıldığı yer daha önce birinci derece SİT alanıyken, yani hiçbir şey yapılması mümkün değilken statüsü değiştirildi. Sorduğumuzda bakanlık yetkilileri açıkça söylediler, ‘Cumhurbaşkanımızın inşaatının bir an evvel başlaması gerekiyor, o yüzden oraya öncelik verdik’ dediler. İlk tahribat o oldu. Onun dışında bizim Gökova sulak alanının olduğu bölge, yani buradaki biyolojik çeşitliliğin kalbi diyebileceğimiz bölge nitelikli koruma statüsüne düşürüldü.

Bir kısmı da sürdürülebilir korumaya düşürüldü. Kıyı alanında yapılaşma başladı. Kitesurf sporuyla ilgili okulların binaları yapıldı, ova içinden ciddi bir araç trafiği başladı. Bunların dışında bir karavan meselesi var, her yere karavanlar konulmaya başlandı. Bir ara Süzer Holding‘le uğraştık, 14-15 karavan getirdiler ve karavan tatil köyü gibi bir şey planlamışlardı. Çünkü nitelikli koruma statüsü bunlara el veriyor, mücadelelerimiz sonucunda ondan kurtulabildik. O karavanlar kaldırıldı ama kitesurfun sahilde yarattığı tahribat devam ediyor.”

Serdar Denktaş; son yedi yılda Gökova sahilinde tahribatın gözle görülür olduğunu belirterek “Özellikle Azmak kenarındaki restoran ve otel işletmelerinin kıyı kenarını tahribatları çok ciddi olarak arttı, oradaki kamuya açık alanlar bir kere ticari alana dönüştürüldü. Yaptığımız bütün şikayetler de ne yazık ki karşılıksız kalıyor. Bakanlık yetkilileri, iki yıl önce toptan bir çalışma yapacaklarını söylediler ama henüz bir şey yapılmış değil” diyor.

Peki şu an Gökova’da tam koruma sağlanan, gerçekten korunan yerler var mı?

Denktaş bu soruya yanıt vermenin çok zor olduğunu vurguluyor ve geçen yıl yaşanan bir vakayı örnek veriyor:
Devlet tarafından yaptırılan ve adına ‘ekolojik temelli bilimsel araştırma raporu’ denen raporlarla bütün ülkedeki koruma alanlarının statülerinin düşürüldüğünü bir kez daha vurgulayan Denktaş; bunun korkunç bir tehlike olduğunun altını çiziyor ve ekliyor:
“Korunan alanlar yeniden koruma statüsüne kavuşturulmalı, tehditler varsa da bu tehditleri ortadan kaldıracak çalışmalar yapılmalı.”

‘Adalar’ın eski silüeti yok oldu’  

Dünya Mirası Adalar Girişimi’nden Derya Tolgay, ÖÇK alanı olarak bilinen Adalar’ın yüz ölçümlerini hatırlatarak başlıyor yorumuna ve Büyükada’nın 5.4 kilometrekare, Heybeliada’nın 2.34 kilometrekare, Burgazada’nın 1.5 kilometrekare ve Kınalıada’nın ise 1.3 kilometrekare olduğu bilgisini paylaşarak; Adalar’ın kendi ekosistemlerine sahip olduğunu, bu yönüyle İstanbul’dan ayrıştığını vurgulayarak devam ediyor:

“Adalar’ın henüz bozulmamış kesintisiz bir tarihi var, yüzde 60’a yakını ormanlık alan, son İstanbul diyebileceğimiz bir yer. Ancak ÖÇK bölgesi olmasına rağmen artık Adalar’da devasa mikserler, damperli araçlar ve kocaman vinçler görüyoruz. Öyle ki eskiden vapurla geldiğinizde adanın bir ön silüeti vardı, yeşil ve tarihi bir dokuyu görebiliyordunuz, şimdi orada sadece kocaman çıkmış vinçleri görüyorsunuz. Aşağı yukarı bir buçuk sene öncesine kadar Adalar yaya bölgesiydi, Atatürk’ün sanırım 1931’de ilan ettiği bir otomobil yasağı vardı, bu yasak bir buçuk sene önce kırıldı. Bugün ada yollarında birçok araç görüyoruz ismine elektrikli de dense, elektriğin nereden geldiğini de unutmamamız gerekiyor. Hangi enerji kaynağıyla biz bu elektriği üretiyoruz? O aküler nereye dönüşüyor?”

