Halikarnas Balıkçısı’na göre Anadolu’da Nasrettin Hoca’dan, Karagöz ile Hacivat’a, Bekri Mustafa’dan, Bektaşi erenler...

Halikarnas Balıkçısı’na göre Anadolu’da Nasrettin Hoca’dan, Karagöz ile Hacivat’a, Bekri Mustafa’dan, Bektaşi erenlerine kadar uzanan mizah geleneği Aisopos’tan gelmektedir. Aisopos adı bu kelimenin ‘ şekli olan Aesop’tan dolayı dilimizde Ezop olarak tanınmıştır. Ezop’un masallarının eğitici ve öğretici yönü günümüzde bizlere de ilham kaynağı olmaya devam ediyor. Filozof Ksanthos bir parmak hareketiyle; çirkin, kambur ve kekeme kölesini yanına çağırdı. - Şunu bir daha söyle! - Neyi efendim? - Hani; aç bir tilki bakmış ki çardaktan salkım salkım üzümler sarkıyor, imrenmiş, yemek istemiş; yetişemeyince de… Ne demiş bir daha söyle! - Şey… “Daha koruk bunlar, yenmez” demiş. Filozof Ksanthos, hayretle açılmış gözlerinde biraz gurur, biraz şaşkınlıkla konuklarına kölesinin bu zekâ dolu eleştirel masallardan daha çok bildiğini anlatır. Sonra köleye dönüp: “Peki. Git şimdi. Atların yemlerini ver. Belki atlarla ilgili de bir masal yazarsın.”Kurdun biri bir tarladan geçiyormuş, boydan boya arpa görmüş. Kurt ne yapsın arpayı? Yiyemez ki! Bırakıp gitmiş. Yolda önüne bir at çıkmış. Onu görünce: “Ben de seni arıyordum” demiş; “Şurada arpa buldum, ama yiyemedim, sana sakladım, bayılırım senin dişlerinin gıcırtısına. Gel, sen ye, ben de seyredeyim.” At kanmamış bu sözlere: “Yahu,” demiş, “Ben kurtları bilmez miyim? Sen arpa yiyebilseydin karnını doyurmak zevkini bırakır da kulaklarının zevkini düşünür müydün?” demiş.” Frigya doğumluydu bu köle ama Samos’da yaşıyordu. Okumayı yazmayı filozof sahibinden öğrenmiş, bilginin imparatorluğuna inanan bir adama köle olduğundan, neredeyse mutlu bile sayıyordu kendisini. Öyle ya, diğer kölelerin durumu ortadaydı: bir çiftlikte sahibini öldüren bir köle olursa, bütün köleler çarmıha geriliyor, akıl almaz işkencelerle öldürülüyorken, kendi sahibi ona okuma yazma öğretmiş ve hatta konuklarına bile tanıtabilecek kadar değer vermişti. Hatta biraz daha ileri gidip, ona en değerli şeyi, özgürlüğünü verecekti kısa bir süre sonra. İ.Ö.6. yüzyılda geçen bu olay belki filozof Ksanthos’u günümüze taşımayacaktı; eğer kölesine özgürlük verip bir dünya klasiği, eşsiz bir bilgi-erdem bütünlüğü taşıyan fablların yazılmasına neden olmasaydı! Her ne kadar Antik Yunan yazarlarından biri olduğunu bilsek de; M.Ö. 620'de Frigyalıların yurt tuttuğu Panormos'ta (Bandırma) yaşadığı öne sürülen Ezop'un, karanlıkta kalmış hayatına ilişkin çok fazla anlatı vardır. Ezop'un Trakya'da, Samos Adası'nda, Mısır'da yaşadığını savunanlar da olmuştur. Ancak Ezop, genel kabule göre, Firavun Amasis zamanında, Samos Adası'nda yaşamış bir köledir. Ezop ya da gerçek adıyla söyleyecek olursak Aisopos, Samoslu (Susam adalı) Ksantos’un kölesidir. Son derece bilgili, ağırbaşlı ve zeki bir esir olduğundan ve açıklamak istediği bir fikri, küçük masallarla ve benzetmelerle süslediğinden kısa zamanda büyük bir üne kavuşmuştur. Masallarını kendisi kaleme almamıştır; fakat daha sonraları bu masallar halk arasında atasözleri ve efsaneler gibi ağızdan ağıza dolaşarak yayılmıştır. Ezop fabl denen öyküleriyle ünlüdür. Anlattığı öyküler yaşama ilişkin bir öğüt ya da ders verir. Kahramanları ise