Başka derdimiz yokmuş gibi bir haftadır bir “liyakat” tartışmasıdır almış başını gidiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın daha önce “başdanışman” sıfatı verdiği şampiyon güreşçi Hamza Yerlikaya’yı Vakıfbank...

Başka derdimiz yokmuş gibi bir haftadır bir “liyakat” tartışmasıdır almış başını gidiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın daha önce “başdanışman” sıfatı verdiği şampiyon güreşçi Hamza Yerlikaya’yı Vakıfbank Yönetim Kurulu’na ataması, siyasi gündemi öyle bir ısıttı ki akıllara zarar. Özelliklle CHP kanadı Hamza Yerlikaya üzerinden Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti iktidarını resmen topa tuttu. Bu bombardıman sırasında gördük ki, kamu bankalarının yönetim kurulları vekil eskileri ve AK Parti’ye yakınlıkları ile bilinen isimlerle doldurulmuş. Ortaya çıkan tabloyu görünce insanların kafasında ister istemez bir soru işareti beliriyor; “Bu atamaların amacı bankaların iyi yönetilmesini sağlamak ve verimliliğini arttırmak mı, yoksa Erdoğan ve AK Parti’ye yakın isimlere paye vermek mi?” Her ne kadar isimler ve kurumlar değişse de hiç de yabancı olmadığımız bir mevzu bu. Çok değil bir-iki hafta önce bir benzerini İzmir’de yaşadık. CHP’li İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, Barış Bildirisi’ne imza koydukları gerekçesiyle KHK ile üniversitelerden ihraç edilen 3 akademisyeni belediye şirketi Grand Plaza’ya Yönetim Kurulu üyesi olarak atadı. Olayın duyulmasından sonra daha küçük çaplı da olsa bir kıyamet de İzmir’de koptu. Kıyametin nedeni, Prof. Melek Göregenli, Prof. Nilgün Toker Kılınç ve Prof Ayşen Uysal’ın atandıkları belediye şirketine ne katkı sağlayacakları değil, siyasi görüşleri… 3 akademisyen üzerinden başlayan tartışmalarda bir baktık, İzmir Büyükşehir Belediyesi şirketlerinin yönetim kurullarında da kamu bankalarından farksız bir tablo var. İstanbullu vekil eskisi Eren Erdem’den tutun da, kalemlerini Başkan Soyer’in emrine adamış gazeteciler, CHP’ye yakın bürokratlar, eski başkanlar neredeyse bütün köşe başlarını tutmuş durumda. Anlayacağınız her iki konuda da eleştirenler de, eleştirilenler de aynı kafada. Sanki sıfatlar ve akademik ünvanlar, halkın parasıyla kurulan, gerçek sahibinin halk olduğu bu şirketlere katkıda bulunmaya yetecek? Bu tartışmaların göbeğinde, sıkça telaffuz edilen sihirli bir kelime var; Adına “Liyakat” diyorlar. Sözlükteki karşılığı layık olma, yaraşırlık, uygunluk, yeterlilik olarak geçiyor. Bizim siyasilerin, eleştiri yaparken sıkça başvurduğu bir silah haline gelmiş gibi… Gücün siyasetin emrinde olduğu kurumlarda ne kadar geçerli liyakat dediğimiz bu şey, o da tartışılır. Alın size yine İzmir’den iki örnek; CHP’den AK Parti’ye geçen Bergama Belediyesi’nde arkeolog olarak görev yapan Bülent Türkmen, Belediye Başkanı Hakan Koştu’nun talimatı ile yol şantiyesine gönderildi. AK Parti’den CHP’ye geçen Selçuk Belediyesi’nde ise ney sanatçısı ve müzik eğitmeni Murat Gezer, Başkan Filiz Sengel’in emri ile düğün salonunda “gece bekçisi” yapıldı. İkisinin arasında ne fark var? Partiler ne kadar farklı olsa da, koltukları işgal edenlerin zihniyeti aynı olduktan sonra “liyakat” denilen o meziyet “siyasi erk”in oyuncağı olmaktan kurtulamıyor maalesef.