Derya Tolgay, Adalar için 1984 senesinin önemine dikkat çekiyor ve Adalar’da ilk kez belediye başkanının seçildiği bu senede, yönetime gelen ANAP’lı belediye başkanının “Adalılar benden inşaat istiyor” diyerek belediye meclisine de inşaat sektöründeki pek çok kişinin alındığını hatırlatarak şöyle konuşuyor:
“O zamanki kırımı size şöyle anlatabilirim. O kadar çok inşaat molozu çıkıyor ki, Büyükada İskelesi‘ne yanaştığınızda çok geniş bir alan vardır; orası bir falezdir ve falezlerden molozların tamamı denize dökülüyor, yetmiyor daha da çok moloz çıkıyor ve adanın doğu tarafındaki kumsal bölgesi bu inşaat molozlarıyla doluyor. Günümüzde o dolgu alanları değişen iklim krizi ve su seviyelerindeki yükselmeyle sular altında kalıyor, yani doğa geri alıyor. İlginç olan kamu idareleri doğayla büyük inatlaşmaya girmiş durumda, giden yeri tekrar asfaltlıyor, tekrar dolduruyorlar.”

‘Tiraje Dikmen’in mirası yerine getirilmedi’ 

Derya Tolgay Adalar’daki tek tek önemli yer ve noktaların da tahribattan payını aldığını belirterek örnekler veriyor. Bu örneklerden biri Tiraje Dikmen’in evi.
“Tiraje Dikmen çok önemli bir sanatçı ve ailesinin yaptırdığı modern mimarlık mirası tescilli bir binası var. Dikmen burada yaşarken birçok insanla birlikte Adalar’ın elden gittiğini fark ederek bütün köşklerinin, modern mimarlık miraslarının doğasının yok olduğunu görerek kuvvetli bir çalışmayla Adalar’ın SİT bölgesi ilan edilmesini sağlıyor. Kendisi çok varlıklı bir insan ve ölmeden önce bütün mal varlığını, tablolarını, eşeklerini, evinin mobilyalarını, evini İstanbul Üniversitesi‘nde burslu okuyan kız öğrenciler için bırakıyor. Fakat gelin görün ki maalesef vasiyeti getirilmiyor. Ve bu ev şu anda atanan kayyum avukat tarafından pansiyon, balıkçı lokantası olarak belli güç odaklarına veriliyor. 

Bugün o güzelim, üzerinde el işçiliğinin en nadide örneklerinin olduğu köşk, peynir kalıbı gibi beyaza boyanmış durumda, içindeki antika eşyalar kayıp.”
Derya Tolgay bir başka önemli yerin de Seferoğlu Korusu ve içindeki tarihi köşk olduğunu anlatarak sözlerine devam ediyor:

“Seferoğlu Korusu olarak bildiğimiz yine Adalar’ın ön peyzajından geldiğiniz zaman yemyeşil bir alandır ve muazzam tarihi bir köşk vardır, 1985 yılında mimar Perikles Fotiadis tarafından yapılmış birinci derecede tarihi eser. Koruda 450 kadar ağaç varmış eskiden, bunlar yok ediliyor. Bu alan dip dibe, yan yana apartman şeklinde üç-dört katlı binalar yapılıyor. Yassıada‘ya yaptıkları gibi bu bölgeyi SİT alanı olmaktan çıkıp çıkarıp Seferoğlu turistik tesisleri ilan ediyorlar, denize sıfır binalar, oteller yapılıyor.”

