Ben 78 kuşağındanım. Bizlerin çocukluk ve gençlik yılları, yokluk, imkansızlık ve zamlarla geçti. Çok iyi hatırlıyorum, dönemin siyasetçileri olan me...

Ben 78 kuşağındanım. Bizlerin çocukluk ve gençlik yılları, yokluk, imkansızlık ve zamlarla geçti. Çok iyi hatırlıyorum, dönemin siyasetçileri olan merhum Demirel, Ecevit ve Erbakan, o zaman tek kanallı olan TRT’ye çıkarlar ve ekonominin gidişatını kendilerine has üsluplarıyla fakr-u zaruret içerisindeki Türk halkına anlatmaya çalışırlardı. İMF de o yıllarda meşhurdu. Bugün kurtulduk diye sevindiğimiz bu Uluslararası Para Fonu, parayı verir ama istediklerini de o günkü iktidara, memura yapılacak zam oranına kadar dikte ettirirdi. Tabi o yıllarda ne özel televizyonlar, ne internet medyası, ne de sosyal medya vardı. İletişim herkesin pürdikkat dinlediği radyolar ve birkaç baba gazete tarafından sağlanırdı. Daha sonraları ise televizyonun iyiden iyiye hayatımıza girmesiyle her şeyden haberdar olur hale geldik. Hiç unutmam, 70’li yıllarda da tıpkı bugünkü tartışmalar gibi “zam” olayı hiç gündemden düşmezdi. Benzin, mazot ve ekmeğe yapılan fiyat artışları, gazete manşetlerinde büyük harflerle “ZAM, ZAM” diye ilan edilir, siyasetçilerin karşılıklı savunma ve eleştirilerine konu olurdu. Biliyorsunuz “zam” demek, eğer kişilerin gelirleri artmıyorsa cebindeki paranın erimesi demektir. Zam, ecnebi dilinde sanırım Fransızca’dan dilimize geçmiş olan “devalüasyon”, yani paranın değerinin düşmesi demektir. 70’lı yıllarda da bu kelime meşhurdu. Buradan hareketle Türk halkı, devalüasyona öyle bir benzetme yapmıştı ki, bugün bile o günleri yaşayanlar hatırlar. Rahmetli Demirel’in fötr şapkasıyla ekranlara çıkıp, zamları açıklarken sarfettiği “devalüasyon” kelimesini, halk tabiri caizse ti’ye alarak, “Zam zam develihasan” diyerek artık zamlardan bıktığını ince bir üslupla eleştirmiştir. O devirler, daha sonra Özallı yılarda da benzerlikler göstererek devam etti. Bu millet o kadar yüksek enflasyonlar gördü ki, yüzde 1000’leri bulan fiyat artışları, gerek ekonomik, gerekse de siyasi krizleri getirdi. Senelerce enflasyonla kucak kucağa yaşadık. Her yıl devlet mal ve hizmetlere zam yapar, memur, işçi ve emekli maaşlarına verilecek zamları da merakla beklerdi. Üzerinden çok zaman geçti. En son 2001 büyük krizinde, yüzde 7000’lere çıkan faizler yüzünden bir gecede fakirleştik. Onlarca banka battı (veya batırıldı) Türkiye milyarlarca dolar para kaybetti. Olan da yine halka oldu. Amerika’dan gelen ekonomik kurtarıcılar, yine İMF kapısında el açarak getirdikleri dolarlarla önce bankaların kazasını doldurdu, geri kalan bir miktar parayı da piyasaya pompalayarak, Türk halkının, esnafın, çiftçinin öfkesini dindirdi. Bugünlerde “Biz bu filmi görmüştük” der gibiyiz. 20-30 yıl önceki dertlerimiz adeta yeniden depreşti. Zamlar ardı ardına gelip te piyasada mal ve hizmetlerin fiyatları cep yakınca, “Ne oluyoruz?” demekten kendimizi alamadık. Şimdi basıyoruz feryadı. Hele hele Z Kuşağı dediğimiz bir eli yağda bir eli balda yaşayıp giden gençlerimiz, sosyal medyada demediğini bırakmıyor. Elbette haklılar. Haksız olduklarını asla düşünmüyorum. Çünkü, geçmişi bildiğimiz halde, onları biz böyle yetiştirdik. Gelelim bugüne. Türkiye’yi 20’ye yakın yıl AK Parti iktidarı yönetiyor. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’ndan başlayarak Cumhurbaşkanlığı makamına kadar yükselen Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın kurmaylarının icraatlarıyla yıllarımız geçti. Kimi beğenir, kimi eleştirir. Buna bir şey diyeceğimiz yok. Demokrasinin gereği budur. Yaşadığımız korona virüs pandemisi ise her şeyi altüst etti. Salgının etkisi ile zor günler geçirdik, geçiriyoruz. Buna bir de önlenemeyen fiyat artışları eklenince eski günlere döndük. Memur, işçi ve emekliye yapılan maaş zamları, bu ateşi düşürmeye yetecek mi yaşayıp göreceğiz. Bu durum ister erken, isterse zamanında olsun seçim yaklaşırken iktidarın da muhalefetin de sınavı olacak. Allah hakkımızda hayırlı olanı versin!