Ülkemiz çok garip bir ülke... Niye mi böyle dedim? Anlatayım. Zaten teknolojik gelişme dedikleri bilgisayar esareti ya da globalizm adıyla sanki bir sistemmiş gibi, emeğimiz ya da zamanımız bankalara...

Ülkemiz çok garip bir ülke... Niye mi böyle dedim? Anlatayım. Zaten teknolojik gelişme dedikleri bilgisayar esareti ya da globalizm adıyla sanki bir sistemmiş gibi, emeğimiz ya da zamanımız bankalara peşkeş çekilirken ve sadece banka kredisi ödeyerek Tanrının biricik armağanı ömrümüz günden güne bir su gibi elimizden akıp giderken; yeni değerler üretmek, kendi hayatını bile kontrol edemeyenler için bir düş bile olamaz da ondan...O tip insanlar için sadece kendileri değerlidir. Sadece onların önceliği vardır ve onlar için enternasyonalist olmak gereksizdir. Oysa ki, onlar da çok iyi biliyorlar ki, bir tek, dünya vatandaşı olan bir yaşamı kovalayanlar tarihi değiştirebilirler ancak. Birileri bakar, birileri yapar kısmında hiçbir enternasyonalist bakan kısımda durmayı kendine yakıştırmaz. O hareketin içinde yaşar ve hareketi tetikleyen bir bireysel üretimi evrenselleştirdiği oranda mutlu olur. Oğuz Aral, artık bir şehir kültürü kahramanı olan Avanak Avni tiplemesini yaratırken, sadece hayata daha dikkatli bakmıştı kuşkusuz. Baktığı hayatın çirkin yüzüne karşı, saflığıyla gönüllerimizde taht kuran bir Avni’nin yüzümüzde gülümsemeye dönüşmesi başka türlü nasıl açıklanır ki? Avni her gün yolda beride karşımıza çıkan, otobüste metroda karşılaştığımız, hepsi “iyi niyetli” ama bir araya gelince giderilemeyen korkuları yüzünden global hayatın vahşileştirip, bencilleştirdiği insanlara inat, hâlâ inandığı gibi yaşamaya çalışan, temiz duyguları olan ve arkadan iş çevirmek yerine, yoksulluğunu pazarlamayan onurlu bir duruşla kalbimizi etkiledi en çok...Onu bu kadar seviyorsak; birçoğumuzun artık gerçeğinde kaybettiği ama bir filmde, bir şarkıda gözlerimize yürüyen yaşların ne anlama geldiğini hepimizin çok iyi bildiği “yalnızlık duygusunun” içimizi oyan sancısının bir başka türlü ifadesini, Avni’nin saf ve temiz dünyasında bulduğumuzdan; bulup da kendi dünyamıza taşıyamamaktan, kalbimizin en gizli köşelerinin, eksik, yaralı kederlere bulaşmasındandır, başka ne olacak ki? Avni tipi yayınlandığı yıllar içinde Türkiye okuru tarafından çok sevildi. O kadar ki, kapitalizmin dikkatini çekecek kadar çok! Derhal tüketim pazarına sokuldu. Bardaklara işlendi figürleri, kolyelere, çantalara, tas tabağa...Sonra da ortadan kaldırılması kolaylaştı. Sanılır ki; reklamı çok yapılan şey, daha çok tanınır ve güçlenir. Bu büyük bir yanılgı ve kapitalist ilişkilerin en masum görünümlü tuzağıdır oysa... Amerika’nın bir tabur ajanı peşine salıp, 39 yaşında öldürdüğü Che Guevara’nın pulunu basmasını nasıl açıklayacaksınız o zaman? Ya da hiç elini oynatmadan başkalarının emeğiyle “çöplenen” şehir sülükleri olan sanat komisyoncularını? Hani kendilerine organizasyon firmaları, cast mast gibi isimler takıyorlar ya, onları... Bırakın bu sahteci zavallıları! Emeğimizi reklamla değil, tanıtımla örgütlemek için, yalansız ve bire bir örgütlemeyi başardığımız ve parayı değil, insanı merkeze koyduğumuzda ortadan kalkacak bu cüceleri boş verelim de; asıl bankaları ne yapacağız, hayatımızı tavşan kaç-tazı tut oyunları sonrası ipotek altına alan  bankaları? Hani tarihi filmlerde görürüz; antik zamanlarda, sokakta, pazarda insanların yolunu kesip, kutsal olduğunu iddia ettiği sayfaları onların eline tutuşturarak, onları kurtarmaya çabalayan misyonerler vardır ya… şimdi de sokakta yolumuzu