İmralı Hükümlü Gazetesi’nde tiyatro ve sinema haberleri - 1

Mutahhar Şerif Başoğlu, üstlediği ceza ıslah programı kapsamında öyle bir sistem kurmuştu ki, çok sevdiği görevinden vazgeçecek kadar “taciz” edildiği halde, onun ektiği tohumlar pıtır pıtır açmaya devam edecektir yıllar içinde. Ne zamana kadar? 1952 yılında Demokrat Partililerin Cezaevleri Kanunu’nu değiştirdiği ve tekrar insanlık dışı tecritlerin uygulanmaya başladığı günlere kadar!

Islah programının en belirgin insancıl yüzü, mahkûmların sanatla ilişkileri olsa gerek. Hürriyeti elinden alınmış ve toplumun önyargı giyotiniyle ömrünce kıyılacak olan bir mahkûmun sanat gibi ufuk gösteren, özü hürriyete, saygıya, özgüvene dair olan bir yaşam motivasyonuna tutunması acayip, acayip olduğu kadar da şahane bir dengedir.

İmralı Müdürü İbrahim Saffet Omay döneminde, adada bir hükümlü gazetesi yayınlanır. İlk sayısı 6 Şubat 1948 günü çıkan bu fotokopi gazetenin arşivini karıştırdığımızda, karşımıza sanata dair hayli ilginç ayrıntılar serilir. Mahkûmlar adasındaki tiyatro ve sinema haberleri, bugün benim diyen birçok orta ölçekli kent tarihinde görülmemiş kadar yoğundur. Doğal olarak bu sistemin nasıl kurulduğu ve sonra da neden sürdürülemediği, aklımıza demirden çengellere benzeyen paslı soru işaretleri getirir. 

Cuma günleri yayınlanan ve 1 kuruşa satılan İmralı Hükümlü Gazetesi’ni çıkaranlar, ilk sayısında neden bu gazeteyi çıkardıklarını hayli samimi bir dille şöyle açıklar:
“Gönlümüzdeki pas, zaman zaman yüzümüzdeki hatları geriyor, dudaklarımızı buruşturıyor. Biz, yaşama zevkimizi buruklaştıran bu pası silmek ve ruhumuzu daha çok dinçleştirmek istiyoruz. 

Adamız tabiatının her türlü nimetlerinden faydalanmaktayız. Güneş, deniz, açık hava, temiz gıda ve hareket… bunlar vücudumuzun muhtaç olduğu şeylerdir. Ruhumuzu beslemek için ona daha çok neş’e katmak lâzım! Fransız büyüklerinden biri “Gülmediğiniz gün yaşanmış sayılmaz” demiş. Bunu en iyi anlayan bizleriz. Öyle olduğu içindir ki bu gazete, endişeleri ve insanları şaka tarafından görecek. 

Dokunacağımız şeyler kendi meselelerimizdir. Bu arada durumumuzla ilgili ciddi konulardan da ara sıra geldikçe söz açacağız. Velhasıl burada zayıf ve kuvvetli taraflarımızla kâh tebessüm, kâk kahkaha halinde hep kendimizi bulacağız. Temsil kolundan maada bize bu imkânı bahşeden babamız İbrahim Saffet Omay’a burada cümlemiz namına teşekkür ve minnet borcumuzu alenen ifa ederiz.” 
İmza: “İmralı İnsanı”
“Temsil kolundan maada…”… Bir gazetenin manifestosu sayılan ve ilk sayının açılış  yazısında kullanılan bu tümce, sizi bilmeyiz ama bizim içimizi yemyeşil bir kuyrukluyıldız tozuna buluyor.
Gazetenin ikinci sayısında, “Son Haberler” adlı bölümde, şaka olsun diye yayınlansa da, sistemin kurucusu Mutahhar Şerif’in de adı geçer. Zamanın değirmeni öğüterek, Mutahhar Şerif’in adını unuttursa da, kurmuş olduğu sağlam sistemin huzurunu duyan mahkûmlar, alaycı bir yergi sesiyle olsa bile kurucu müdür Başoğlu’nu unutmamışlardır.
“İnanılır kaynaklardan aldığımız haberlere göre vazifelerinde üstün başarı gösteren bazı âmir, memur ve hükümlülere mükâfat olmak üzere yetkili merci tarafından birer adet kitap hediye edilmiştir. Aşağıda kitap alanların ve verilen kitapların isimlerini yazıyoruz.
- Mutahhar Başoğlu’na … Unutulan Yıllar
- Esat Adil Müstecaplıoğlu’na … Reşat Nuri’den Yaprak Dökümü
- İzzet Akçal’a … Şark Rüzgârı / Garp Rüzgârı
- İbrahim Saffet Omay’a … Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok
- Hazım Çelik’e … Jül Vern’den On Beş Yaşında Bir Kaptan” (İmralı, Yıl: 1, Sayı: 2, 13 Şubat 1948) 
Mahkûmların “Baba” diye andığı İbrahim Saffet Omay’a gelince; -ki sonradan milletvekili olacak bu kişiden, namuslu ve idealist biri olarak söz edilir her kaynakta- İmralı müdürü olduğu dönem bir kitabı yayımlanır Omay’ın: “Cezaevi (İş Esası Üzerine Kurulu)”… İstanbul, Cumhuriyet Matbaası tarafından 1947 yılında basılan 86 sayfalık bu kitabın içinde konumuzu ilgilendiren bir bölüm de vardır.

