“Maveraünnehir nereye dökülür?” Tam adı Ece Ayhan Çağlar olan ama kısaca Ece Ayhan olarak bilinen ve İkinci Yeni adıyla tanınan şiir anlayışının en ünlü kalemlerinden kabul edilen şairin, i...

Maveraünnehir nereye dökülür?” Tam adı Ece Ayhan Çağlar olan ama kısaca Ece Ayhan olarak bilinen ve İkinci Yeni adıyla tanınan şiir anlayışının en ünlü kalemlerinden kabul edilen şairin, ilk basımı “e Yayınları”ndan 1973 yılında yapılan "Devlet ve Tabiat ya da Orta İkiden Ayrılan Çocuklar İçin Şiirler" kitabında yayımlanmış ‘Meçhul Öğrenci Anıtı’ adlı bir şiiri vardır. Şiir 1970 yılında yazılmıştır ve o günden bu yana, tüm otoriter devlet baskısına karşı yazılmış en güzel ağıt-şiir kabul edilmektedir. “Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında / Bir teneffüs daha yaşasaydı / Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür / Devlet dersinde öldürülmüştür Devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu şuydu: / -Maveraünnehir nereye dökülür? / En arka sırada bir parmağın tek ve doğru karşılığı: / -Solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbine!dir. Bu ölümü de bastırmak için boynuna mekik oyalı mor / Bir yazma bağlayan eski eskici babası yazmıştır: / Yani ki onu oyuncakları olduğuna inandırmıştım. O günden böyle asker kaputu giyip gizli bir geyik / Yavrusunu emziren gece çamaşırcısı anası yazdırmıştır: / Ah ki oğlumun emeğini eline verdiler. Arkadaşları zakkumlarla örmüşlerdir şu şiiri: / Aldırma 128! İntiharın parasız yatılı küçük zabit okullarında / Her çocuğun kalbinde kendinden daha büyük bir çocuk vardır / Bütün sınıf sana çocuk bayramlarında zarfsız kuşlar gönderecek.” Sözü edilen kitapta 18 şiiri vardır Ece Ayhan’ın...Bu şiirlerden dördü 1971, diğerleri -Meçhul Öğrenci Anıtı şiiri dahil- 1970 tarihlidir. "Şiir ve düşünce ya da düşünce ve şiir birbirlerine sırılsıklam âşıklar gibi kenetlenmiştir " diyen şairi ve “kapalı” olmakla suçlanan şiirini anlamak için döneme ve şiirleri yazdıran kaynağa da dikkatli bir gözle yaklaşmak gerek bence... Bu yazıda, ‘Meçhul Öğrenci Anıtı’ şiiri üzerinden şaire bir selam vermek istiyoruz. Ece Ayhan, birçok İkinci Yeni şairinin düştüğü hataya düşmemiştir. Geleneği, geleneksel lirizmi reddederken, onun oyuncaklarıyla bu karşı duruşu gerçekleştirme güldürüsü tuzağına yakalanmamıştır. Hatta o çoğunlukla insanın duygularından çok bilincine seslenme kaygısındadır. Bu yüzdendir ki, söz oyunları onun kaleminde yoktur. ‘Tekil’ onun için kabul edilemez. Onun derdi; “bütün kahırlarımız bir tek toplumsal olayda yansıyabilir" düşüncesidir daha çok. Ece Ayhan, resmi ideolojinin tüm kurumlarına direnen bir anarşizmden söz eder, keskin bir muhalefetten! Bu yüzden sonradan birçok İkinci Yeni şairin evrildiği sosyalist çizgiye yaklaşmamıştır ya... Çünkü anarşist sanat, yıkılanın yerine geleni de yıkmaktan söz eder. Oysa ki Ece Ayhan şiiri, kenar mahalle argosundan beslendiği gibi, ideolojik olduğu sanısıyla ‘dili de’ yıkmak istemektedir. Çünkü o da bir çeşit hiyerarşidir ve iktidar daveti taşır. Öyleyse ret! “Şiirimiz karadır abiler / Aşk örgütlenmektir abiler” Ece Ayhan, reddettiği ‘Ankara devletçiliğinin dili’ yerine, “direk” ve "dosdoğru"yu birleştirip "dimdoğru" , "cehennem" ve "cennet" sözcüklerinden sağarak "cehennet"; "apartman" ve "han" sözcüklerinden "aparthan" sözcüklerini oluşturandır. “Dirim kısa ölüm uzundur cehennette herhal abiler” Bununla kalmaz; Beyoğlu'nun arka sokak lümpenlerinin argosunu (kokoz, madamango, anzarot, manil...) şiirine taşır. Belki de bu yüzden, diğerleri kadar ezbere bilinen bir şair değildir Ece Ayhan. Bilen de “Şiirimiz karadır abiler” den ötesinde durup düşünür genellikle...Oysa ki ilginçtir; ömrünün bir bölümü ‘resmi’ devlet dairelerinde geçmiş bir ‘sonsuz muhaliftir’ Ece Ayhan. O, henüz 31 yaşında bürokrattır. ‘Devletin kaymakamıdır’. (Meraklısına Not; 1962-1966 yılları arasında, sırasıyla; Gürün (Sivas), Alaca (Çorum) ve Çardak (Denizli) kaymakamı olarak çalışır şair.) 1966 yılında kendi isteğiyle, devlet memurluğundan ayrılıp, “soluk alıp verdiğini gerçekten duyduğum tek kent” dediği İstanbul’a yerleşir. Artık ‘sivil’dir ve tüm otoritelere karşı, gerçek özgürlüğü yaşamaya kararlıdır. Onun çoğu şiiri devletin okullarında öğrenci kıyımı üzerinedir. Ona göre devlet, çocuğun iyi olan neyi varsa bir değirmen gibi onu öğütmektedir. Şu soruyu sorar sanki; “Teneffüste bahçeye çıkan çocuklar neden çıldırmış gibi bağırır?”... Çünkü teneffüs, okulda boğulmamak içindir. Özgürlük en güzel teneffüstür. Ama hep okul kapılarında bırakılır. Bazıları özgürlüğü avuçlayarak cebine doldurur, okula sokmak ister. “Çıkar ellerini cebinden!” sözü söylenir onlar için! Şairin bu konudaki saptamaları, birçoğu için son derece rahatsız edici bulunur. Bu karşılaşma, aynada kendini görenin, eylemsiz ve her şeyi olağan karşıladığı durumun nasıl vahşi bir ihanet olduğunun yüzüne çarpılması gibidir. Şair ‘Zambaklı Padişah’ şiirinde der ki; “Duyduk ki / Kuş getirmek sınıfa / İntihar olmuş cezası / Hâl ve gidiş tüzüğünde biz kuşları tutmuyoruz ki / Kapıda koyveriyoruz / Dönüp onlar cebimize giriyorlar / N’apalım?” Ece Ayhan’a göre; “Bu çocuklar orta ikiden ayrılmış çocuklardır. Orta ikiden ayrılmış çocuklar iyidir. Kuş olmayı düşlerler. Kuş oluncaya kadar, en arka sırada otururlar, yılsonu müsamerelerine çıkarılmazlar. Esas sorun kendisine sürekli ortak ve yanlış sorular sorulan, oyuncakları olduğuna inandırılmış çocuklardır. Bunlar hayal kurmazlar ya da hayal güçleri zayıftır. Deneyimsizdirler. Rahatsızdırlar. Düşünceye karşı kendilerini koruyamazlar, savunamazlar. Özgün değildirler. Biricik değildirler. Sürüdürler. Soru soramazlar ya da soru sormazlar. Duyarlı değildirler. Açık görüşlü değillerdir. Sorunlar karşısında çaresizdirler. Risk alamazlar. Estetik duyguları zayıftır. Özeleştiri yapamazlar. Geleneklere bağlıdırlar. Kendilerini denetleyemezler, başkası tarafından denetlenmeye muhtaçtırlar. Coşkusuzdurlar. Bazen son bir çabayla coşku kırıntıları yaşayabilirler. Ama bu uzun sürmez. Kursakları doludur. Soldurulmuşlardır.Bu yüzden en arka sıradakiler orta ikiden ayrılabilirler.” Şair, “en arka sırada oturanlar” imgesi üzerinden, tüm eğitim sistemini ve tüm baskın otoriteleri yere çalar. ‘Açık Atlas’ şiiri buna nefis bir örnektir. “En arka sırada çift dikişliler, sınavda en öne / İntihara ve denizde nasıl boğulmaya çalışırlar / Yalnız Orta Doğu’da el altında satılan