kesip, elimize kredi kartı tutuşturanlar var. Yoksa bu da yeni bir din midir? Siz ne düşünürsünüz bilemem ama özençlerimizi sömürdüğünü düşündüğüm bu yapılanmaların, bize ihtiyaç yaratmak için sahada olduklarına ve insanca yaşamaya çabalayan bizim gibi basit yaşamlar sürenlerin peşinde koşan vahşi kurt sürüleri olduğuna inanıyorum ben. Avni, bu gümdürdeyen şehir havasında, kapitalizmin izin alma kibarlığı bile göstermeden “pazara sürdüğü” nadir değerlerimizden biriydi. Bu yüzden ortadan kaldırıldı ya... Ama hayır, onun çizeri ölse ya da yeni Avni maceralarını okuyamasak bile, kalbimizdeki Avni izlerini hangi güç silebilir ki? Avni bir fikir, bir direnme ilhamı, bir temizlik sembolüdür her zaman duyarlı kalpler için...O bizden biridir ve hatta düpedüz bizim aynadaki yansımamızdır Avni. Avni her türlü engellemelere karşın, enternasyonalist olmayı başaran bir karşı-kahramandır. Ülke dağının en üstünden; “bunlar ideolojik siyaset yapıyorlar” gibi, hem Türkçe kurulumuyla, hem de anlam derinliğiyle “gerçek bir inci” olan vecizelere maruz kalsak da; kalbimizde kalan birkaç sevgi kırıntısıyla Avni’yi düşünmeye devam ediyoruz. (Meraklısına Not; İdeolojik olmayan siyaset nasıl yapılır diye düşündüm de, kısa süreli de olsa, biriktirdiğim biricik algı dünyamda anlamsız bir deprem oldu.) Avanak Avni'nin Türkiye’de ilk kez siyasi bir hareketin sembolü haline gelmesi, 90'ların başında Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde, Sovyet devriminin liderlerinden biri olan Leo Troçki’nin sosyalizm savına inanan gençlerin oluşturduğu bir eylemde gerçekleştirildi. Özgür Üniversite adıyla anılan forum hareketi, üniversitede yaptıkları bahar şenlikleri için yüzlerce 'Avni’ desenli tişört bastırmıştı. Bu tişörtlerin üzerinde, artık sosyalistlere mâl olmuş olan, sol yumruğunu havaya kaldırmış bir Avni figürü vardı. Avni çok sert gözlerle bakmaktaydı ve hemen altında da, İngilizce olarak , 'Özgür Üniversite İçin Mücadele Et!' yazısı yer alıyordu. Tişörtlerin tamamı iki saat gibi kısa bir zamanda tükenmişti. Başta bir tatlı espri gibi görünen bu girişim, çok kısa süre içinde tüm dünyayı saracak ve Avni dünya gençlik örgütlerinin bir çoğunda bir çeşit temizlik, saflık ya da inanmışlık sembolüne dönüşecekti. Çünkü ODTÜ’lü gençler ilginç bir şey yapıp, kendi hazırladıkları Avni tişörtlerinden, dünyanın bir çok yerindeki benzer düşünceli gençlik örgütlerine de göndermişlerdi. Ülkemizde Avni’nin “ideolojik siyaset yapması” ilk kez böyle kayıtlanırken, dünya siyasetinin Avni’yi sembolleştirmesinin tarihi biraz daha eskilere; 12 Eylül 1980 faşist askeri darbesinden kaçan bir gencin Belçika’da yayınlanan bir dergiye çizdiği “kopya Avni” karikatürünün, çizeni bile şaşırtan bir hızla gençlik örgütlerince sahiplenişine dek uzanır. Birçok sol görüşlü genç gibi, 1980 askeri faşist darbesinden sonra Türkiye’yi terk etmek zorunda kalanlardan biri de, yazar ve çevirmen Yiğit Bener’dir. Bener, Avanak Avni’yi ilk kez 1984 yılında, yazı işlerinde çalışmakta olduğu asık suratlı bir gazete olan, Dördüncü Enternasyonalin Belçika biriminin gazetesi, ”La Gauche”ta kullanır. Diyor ki Yiğit Bener; “...’12 Eylül’den önce ben de düzenli bir Gırgır okuyucusuydum. Darbeden sonra Türkiye’yi terk etmek zorunda kaldım. Brüksel’de yaşamaya başladım. O dönemde, Dördüncü Enternasyonalin Belçika’daki biriminin gazetesi ‘La Gauche’ta yazı işlerinde çalışıyordum. Gazetemizi kuru buluyor ve renk katmak istiyordum. Toplantılarımızda, karikatür kullanmamız gerektiğini savunuyordum. Karikatür