hayvanlardır. Ezop'un öykülerinde hayvanlar konuşur ve tıpkı insanlar gibi davranır. Öyküden çıkarılacak ders, sonunda okura öğüt biçiminde verilir. Fabl insanlar arasında geçmekte olan ibret verici olayların, hayvanlar arasında geçen olaylar haline dönüştürülerek anlatılmasıdır. Fabl, hem didaktik, hem de dramatik bir türdür. Latince Fabula kelimesinden gelir fabl; masal, hikâye demektir. Aisopos’un fabllarında her biri değişik insan özellikleri üstlenmiş hayvanlardan oluşan yeni bir evrenin ilişkileri ele alınır. Egemenlik kavgaları, güçlülerin güçsüzleri ezme, yok etme çabaları, yardımlaşmalar, çekememezlik, düzen kurmalar, evrenin soyutlaması içinde bütün çarpıcılığı ile verilir. Aisopos, bu soyutlamaya sığınarak gündelik insan davranışlarından, ülkelerin yönetim biçimlerine kadar genişleyen bir yelpaze içinde, yaşadığı dönemi acımasızca eleştirmiştir.Barış zamanındaki fasulye, korkunun olduğu bir yerdeki pastadan daha iyidir.” Aisopos, hayvanlarda gözlemlediği davranış ve ilişkilerden yola çıkarak ilginç bulduğu olayları, durumları işleyerek; insanlar arasındaki çelişki ve çatışmalara dikkat çekerek, insanlığın içinde bulunduğu duruma ayna tutmuştur. Ezop masalları bunca yüzyıllardır boşuna mı Yunan klasiklerinden kabul edilmektedir sizce? Ezop’un fabllarında eleştirici, sorgulayıcı bir tavır ve mantık egemendir. Anlatılan masallar insanları düşünmeye ve yorumlamaya davet ettiği gibi, insanlığın durumu evrensel düzeyde tartışmaya açılır.Bir adam ile bir aslan birlikte yolculuk ediyorlarmış. Hangisinin daha cesur ve güçlü olduğu konusunda tartışmaya başlamışlar. Yolda, bir aslanı boğan bir adam heykeline rastlamışlar. “Görüyor musun?” demiş adam aslana, “Bu heykel, insanın daha üstün olduğunun en iyi kanıtı değil mi?”. “O senin yorumun” diye cevap vermiş aslan, “O heykeli bir aslan yapsaydı, aslanın pençesinde en az yirmi insan olurdu.” Köle Aisopos, kıvrak zekâsı ve Antikçağ söylencelerinden derlediği fabllarıyla, öncü kabul edilen bir halk kültürü oluşturmuştur. Öylesine yumuşak bir ifadeyle anlam bulmuşlardır ki bu fabllar, düşünsel platformda bugün bile ulaşamadığımız tartışma ortamını yakalamış Antik Yunan sanatında, artık bir eğitim aracı olarak ilgi görmeye başlamış ve insan kahraman kullanmamasıyla da sürekliliğini korurken, eleştirisinden de geri kalmamıştır. Dünyanın çelişki temelinden hareket ettiğini kabul eden bizler, bu fablların bugün bile tazeliğini koruduğunu bildiğimizden; köle Aisopos’un 2 bin 600 sene önce ortaya koyduğu bu yüzlerce fabl ve bir o kadar fıkranın önemini bilip, şaşkınlığımızı gizleyemiyoruz. Bizi şaşırtan düşüncenin sonsuzluğu değil elbette. Değersiz bir cam parçası, güneş altında kendisini elmas sanırmış ya, burada tam tersi bir durum söz konusu sanırım. Her ne kadar bilgi-egemen bir toplumdan söz ediyor olsak bile, insanların köle olarak alınıp satıldığı bir düzende, üstün-insan gibi bir kavram her zaman sorun yaratmıştır. Nasıl mı? Elmasla cam parçasının ayırt edilememesi gibi! Üstünlük kavramının olduğu bir yerde mutlaka yönetici erkin çıkar devamlılığını sağlayan kutsanmış bir takım palavralar da olacaktır. Bunlar günahı ve yasağı kışkırtırken, insanı, yani her şeyin tarihi ve geleceği olan şeyi itip kakmadan da geri durmayacaktır. İşte Hitler ve