‘Sadık Bey Plajı’nda kent suçu işlendi’ 

Adalar’ın talan edilen bir diğer önemli noktası ise Sadık Pey Plajı ya da Güzel Osman Plajı. Bu plajın önemi, ikinci cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün denize çivileme atladığı yer olması.

Heybeliada’nın en güzel koylarından biri olan Sadık Bey Plajı’nda günümüzde bir kent suçu işlendiğini söyleyen Derya Tolgay “Peyzajı değiştiriliyor, topografyası değiştiriliyor, yeşil bitki örtüsü yok ediliyor, palmiyeler taşınıp getiriliyor ve yine devasa boyutta binalar yapılıp önüne de altı katlı bir apartman boyutunda Cevahir Holding aqua park yapılıyor. Aqua parkın inşaatı defalarca durduruldu. Üstelik bütün bu anlattıklarım ‘basit onarım’ izniyle yapılıyor. Örneğin Tiraje Dikmen evinde bahsettiğim düzenlemeler de basit onarımla yapılıyor, oysa basit onarımda bir evi otele çeviremezsiniz, lokantaya çeviremezsiniz. Koruma kurulları bunları görmezden geliyor, bütün kurumlar üç maymunu oynayarak işlerine devam ediyor.”

6 AYLIK RANT

Derya Tolgay Asaf Plajı’na dair verdiği bilgelerde ise sadece altı aylık dönemde kazanılan ranta dikkat çekiyor:

“Orası da doğal SİT alanı, kıyısına 50 ton beton dökülüyor. Adalı bir avukat dava açtı, söküm kararı çıktı. Ancak belediye başkan yardımcısı sökmek için altı ay sezonun bitmesini beklediklerini söyledi. Nasıl paralar kazanılıyor biliyor musunuz o altı ay içinde, hayal edemeyeceğiniz miktarlar.”
Tolgay son olarak bir antroposen anıtı olarak Yassıada’ya sözü getiriyor ve 1960 askeri darbesinden, adanın Demokrasi ve Özgürlükler Adası adıyla müzeleşmesi sürecine kadar yaşanan süreci şöyle aktarıyor:

“2011 yılından başlayarak Yassıada adım adım, bir nevi hukuksal ayak bağından kurtarılarak, türlü SİT statüsü ve plan değişiklikleriyle tüm itirazlara rağmen inşaata açılıyor. Bu süreci özetlemek gerekirse, ada Hazine mülkiyetinde ve askeri alan olarak belirlenmişken 2011 yılında müze olarak kullanılmak üzere Kültür ve Turizm Bakanlığı’na tahsis ediliyor. 2011 yılının 1/5000 ölçekli planında Yassıada I. Derece Doğal SİT, Tarihi Sit ve üçüncü Derece Arkeolojik SİT alanı olarak gösterilirken, 2012 yılında Doğal ve Tarihi SİT statüleri kaldırılıyor ve ada Sürdürülebilir Koruma ve Kontrollü Kullanım Alanı olarak belirleniyor.

2013 yılında da yapılan plan revizyonlarıyla turizm ve kongre merkezi üst başlıklı her türden kullanıma açık hâle geliyor ve adanın ismi de resmen Demokrasi ve Özgürlükler Adası olarak değiştiriliyor. Nitekim 2015 yılında da dönemin AKP Genel Başkan Yardımcısı Mimar Çiğdem Karaaslan tarafından adayı restoran, otel, müze, konferans salonu gibi yapılarla bir kongre ve turizm merkezi olarak işlevlendirmeye yönelik hazırlanan ve MESA Holding tarafından yürütülen projenin temel atma töreni gerçekleştiriliyor. Darbenin 60. yıldönümü olan 27 Mayıs 2020 tarihinde de Demokrasi ve Özgürlükler Adası’nın açılışı yapılıyor. Ve ada, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin neoliberal hat üzerinden ilerleyen kentsel siyasetinin canlı bir örneği hâline geliyor.”

Adalar’da “atların iyiliği” denilerek 800’e yakın atın öldürüldüğünü ve bunun bir kırılma noktası olduğunu belirten Derya Tolgay; atların bir günde ahırlara kapatılmasının, Adalar’ın yaya yolu statüsünün kaldırılmasının, bugün 10 binden fazla yasadışı akülü aracın Adalar’da var olmasının, çoğu devlet kurumu tarafından yapılan inşaatların her birinin birer gösterge olduğunu vurguluyor.

ADALAR’IN ATLARI

Son olarak Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından 27 Temmuz 2023 tarihinde Adalar İlçesi 1/5000 Ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı ve 1/1000 Ölçekli Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planı askıya çıkarıldı. Adalılar bu plana itiraz etti.

MUÇEP Datça Gönüllüleri‘nden avukat Güngör Erçil, Datça’nın en önemli farkının bütün ilçenin doğal SİT alanı yani yeni adlandırmayla ÖÇK sınırları içinde yer alması olduğunu belirterek başladığı sözlerinde öncelikle Datça Bozburun Yarımadası’na dikkat çekiyor:
“1992 yılının Kasım ayında ilan edilen Bakanlar Kurulu kararıyla ilan edilen ÖÇK kararının kötü gidişatın başlangıcı olduğunu düşünüyorum. 2014 sonlarında yürürlüğe konulan çevre düzeni planından sonra hem Datça’da hem de Hisarönü Yarımadası’nda doğal SİT alanları ilan edildi.”

ÖÇK’ların yararı düşünüldüğünde esas sorumlu olan koruma kurullarının idari kurumlara dönüştüğünü belirten Erçil; sorunun ana kaynağının devletin örgütlenmesi olduğuna dikkat çekiyor ve “Bir bakanlık hem çevre hem şehircilik bakanlığı olamaz” diyerek şöyle devam ediyor:

“Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı yönetilemez düzeyde büyümüş durumda. Bu bakanlık hem koruma işlevini yerine getirmekten söz ediyor, hem şehircilik ilkelerinden. Bunlar birbiriyle çelişen şeyler. Şehirleşme ve korumanın birbiriyle zıt olduğu çok açık. Bu çerçevede bakanlığın kesinlikle bölünmesi lazım, zaten 2019’daki 2020’deki 2021’deki Sayıştay raporları da bakanlığın yönetilemediğini gösteriyor.”

Av. Güngör Erçil, bir ÖÇK bölgesi olan Datça’nın kaçak yapılaşma ile karşı karşıya olduğunu, belediyenin bununla az ya da çok uğraştığını ama ilçenin bir ÖÇK bölgesi olmasına rağmen bu yapılaşmaya göz yumulduğunu belirtiyor:

“Datça’da birçok doğal SİT alanı, kültürel SİT alanı, arkeolojik SİT alanı var. Buna rağmen değişik biçimler altında kaçak yapılaşma sürüyor. Bence bu sorun, bir süre sonra bütün Türkiye’nin derdi olacak.”
Karavanla yapılan yerleşimlerin de kaçak yapılaşma sayıldığını, plaka alma zorunluluğunun yapı olmasını engellemediğini belirten Erçil şu bilgileri veriyor:

‘KULLANMADAN YANA’

 “Su, elektrik, atık su gibi ihtiyaçlarla ilgili bir çeşit arkadan dolanma yöntemi yaygınlaştırmış durumda. Mesela komşudan alınıyor elektrik, su.”