“Sahne, Sinema, Konser, Radyo” başlıklı bu bölümde şöyle demektedir Omay:

“Görgü ve bilginin artmasında, ince heyecanların gelişmesinde, velhasıl insanoğlunun kalkınmasında bahsimizin başlığını teşkil eden dört vasıtanın esaslı birer unsur olduklarını ve bu itibarla cezaevleri çerçevesinde çok görülmemeleri lâzımgeldiğini akıl, mantık ve idrâk sahipleri elbetteki tereddütsüz olarak kabul eder ve bunların hapishaneye lüzumunde tam ittifaka varırlar. 

Madem ki cemiyet suçluyu geri istiyor; şu halde onu görgülü ve bilgili olarak iade etmek esastır. Dava bu olunca cezaevlerinde sahne, sinema, konser ve radyo muhakkak bulunmalıdır. Tertip olunacak terbiyevî ve ahlâkî temsiller, gösterilecek hissi ve kültürel filmler, herhalde millî karakterde konserler ve hele Anadolunun bağrında inleyen ve yerli hükümlünün içinde ihtisaslar yapagelen kiraz ağacından oyulmuş, kiraz kabuğu ile çalınan ve tam manasıyla her bakımdan millî olan saz ve dünyanın dört bucağından haberler taşıyan ve bilgiler veren radyo şüphesiz alîl ruhları  yıkar, tazeler ve diriltir.” (a.g.e., ss. 45-46)
Yazısının bu noktasından sonra bugünkü olumlu bakış açımızı gölgelendiren bir açıklama gelir müdür beyden: “Amerikan kültür cemiyetinin himmetiyle İmralı’da ilk filmi göstereceğiz.” Amerikalıların himmetiyle mi? İmralı’da ne gibi bir işi olabilir ki Amerikalıların? 

Neyse, şaşkınlığımızı yutkunarak, okumaya devam edelim, bakalım nereye çıkacak bu yolun sonu?

“Gizleyecek yer hazır olmadığından (sinema) makinesi açıktadır. Hükümlüler salonu doldurduktan sonra içeri giriyoruz. Bir de ne görelim; bin kişiden üç dört yüzü perdeye dönük olarak oturmuşsa, mütebakisi arkalarını perdeye, yüzlerini makinaye çevirmişler.”

Bize hayli ilginç gelen bu durumun şaşkınlığıyla, Amerikan kültür cemiyeti diye anılan kişi ya da kişilerin İmralı’ya nasıl etki ettiklerinin peşine düştük. Elin Amerikalısının, ne tür filmlerle, bizim mahkûmları “sanata yaklaştırdıklarını” çok merak ettik. Bunun nedenini ve biçimini… 
Gazetenin 16 Nisan 1948 tarihli 11. sayısında, adaya bir sinema makinası alındığına dair bir haber gözümüze ilişti. Haberde; yakın zamanda, adada sinema filmleri gösterileceği de duyurulmaktadır.  Gerçekten de çok yakındır ilk filmlerin gösterimi. Yaklaşık 20 gün sonra, 7 Mayıs 1948 günü, İmralı’da filmler gösterilmeye başlar. Hem de bir değil, iki değil, dört film birden gösterilir mahkûmlara.
-    Pasifik Savaşı’nın Şiddetlenmesi
-    Bir Amerikan Şehri
-    Silahın İcâdı
-    Veremle Mücadele 