çizecek halim yoktu. İşte o zaman bende, Avni’yi araklamak gibi haince bir fikir doğdu.” La Gauche, Dördüncü Enternasyonalin yani dünya Troçkist gençlik hareketinin gençlik örgütü JGS / SJW’nin, ‘sonbaharın sıcak geçeceğini’ ilan eden reklamında Avni’yi kullanınca... yıllarca orak çekiçleri, çarkları, yumrukları kullanarak kitlelere ulaşmaya çalışan sol hareket, kendisine yeni bir sembol bulmuş oldu: Avni... Doğuştan sosyalist! “... Avni çok tuttu. Avni, iyiyi, işçiyi, sosyalist genci temsil eder oldu. Özellikle gençler arasında. Gazetede yayınlandıktan bir süre sonra baktım örgütün gençlik kolları da Avni’yi sahiplenmeye başladılar. Kendi gazetelerinde kullanıyorlardı. Derken Avni, gençlik örgütümüzün bildirilerinde de boy gösterir oldu. Artık Avni sadece Oğuz Bey’in değil benim de kontrolümden tamamen çıkmıştı. Gazete Avni’den vazgeçtiği dönemlerde bile gençler onu terk etmemişlerdi. Avni, sadece onlara aitti. Avni’yi rozetlere taşıdılar. Füzelere karşı yapılan kampanyada, Avni füzeleri tekmeyle geri yolluyordu. Bu rozetler binlerce sattı. Avni hızla çok daha geniş kitlelerin simgesi haline geliyordu. 1980 sonlarında Brüksel’de, 400 bin kişinin katıldığı barış yürüyüşünde Avni bu kez savaş karşıtlarının taşıdıkları pankartlarda yer alıyordu...” (Meraklısına Not; Yiğit Bener Kimdir? 1958 yılında Brüksel'de doğan ve babası Erhan Bener gibi yazar olan Yiğit Bener,yine yazar olan, Vüs'at O. Bener ve Fikret Otyam'ın yeğenidir. Ankara Tıp Fakültesi son sınıf öğrencisiyken yapılan 12 Eylül 1980 darbesinin ardından, doğduğu Brüksel’e giden Yiğit Bener, orada yaptığı gazeteciliğin yanı sıra çevirmen olarak da tanınmış biridir. Louis Ferdinand Céline'in ‘Gecenin Sonuna Yolculuk’ adlı romanının çevirisiyle 2002 Dünya Çeviri Ödülünü alan yazar, 2012'de özgün romanı ‘Heyulanın Dönüşü’yle de Orhan Kemal Roman Ödülü'nü kazanmıştır.) Avni, yayınlandığı dönemlerde Kemalist bir çizgiye yakın durmuştur. Atatürk ya da bayrak imgesi dönem dönem Avni maceralarında görülen bir şeydir. Ancak artık kentsoylu bir popüler kültür ikonu olan Avni, her ne kadar politik bir nitelik taşımasa da, üstüne çok yakışan sevimli-saf-temiz bir “keloğlan” imgesiyle, acıya direnen, vazgeçmek yerine çözmeye çabalayan, zalime kendince kafa tutan ama bu süreçte saflığını bozmayan halleriyle bir anda masumiyetin sembolüne dönüşür. Nükleer karşıtı hareketlerden, ırkçılıkla mücadele kampanyalarına; savaş karşıtı yürüyüşlerden, Troçkist gruplara kadar bir çok yerde Avni alanlardadır artık... Takip eden yıllarda, Avni'nin Nazi faşizminin sembolü olan gamalı haçı parçalarken çizilmiş figürü Avrupadaki pek çok anti-faşist gençlik örgütünün sembolü haline gelir. Özellikle 2000'li yıllarda bu sembol pek çok Avrupa ülkesine yayılır. Güney Afrika’daki ırkçı olaylara ve idam cezasına karşıyken, Meksika’da, ABD emperyalizmi karşıtı gurupların sembolü olur Avni. Daha sonraları, Fransa’da AB Anayasasına karşı çıkan gruplar da  Avni sembolünü kullanırlar. ( Meraklısına Not; Troçkistlerin en bilinen sembolü 'kızıl köstebek'tir. Avanak Avni'nin Meksika'daki bir gençlik örgütü sayesinde Troçkist yapıların uluslararası sembollerinden biri olduğu sanılıyor.) Dünyada bunlar olurken, gerek Avrupa ve gerekse ülkemizde, 2 Haziran 2005 tarihli  gazetelerin neredeyse tamamı, üstünde Avni karikatürünün yer aldığı bir tişörtle eylem yapan  genç bir kızın fotoğrafını yayınlar. Avni, Fransa'da yapılan AB Anayasası referandumuna karşı çıkan Troçkist gençlik örgütünün gerçekleştirdiği “AB Anayasısına