Yapılan araştırmalar, insan bedeni uzun süre stres altında kaldığında hücreleri hızla bölünüp yaşam süresini kısalttığını ortaya koymuştur. Yanı düşünce şeklimiz, ilişki kalitemiz, içinde yaşadığımız toplumun bize sunduğu güvenlik seviyesi, ekonomik zorluklar, yaşadığımız iş stresi gibi yaşamsal zorluklar bizi doğrudan etkiliyor. Özellikle mutluluğunu bir nedene bağlayan kişiler bu durumdan daha fazla etkilenir. Mutluluğunu başarı, para, aşk gibi bir nedene bağlayan insanlar, daha yoğun kaygı yaşarlar çünkü bu kişiler, iyi olmak için tüm odağını ve enerjilerini o nedenin gerçekleşmesine harcarlar. Bütün dikkatinizi ve enerjinizi bir şeye yönelttiğinizde, amacınız ve tüm isteğinizi o şeye sahip olmaya doğru yöneltirsiniz; sonucu kontrol etmek için yoğun çaba harcarsınız. Bu da kişide daha fazla kırgınlık, hayal kırıklığı ve öfke yaratır. Aslında birçoğumuz kendi mutluluğumuzu amacımıza ulaştığımızda elde edeceğimize dair bir düşünmeye şartlandırmış bulunuyoruz. Gerçekten mutluluğumuz ya da yaşam memnuniyetimiz hedeflerimize ya da arzularımızı elde etmeye mi bağlı? Hadi gelin bu yazıda buna kısaca bir bakalım?
‘DENGE BOZULUR’
İnsan kendi mutluluğunu bir şarta bağladığında, mutluluğunu şartladığı o şey ne ise algısını ona göre şekillendirir. Bu da kişinin dengesini bozar. Mutluluğunu şartladığı şeye karşı hassas olmaya başlar. Örneğin mutluluğumuzu bağladığımız şeyin başarı veya para olduğunu varsayalım; para kaybettikçe korku duygumuz daha çok aktifleşmeye başladığını göreceksiniz. İnsan korktuğu şeyi her zaman kendisine daha çok çeker. Varlık değerimizi para kazanmaya bağlarsak, her zaman o şeyin arkasından koşmaya devam ederiz. Oysa hayatın doğal akışına kendimizi teslim ettiğimizde sezgilerimiz doğal olarak bir sonraki adım için bizi hazırlayacaktır.
‘ODAKLANMAK’
Biz insanlar özünde kırılgan varlıklarız, aynı zamanda yaşamak için de sorumluluk almak zorunda olan varlığız da… Başkaları tarafından nasıl algılandığımıza çok fazla odaklanırsak, tüm mutluluğumuzu başkalarının beklentisi belirleyecektir. İnsan kendi algısını dengeleyebilirse yanı kalbimizi kendimize dengeli bir şekilde açarsak; hayatımızdaki hiçbir şeyin eksik olmadığını fark etmeye başlarız. O zaman gerçekten eksik bulduğunuz şeyin zaten kendi içinizde tamamlamak için orda var olduğunu görürüz. İnsan bu yüzden önce kendini anlamakla başlamalı çünkü ancak insan kendini gerçekten anlamaya başladığında mutluluğu için bir şeylerin peşinde koşması gerektiğine dair inancı şekillenir.