Ardından dönem dönem başka filmler de getirilir adaya.
28 Mayıs 1948 tarihli İmralı Hükümlü gazetesinden, getirilen yeni filmlerin hangileri olduğunu öğreniriz: “Transmisyon, Elektrik ve Toprak, Çelik Fabrikaları, Amerikan Hayatından Sahneler ve Kelebeğin Hayatı”… Sonraki günlerde yeni film gösterimleri devam eder: “Fareler, İstikbâlin Kanatları, Zaptolunamayan Norveç, Öğretim Hürriyeti, Veba”…

Sonra gene yeni filmler: “Oyun Okulları Çocukları, Yeni Komşu, Savaşa Mecbur Edildi ve Ohio’da Antioch Koleji ve Sıtma”…
Sonra gene ve gene: “İnsan Vücudu, Hayatın Başlangıcı, İzci Kızlar, Mavi Kordelâ, Fen ve Sanat Müzesi, Doktor, Yedi Cüce, Niçin Savaşıyoruz, Amerikan Sanat Galerisi”

Ve bir film daha: “Truman Başkan Seçildi” (İmralı gazetesi, 29 Temmuz 1949, Yıl: 2, Sayı: 78)

Dikkatimizi çekti; İmralı’da çoğu okuma yazma bilmeyen mahkûma neden, “Amerikan Hayatından Sahneler”, “İzci Kızlar”, “Amerikan Sanat Galerisi”, Ohio’da Antioch Koleji” ya da “Truman Başkan Seçildi” gibi propagandist filmler gösterirler ki Amerikalılar? ‘Yoksa Truman Doktrini diye bilinen kültürel işgal plânının bir parçası da İmralı’da mı sahneleniyor’ diye düşünmeden edemedik.

Öyle ya; İmralı gazetesindeki başka bir haberde bakın ne deniyor:

“Geçen Cuma akşamı doğan katır yavrusuna, Müdürümüz İbrahim Saffet Omay’ın teklifi üzerine Amerikalı gazeteci Charles Lautus tarafından ‘Heybull’ ismi konmuştur.” (İmralı Hükümlü Gazetesi, 9 Haziran 1948, Yıl: 1, Sayı: 10)

Amerikan kültürü İmralı’nın damarlarına ince ince zerkedilirken; İmralı iç tüzüğünden ya da tam adıyla söylersek ‘İmralı Yeni Cezaevi Dahilî Talimatnamesi’nden bambaşka nağmeler duyulmaktadır. Hükümlü gazetesinin 18 Mart 1949 tarihli, ikinci yıl, 59. sayısında yayınlanan İmralı ve sanat hakkındaki tüzük maddeleri oldukça milliyetçi ve çok sıkı kontrol altındadır.

“Musiki, Sineme ve Tiyatrodan İstifade” başlıklı tüzük maddelerinde denir ki:

“Madde 155 - Hükümlülerin boş zamanlarında lüzumsuz veya fenalık şeyler düşünmelerine veya böyle şeylerle meşgul olmalarına yer verilmemesini, meyusiyet veya bedbiniye düşmemelerini ve ruhi inkişaflarını temin bakımından, musiki, tiyatro ve sinemadan istifade edilir.

Konser ve Müsamereler

Madde 156 - Ders yapılmadığı Cumartesi akşamları ile, tatil günleri öğeden sonra müdüriyetçe uygun görülecek saatlerde ya sadece konserler veya temsiller verdirilir veyahutta musiki , milli oyunlar ve temsiller birlikte olmak üzere müsamereler tertip edilir. Konserlerde hükümlülerin iyi saz bilenlerinden istifade edileceği gibi bilenlere memleket türküsü ve şarkıları da söyletilebilir.
Verilecek temsillerde hükümlülerin ahlâkî ve ruhî inkişaflarını temin edecek, onlara yurt ve millet sevgisi aşılayacak, fedakârlık hislerini ve kahramanlık duygularını kuvvetlendirecek mahiyette eserler intihap olunur. Müsamerelerde, milli oyunlarda oynattırılır. 