Alman faşizmi, işte Yahudi aşağılaması. İşte Amerika ve Kızılderili soykırımı. İşte Ortaçağ ve Engisizyon tutsaklığı. İşte Antik Yunan ve Delphoi kutsiyeti. Kutsal topraklar safsatası... Neyse, biz anlatmaya devam edelim. Ezop masalları, önceleri manzum olarak anlatılmış daha sonraları yazıya geçirilmiş didaktik ürünlerdir. Bu masallar, insanlara toplumsal düzen içerisinde mutlu yaşama yollarını göstermeye çalışır, ahlâkî değerleri benimsetme amacını güder. Kaynaklarda fabl türünün kurucusu olarak anılan Ezop, bir halk ozanı görevi de görerek toplumun belleğinde birikmiş olan anlatılarla birlikte kendi deneyimlerini ve gözlemlerini de dile getirmiştir. Hatta bu anlatılara benzeyen birçok masal, daha sonraki devirlerde gerek yazarlar gerekse anlatıcılar tarafından Ezop’un masallarına dahil edilmiştir. Ezop masalları ilk kez M.Ö. 300 yılında Mısır Kralı II. Ptolemaios’un danışmanı ve Atinalı devlet adamı Demetrios (M.Ö. 345-283) tarafından, ikinci kez M.S. 100 yılında Babrios adlı bir şair tarafından 10 kitap halinde yeniden derlenip yazılmıştır. Ayrıca Latin edebiyatında Augustus ve Quintilianus, onun masallarını çok beğenip, bu masalların mutlaka Latin diline aktarılması gerektiğini düşünmüşlerdir. MS 1. yüzyılda Roma’da Gaius Iulius Phaedrus, masalları ilk kez Latinceye aktarır. Bundan sonra Avianus da masalları yazmayı dener. XIV. yüzyılda Planudes adlı bir rahip masalları düz yazı şeklinde yazar. XVII. yüzyılda ise fabl ustası sayılan La Fontaine, büyük oranda bu masallardan yararlanarak La Fontaine masalları diye anılan eserini ortaya koyar.Bir sürek avında, tazılar bir tilkiyi kovalamaya başlamışlar. Tilki, ormanda odun toplayan bir adama yaklaşmış. Ondan, kendisini saklamasını istemiş. Adam da ona kendi kulübesini göstermiş. Tilki kulübeye gidip bir köşeye saklanmış. Biraz sonra avcılar da gelmişler. Oduncuya, tilkiyi görüp görmediğini sormuşlar. Oduncu: “Görmedim” demiş. Ama parmağıyla da kulübeyi göstermiş. Avcılar, adamın işaretini anlamamışlar. Oduncunun sözüne inanıp oradan uzaklaşmışlar. Tilki, onların gittiğini anlayınca kulübeden çıkmış. Oduncuya hiçbir şey demeden uzaklaşmaya başlamış. Oduncu bu duruma pek öfkelenmiş: “Nankör hayvan!” demiş. “Böyle mi yapılır? Canını bana borçlusun. Bir teşekkür bile etmeyecek misin?” Tilki başını çevirerek: “Teşekkür mü? Davranışların da sözlerin gibi güzel olsaydı, teşekkür ederdim. Hem de binlerce kere teşekkür eder öyle giderdim. Adam olmak, dediğiyle yaptığının örtüşmesidir. Sakın başka birine yardım etmeye kalkma bir daha! Aynaya bak da adam olmak neymiş onu düşün bir kere daha. Senin sayende hayatta kalmaktansa, keşke avcılara yakalansaydım” demiş. Sonra da oradan hızla uzaklaşmış.” Özgürlüğünü kazanmış köle Aisopos, kültürün anavatanı sayılan Atina’ya gider günün birinde. Ancak Atina’da anlattığı bir hikâye yüzünden oradan kovulur. Atina'da o dönem kent halkının nefret ettiği Pisistratus adlı kral hüküm sürmektedir. Halk baskı altındadır. Bu dönemde Atina'ya giden Ezop, gelecek yeni bir kralın, eskisini aratacağını, kralların ne kadar iyi olursa olsun tek bir adam olduğunu ve ihtirasları yüzünden yanlışa düşmelerinin çok kolay olduğunu, bu sıkıntıdan kurtulmak için başka türlü bir çözüm aranması gerektiğini göstermek için, halka "Kral Arayan Kurbağalar" masalını anlatır. Bir zamanlar, başlarında kimse bulunmadığı için rahatları çok kaçan kurbağalar, tanrı Zeus'a başvurarak ondan kendilerini yönetecek bir kral istemişler. Zeus, böyle bir istekte bulunmanın budalalık olduğunu, çünkü kralsız da kendi kendilerini yönetebileceklerini düşünüyormuş. Göle bir kütük fırlatarak, "Alın, işte sizin kralınız bu" demiş. Kurbağalar kütüğün suya çarpınca çıkardığı sesten ürkerek önce sağa sola kaçışmışlar. Sonra kütüğün kımıldamadığını görünce, yavaş yavaş yaklaşmışlar, giderek yüreklenip üzerinde hoplayıp zıplamaya başlamışlar. Durumları rahatmış ama aslında düşledikleri de böyle bir kral değilmiş. Bu yüzden yeniden Zeus'a çıkarak bu işe yaramaz kralın yerine, doğru dürüst bir kral göndermesini istemişler. İkide bir rahatsız edilmek Zeus'un hiç hoşuna gitmiyormuş. Bu kez kurbağalara krallık etmesi için bir leylek göndermiş. Leylek göle varır varmaz, gagasıyla yakaladığı kurbağaları birer birer yutmaya başlamış. Kurbağalar, o zaman anlamışlar kendi kaderlerinin kendi ellerinde olduğunu!” Atina’dan kovulan Ezop, özgür yolculuğuna devam eder. Lidya Kralı Kroısos’un beğenisinden geçen kölemiz, bir şereflendirme ölçüsü olarak Delphoi’ye gitmekle ödüllendirilir. Ama bu ödül bizim ders kitaplarımıza kadar girmiş bir büyük dünya insanının son yolculuğu olur. Bir kölenin kutsal Delphoi’ye geleceği ve şereflendirildiği haberi kuşlardan hızlı, bulutlardan evvel ve rüzgârın sesiyle ulaşmıştır bile Delphoi’ye. Ne kadar akıllı olursa olsun, vahşi bir önyargıyla bir köle olarak damgalanan Ezop’un kutsal Delpoi’ye ayak basması kabul edilemez. Bu kutsiyetin sahtekârlık olduğunu anlatan Ezop, Delpoi rahiplerinin şimşeklerinden korunamaz. Şimdi kutsallık safsatasıyla şişirilmiş Delphoi halkı, kentin girişindeki yüksek kayalarda köle Aisopos’un gelişini beklemektedir. Aisopos uzaktan görünür. Yaklaştıkça Delphoililerin sesi azalır, yaklaştıkça azalır ve sonunda kentin kapısında atının üzerinde kambur, kekeme ve çirkin bir adam ve karşısında hiç konuşmayan öfkeli, kendilerini aşağılanmış sayan bir halk bir süre konuşmadan birbirlerine bakarlar. Bu sessizliği yüksek kayalardan uçuruma süzülen bir kartalın kanat çırpışları bozar. Ve az sonra Aisopos atıyla birlikte, kartalın kanat çaldığı boşluğa atılır öfkeli Delphoi halkı tarafından. Böylece Delphoi kutsiyetini korumuş ve Delphoi’nin nerden ve kimden geldiği bilinmeyen üstünlükleri aşağılanma tehdidinden arındırılmış olur. Aristophanes, Aisopos’u Sinekler adlı güldürüsüne konuk etmişken; Sokrates, ölümü beklediği son saatlerindeki konuşmalarında ondan söz etmiştir. Ünlü tarihçi Heredot’un kitaplarında da Ezop’a ve onun olduğu iddia edilen masallara rastlarız. Her ne kadar bu konuda tarihsel bir kesinlik içinde olmadığımız ve başka masalların da Ezop’un masalları gibi kayıtlandığını söylese de araştırmacılar; ünlü Sümer tarihi bilgini Samuel N. Kramer “Tarih Sümer’de Başladı” adındaki eserinde bu konu ciddi bir şekilde gövde bulur. Kramer, Ezop’un hikâyelerinden birçoğuna, onun doğumundan bin yıl önce Sümer tabletlerinde rastlandığını belirtir. Bunun tek anlamı olabilir: masalların ya da hikâyelerin binlerce yıldan beri sözlü edebiyat aracılığıyla oluştuğu ve kültürün tüm insanlığın malı olduğu!