bir atlas / Kim demiş on sekiz yaşından küçükler okuyamaz (...) Açık kalmış atlası, deniz taşmıştır, darılmasın Fırat ama / Hayatın orta öğretmeni sustu, dondu gülmeleri çocukların / Bir cenaze töreninde daha ölümlü karşılamaya götürüleceğiz / Efendiler! Eşekler susabilirler / Ne yani çocuklar hiç gülmeyecekler mi?” Bu konu genellikle gelenekçi tutsaklık ya da korkularla görmezden gelinir. Üstelenmez. Kimi çevrelerce de ‘olması gerekenmiş’ gibi bir algıyla kabul görür. İncelemeci İrfan Erdoğan’ın bu konudaki olağanüstü saptamaları, sanki Ece Ayhan’ın dizelerinin sosyolojik açılımıdır. Ece Ayhan şiirinde, ‘Devlet dersinde öldürülmüştür’ derken; bakın İrfan Erdoğan ne diyor: “Okul adaletsizliğin, haksızlığın, üçkâğıtçılığın, uyma ve uymamanın getirdiği sonuçların, egemen bir güce boyun sunmanın, kendinden olanla dayanışma yerine rekabetin, kendinden üstte olana boyun sunma ve altta olanı küçümsemenin, ezme ve ezilmenin, mitlerin ve bu mitlere kendini adamanın, siyasal bağnazlıkların ve ekonomik cehaletin, başkaldırmanın ve bunun nelere gebe olduğunun öğretildiği ve benimsetildiği yerdir. Devlet dersini yapan öğretmendir. Çocuklara ortak ve yanlış soruları soran da odur, çocukları oyuncakları olduklarına inandıran da. Öğretmenler öğretmenlik mesleğinin küçük insanlar karşısında yarattığı gücün sağladığı baş döndürücü kişilik gerçekleştirme olanaklarına sahiptirler. Öğretmen dört duvar içinde kıstırılmış küçük insanları düzenin istediği insanlar hâline getirir. Öğretmen çocuğun özgürlüğünü, yaratıcılığını, benliğini yok etmek için seçilmiş ve bunu yapması için eğitilmiş kişidir. Öğrenci okula gelmeye zorunludur. Okula geç kalır; yetişkin yaşamında işine geç kalmamayı öğrenir. Öğretmen öğrencinin okuldaki, sınıftaki davranışlarını sürekli kontrol eder, öğrenciye ne yapması gerektiğini söyler; onu azarlar, tek tip giyim konusunda zorlar, saçı, üstü başı, yüzü, bakışı, yürüyüşü, oturuşu, kalkışı ve dil kullanımlarına istenilen biçimi verir. Bu süreç insanı doğal yapısından koparma ezenin gerçekliğini kabul ettirme, içselleştirme sürecidir. Eğitim insan avıdır. Okul ve okulun bütün araçları bu av için kurulmuş bir tuzaktır. Uyumlu, düşünmeyen, farklı olmayan, sürüleşmiş, ezenin nesnesi olmaktan mutlu insanlar üretilir bu süreçte. İnsanın doğallığından kopartıldığı bu süreçte istenilen insan tipi yaratmak için bir alıştırma dönemidir. Çocuk eğitim süresince başkası için varlık olma alıştırmaları yapar ve bunu içselleştirir. Bağırma, azarlama, aşağılama gibi eylem karşısında boyun eğmeyi bu süreçte öğrenir. Hiçbir şey olmadığını, hiçbir şey bilmediğini, birileri yap dediğinde yapmayı; yapma dediğinde yapmamayı, itaat etmeyi, otoriteye boyun eğmeyi, bencil olmayı, paylaşmamayı, dayanışmamayı, işbirliği içinde olmamayı, hırslı olmayı, yaşamda tutunabilmek için her yolun mübah olduğunu, beş parmağın beşinin bir olmadığını, kadere karşı gelinmeyeceğini, böyle gelip böyle gideceğini, insanın güçsüz olduğunu, adaletin herkese eşit uygulanamayacağını ve benzeri tutsaklıkları bu süreçte öğrenir ve güdülmek için hazır hale gelir. Öğretmenler çocukları birbirleriyle yarıştırırlar. Onları korkuturlar. Kötü bir gelecek tablosu çizerler. