İzmir Körfezi’ni yan yana dizili bloklardan oluşmuş Çin Seddi gibi çevreleyen mimari, ciddi sarsıntılar söz konusu olursa, taban suyu nedeniyle “zemin sıvılaşması” yaşayacaktır ve yıkım tehdidi altınd...

İzmir Körfezi’ni yan yana dizili bloklardan oluşmuş Çin Seddi gibi çevreleyen mimari, ciddi sarsıntılar söz konusu olursa, taban suyu nedeniyle “zemin sıvılaşması” yaşayacaktır ve yıkım tehdidi altındadır. Yıkım tehdidi haricinde, apartmanların her katında yaşayan insanların araçları, otopark ve trafik sorunu da içinden çıkılacak gibi görünmüyor. İzmir şehrin altyapısal ihtiyaçlarını karşılamak üzere İzmir sürekli olarak deniz içine dolgu yapmaya devam ediyor. Şehrin içinde ihtiyacımız olan araç, bisiklet yolu, engelli yolları, ulaşım otopark ihtiyaçlarını, park ve rekreasyon alanlarını karşılamak amaçla sürekli şehir dışına, deniz içine dolgu alanlar oluşturarak karşılamaya çalışıyoruz. Şehirlerin bazı alanlarının New York’un “Manhattan” adası gibi çok katlı imar düzenlemesi yanlış bir bakış açısı değildir. Zira bu arz, hızla büyüyen metropollerin mecburi taleplerinden doğmuştur. Büyükşehir olan kentlerde coğrafyaya yayılmamak için uygun hesaplamalarla tespit edilmiş noktalara emsal fazlası vermek, mecburiyetten doğmuş bir düzenlemedir. Ancak bu düzenleme çok doğru alanlarda planlabilir. Her ne kadar yeni imar planları oluşturulan Bostanlı gibi alanlarda alt yapı ve yeşil alanlara daha fazla dikkat edilmişse de bu alanların tümden alüvyon dolgusu ve bataklık üzerine şehirleştiği kaygı uyandırmamıştır. Mavi Şehir gibi bölgelerin ciddi yağışlar ve med-cezir olaylarında göle döndüğü görmezden gelinmektedir. Zemin suyunun temellere intikal ederek beton ve demirlerine verdiği tahribatı dikkate almıyoruz. Çok önce değil 25-30 yıl evveline kadar bataklık olan alanlara dolgu yaptık ve imara açtık. Adı “Deniz Bostanlısı” olan bataklık zeminleri insan eliyle doldurup, şehirleştik. Anadolu plakasının düzenli olarak Ege Denizi’ne doğru itilmesi eğilimini hesaba katmadık. 50- 100 yıl evveline kadar, yalnızca “bağ bostan” için kullanılan, enginar dikilen, kıyı kesimlerinden deniz börülcesi toplanan, bu nedenle adı “ bostanlı” olan alanlar, bugün yüzbinlerin yaşadığı beton tarlalarına evrilmiştir. Deprem felaketinde görünen odur ki, şiddetli sarsıntılarda tabiat, ondan insan eliyle alınmış her şeyi geri almaktadır. Alüvyon alanlar, coğrafi gerçekler, fay hatları, yeraltı su rezervleri, termal alanlar ve tektonik plakalar hiç dikkate almadan şehirleştiğimiz, hiç bu kadar acı şekilde bizlere hatırlatılmamıştı. 11 ilde yüzbinlerce konut, içlerinde barınanlarına mezar oldu. İmarla Şehirleşmeyle ilgili bildiğimiz ne varsa yanlış olduğu ortadadır. Bunu anlamak, tüm bilgileri güncellemek ve her şeye yeni baştan başlamak zorundayız. Ovalara, nehir yataklarına, nehirlerin taşıdığı alüvyonlarla oluşmuş tarıma uygun topraklara şehir kurmamamız gerektiğini anlamalıyız. Şehirlerin sağlam zeminli dağ yamaçlarına kurulması gerektiğini, bunu yaparken sanayi, tarım, turizm ekonomi gibi dinamikleri hesaplamalı, sağlıklı ve sürdürülebilir şehirleri yeniden yapılandırmak durumundayız. Bu gerekçelerle, yaşadığımız felaket bizler için tartışmasız bir milat olmalıdır. Yaşamlarımız bundan sonra aynı şekliyle, değişmeden, düzeltilmeden, hatalarıyla devam edemez. Coğrafyamız 1. Dereceden deprem coğrafyasıdır. Bu gerçek tüm Anadolu coğrafyasının gerçeğidir ancak özellikle Ege kıyıları dünyanın en hareketli alanıdır. Şehir planları, İmara dair edinilmiş tüm yanlış prensipler baştan aşağı düzeltilmelidir. Deprem gerçeğini konuşmak, bu düzenlemeleri hayata geçirmek için öncelikli gündem olarak kalmalıdır. Bu felaket milat olarak kabul görürse, kısa, orta ve uzun vadeli hamleler aşamalı olarak vücut bulacaktır.