Konser ve Müsamerelerin Tertibi

Madde 157 - Verilecek konser, müsamere ve oyunları idare amiri tertip eder. Yapılacak program ve temsil edilecek eser, müdür tarafından tetkik ve tasvip edildikten sonra tatbik edilir. İdare amiri musiki, oyun ve temsillerin maksada uygun olmasını, tam bir intizam ve muvaffakiyetle ihzar ve icrasını, gerek sahnede, gerekse seyirciler arasında disiplin ve intizamın ihlâl edilmemesini temin ve bu hususta gereken tertibat ve tedabiri ittihaz eder.”
 Bir yandan Amerikan yaşamını izletip, diğer yandan milli duygularla kışkırtılan mahkûmların ruhsal olarak ne durumda olduklarını düşününce hüzne kapılmak sadece bize ait bir duygulanma olabilir mi?

İmralı’da gösterilen sinema filmleri, buram buram Amerikan kültür kuşatmasının izlerini taşısa da, aynı yıllarda adada sahnelendiğini saptadığımız birkaç tiyatro oyununun, bu durumun tam tersine, yoğun bir milliyetçilik vurgusu içerdiğini gördük.

Döneminde, adadaki mahkûmların tiyatro yapmasıyla ilgili şunları yazar kitabına Saffet Omay:

“Cezaevlerinde personelini de hükümlüler arasından ayırmak suretiyle Pazar geceleri temsiller verdirmek, eğlenceler ve konserler hazırlamak mümkün olamayacak bir şey değildir. Bu gibi faaliyleter madem ki üzerlerinde çalıştığımız insanların kalkınmasına yarayacaktır, şu halde cezaevlerimizde böyle faaliyetlere prensip olarak yer ve imkân vermek lâzımdır. 

Cezaevleri idarecileri, isterlerse bu işleri asgari manada ve kısmen olsun başarmak için çareler bulabilirler. Yeter ki iman ve niyet sağlam olsun.” (İ. Saffet Omay, Cezaevi (İş Esası Üzerine Kurulu), Cumhuriyet Matbaası, İstanbul, 1947, s. 47)

Bu konudaki tüzük maddelerinin ayrıntılarını da, İmralı hükümlü gazetesinden öğrenelim:

“Temsillerde rol alacak ve sahnelerde lüzumlu diğer işleri yapacak hükümlüleri de, bu hususta kâfi derecede ehliyetli ve istidatlı olanlardan idare amiri seçer ve müdüre bildirir. Adetleri de ihtiyaca nazaran idare amiri tarafından, teklif üzerine müdür tarafından tespit edilir.
Sahne ve müsamere için lüzümlu eşya ve malzeme de döner sermayenin (Talim ve Terbiye) tahsisatından idarece temin olunur. 
Temsillerde rol alanlar veya diğer işleri yapacak olanlar bu işi için tefrik edilen hükümlüler meyanından idare amirinin teklifi üzerine müdürün seçeceği ve rejisör olarak tavzif edeceği emniyetli bir hükümlünün idaresi ve idare amirinin nezareti altında sahnede veya sahne yanında ayrılmış bulunan odada çalışırlar.” (İmralı gazetesi, 18 Mart 1948, Yıl: 2, Sayı: 59)    

İmralı’nın kurulduğu ilk günlerde Reşat Nuri’nin “İstiklâl” adlı oyununun oynandığını biliyoruz; dosyamızın daha önceki bölümlerinde sözü edilen oyundan bahsettiğimiz için o oyunu kısacık htırlatmakla yetineceğiz. Peki başka hangi oyunlar sahnelenmiştir İmralı’da? Yani, bu kadar sıkı önlemler altında seçilen oyunlar hangileridir ya da İmralı Sosyal Sanatoryumu’nu ülke gündemine taşıyan bir tiyatro hareketi var mıdır? Mutahhar Şerif’in bir zamanlar dediği gibi İstanbul Şehir Tiyatrosu gibi ulusal tiyatromuzun temel taşı, İmralı’daki bu muhteşem ıslah programından etkilenmiş midir?