Hayır” eyleminde, eylemci gençlerden birinin giydiği tişörtün üstündedir. Paris, Jussieu Üniversitesinde tarih eğitimi gören Helene Dufrense adlı genç eylemci kız, üyesi olduğu Devrimci Komünistler Birliği (LCR) gençlik kolundan arkadaşlarıyla 29 Mayıs gecesi Bastille Meydanındaki ‘Hayır’ eylemlerine katılmış ve tesadüfen de o tişörtünü giymiştir. Dufrense, kapağında 'Non' (Hayır) yazılı, Red (Kızıl) adlı dergiyi havaya kaldırmış slogan atmaktadır ve genç kızın üzerindeki tişörtte, Avni, tüm dünyada baskının, faşizmin simgesi olan Hitler'in gamalı haçını, elindeki sopayla ortadan ikiye bölmektedir. Basının yoğun ilgisi üzerine, Helene Dufrense, LCR'lilerin buluşma ve toplantı noktası da olan La Breche Kitabevinde yaptığı açıklamada, bu tişörtü İspanya'da katıldığı uluslararası genç komünistler kampından aldığını söyler. Türk gazetecilerin, tişörtteki kahramanın bir Türk karikatüriste ait olduğunu söylemeleri ve kendisini tanıyıp tanımadığını sormaları üzerine ise; Helene bunun bir Türk karikatüristin kahramanı olduğunu bilmediğini, ancak Avanak Avni'yi ona, 'bir türlü büyümek istemeyen, çocuk kalmak isteyen' bir tip olarak anlattıklarını söyler. Ve daha da ilginç olan bir bilgi daha verir basına: “ Biz adının Avni olduğunu öğrendiğimiz ama bize göre “‘bir türlü büyümek istemeyen, çocuk kalmak isteyen bu sevimli tipi”, 2002 yılında Fransa'da yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında, aşırı sağcı Milliyetçi Cephe lideri Jean Marie Le Pen'in önde gittiği dönemde yapılan gösterilerde de sembol olarak kullanmıştık. Avni'yi daha önce de kullanıyorlardı ama ben ilk kez 2002 seçimlerinde giydim. O bizim faşizm karşıtı sembolümüzdü.” (Meraklısına Not; Helene Dufrense'nin de üyesi olduğu LCR, Fransız aşırı solundan Troçkist bir gruptur. 3 bin üyeye sahip ve 2002 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, bir postacı olan Olivier Besançenot'u Cumhurbaşkanı adayı olarak göstermiştir. Daha sonraları “Avni” konusu yeniden gündeme geldiğinde; LCR temsilcileri, Oğuz Aral'ın  Avni tiplemesini, sadece Fransız aşırı sol grupların değil, Meksika'dan Almanya'ya kadar pek çok Troçkist aşırı sol grubun da simge olarak kullandığını söyler.) Biz, ülkemizde Avni’nin sahtelerini yaparak ya da böylesi “masum” bir değeri kapitalistin tezgahında kirletirken, dünya Avni’ye sahip çıkar. Bunun tek açıklaması vardır bana göre; sadece paraya dayalı ilişkilerin hükmünde bencilleştiği için vahşileşmiş kapitalist çağın insanı nasıl artık rengini kaybederse, milliyetçilik mavalıyla nasıl tehlikeli bir geleneğe esir edilip, tüm özgün değerleri elinden alınıp satılırsa;  yaşayan her insanı kendisi gibi gören, bu büyük insanlık için masum ve temiz bir kavganın erdemine inanan insanların da milliyeti ya da ülkesi yoktur. Sen Avni gibi, batan güne karşı, belli belirsiz bir sesle umuda dair bir şarkı mırıldan yeter. Bu ses haritada bir kerede gösteremeyeceğimiz uzaklıklardan bile duyulacaktır. Sınırları, çıkarları incinmesin diye korkutma silahlarını çeken bazı insanlık düşmanları, ellerinde olsa ağzımızın şarkısını da sınırlamaya yeltenirdi eminim. Ama inanın onlar bizden çok daha iyi biliyorlar ki; onların gümrükleri, orduları, onların sınır tantanları ya da simli üniformaları, yasaları, kandırmak üzere beslenmiş bilmem neleri, ağzı salyalı köpekleri, boyalı basınları… hepsi , hepsi bir masum yaramaz çocuğun karşısında sus-pus olurlar. Öyleyse hep birden onların yüzüne baka baka, Avnice bir şarkı söyleyelim; “Hüüft hüft lüüm / Naynom bıfılk… Lööömmm!”