‘Koruma-kullanma dengesi’nde inisiyatif kullanmadan yana’

Karavanların yapı sayılmaması durumunda tüm arsaların karavanlarla doldurulabileceğini söyleyen Erçil, Datça’ya dair yaşananları şöyle ifade ediyor:
“Bu sorun Datça’da giderek yaygınlaşıyor, giderek bütün Türkiye’ye de yayılacak. Bunun varacağı yer, koruma mantığının tümüyle terk edilmesi olacaktır. Datça açısından bakıldığında pek çok sorun var, mesela Bakanlık tarafından korumalı alanlar yönetmeliğine uygun olmayacak şekilde, çevre düzeni planında değişiklikler yapılıyor. Planlar delik deşik olmuş durumda. Yani koruma işlevi tartışmalı olan çevre düzeni planı dahi, parsel düzeyinde değiştiriliyor.
Avukat Güngör Erçil, kıyı bölgelerinde artan nüfusun da bir başka tehlike etkeni olduğuna dikkat çekerek, pandemi döneminde belediyenin Datça-Bozburun Özel Çevre Koruma Bölgesi‘nin nüfus öngörüsünün 35 bin kişi olduğunu ancak Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın aynı bölgeye 50 bin kişilik nüfus öngörüsü yaptığını belirtiyor:

“Bunun adı gayrı ciddiliktir. Birinde 35 bin diyorsunuz, başka bir planda 50 bin. Pandeminin büyük şehirlerden kıyılara ciddi bir akım yarattığını bütün Türkiye biliyor, şu anda Datça’da nüfusa kayıtlı olanın iki katı kadar nüfus olduğu söyleniyor, bu bizzat belediye başkanının verdiği rakam. Türkiye’de artık bir gayrimenkul rant düzeni işliyor, koruma amacı iyice geriye itilmiş durumda.

Eğer siz korumayı ekonomiye bağlarsanız ekolojiyi es geçmiş ve ekolojik varlıkların yok edilmesine göz yummuş olursunuz. Türkiye’de açıkça bu yapılıyor, ekoloji ekonomiye feda edilmiş halde, kalkınma adı altında doğaya saldırı devam ediyor. İklim krizi önlemlerinde Muğla pilot illerden biri, Avrupa Birliği finansal destek sağlıyor ancak bu eylem planında çok ilginç bir şekilde termik santrallerin iklim değişiminden nasıl etkileneceği, sigortacılık sektörünün bunun karşısında ne yapacağı tartışılıyor. Bunun ekolojiyle, ekolojik varlıkların korunmasıyla ilgisi yok.”

‘İmar affı ile yasa çiğnendi, çiğneniyor’  

Devletin kamu adına doğayı korumakla görevli olduğunu hatırlatan Erçil; “Ancak Türkiye’de yurttaşın devlete karşı doğal varlıkları, ekolojiyi korumak gibi bir durumu var, benim bizzat davacı olduğum dava sayısını artık hukukçu olarak neredeyse unuttum” diyor ve özellikle altını çizdiği imar affı meselesine dikkat çekiyor:

“2017’de İmar Kanunu‘na bir geçici madde eklendi, Kültür Varlıklarını Koruma Kanunu özel bir kanun olmasına rağmen korunan alanlara imar uygulanmaya başlandı ve uzatılırsa bir süre daha uygulanacak. Ve bu İmar Affı Kanunu’nun ‘koruma-kullanma dengesi’ denilen tabirden hoşlanmıyorum ama koruma işlevinin çok ciddi biçimde yara almasına yol açacağı açık. Keza Özelleştirme İdaresi korunan alanlarda planlar yapıyor, Çevre Kanunu’na göre de Kültür Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’na göre de Özelleştirme İdaresi özellikle özel çevre koruma bölgelerinde plan yapamaz. Ama yürüyor bunlar, hukukçu olarak utanç verici bir şey olduğunu altını çizerek söylüyorum, yürüyor. Ve açıkça kanun çiğneniyor.”

Kaynak :  Müjgan HALİS- https://yesilgazete.org/ozel-cevre-koruma-bolgeleri-ne-kadar-korunuyor/