İnsanoğlu, var olduğu günden bu yana yaşamını belli başlı temel unsurlar üzerine kurmuştur. Şüphesiz bu unsurların en...

İnsanoğlu, var olduğu günden bu yana yaşamını belli başlı temel unsurlar üzerine kurmuştur. Şüphesiz bu unsurların en önemlisi barınma ihtiyacını karşılamak için inşa ettiği yapılar ve binalardır. Çevre de doğanın yanı sıra insan eliyle oluşturulan, bu yapıların çehresinde vücut bulur. Nüfusun çoğalmasıyla birlikte söz konusu ihtiyaç da artmış; daha fazla bina yapmak daha fazla yapı inşa etmek gerekmiştir. Özellikle yaşamın aktif olarak sürdürüldüğü şehir, metropol gibi yerlerde söz konusu yapıların kırsal alanlara oranla daha fazla gelişmesi, sayıca artması, şekil, hacim ve büyüklük yönleriyle de değişikliğe uğraması, çevrenin görünümünü ve estetiğini de değiştirmiştir. Yerleşim yerlerinin, içinde yaşanılan coğrafyanın şartlarına göre şekillendirilmesi bilhassa kentsel alanlarda konunun uzmanı kişilerin fikir ve tecrübelerinden faydalanılarak dizayn edilmesi gerekir. Zira söz konusu yapılaşma, estetik kaygılardan çok daha fazla hayati öneme haizdir. Örneğin; dere yatağına yapılan inşaatlar taşkınlara sebebiyet verip; binalar da zarar göreceğinden yıkıma yol açabilmektedir. Yine fay hatlarının yoğun olarak geçtiği yerlerde deprem nedeniyle, yıkım olasılığına istinaden yapı inşası ya yasaklanmalı veya söz konusu yerin içinde bulunduğu diğer faktörler de ele alınmak suretiyle çok katlı yapıya izin verilmemelidir. CAN VE MAL KAYBI Tüm ülkeler coğrafik yapılarını gözeterek bu duruma uygun hareket etmeye çalışsa da hatta çeşitli yasa ve yasaklarla bunu iç hukuk düzenlerinde uygulasalar da yaşanan felaketlerin, can ve mal kayıplarının önünü alamamaktadırlar. Merkezi ve taşra teşkilatlarının konunun önemine binaen daha fazla çabalaması ve gerekli önlemleri alması yerinde olacaktır. Devletlerin belki de en önemli görevi olan, vatandaşların can ve mal güvenliğini sağlama görevi ancak bu konudaki ilke ve esaslara harfiyen uymakla mümkün olabilir. Gelişmiş ülkeler, yapılaşmaya, şehir düzenine gelişmekte olanlara nazaran daha çok önem vermektedir. Buna verilebilecek en güzel örneklerden biri Japonya’dır. Her an yıkım gücü çok yüksek olan depremlerle sallanan ülke de binalar bu sarsıntıları absorbe edecek şekilde ve raylı sistem prensibine göre yapılmıştır. Ülkemiz; yangın, sel, toprak kayması, su taşkınları gibi pek çok doğal afete açık bir ülkedir. Ancak en fazla yıkımın deprem kaynaklı olduğunu görmekteyiz. Yaklaşık 20 milyon civarında yapı ihtiva eden yurdumuz da söz konusu yapıların en az yüzde 60'lık bir kısmının, 25 yaşından büyük ve yaşlı olduğu tahmin edilmektedir. Bu binaların çoğunun ruhsatsız oluşu, yeterli mühendislik değerlendirilmesi yapılmadan veya yapı denetimine tabi tutulmadan inşa edilmiş olmaları; yıkılmalarını ve uygun olanların güçlendirilmelerini gerektirmektedir Güven içinde yaşayabilmemiz için alınması gereken önlemler; depreme dayanıklı yapılar inşa etmek; mevcut yapıların dayanıklılığını arttırmak, bunun yapılmasının mümkün olmadığı hallerde yıkmak ve en önemlisi de yeni yapılacak olanlar için yasalarla sıkı denetim mekanizmaları oluşturmaktır. Yaşadığımız şehrin, yaşadığımız evin yalnızca dış görünümü, manzarası, estetiği değil; aynı zamanda güvenilirliği, korunaklılığı, dayanıklılığı da önemlidir. Bu bakış açısından yola çıkarak, toplum olarak kendi yaşam alanımızı kendimizin oluşturduğu, şehirlerimizde yapıların bu özellikleri taşıyacak nitelikte olmasını sağlamalıyız. Bunu kaçak yapılar yapmaya devam ederek sağlamamızın mümkün olmadığı kesindir.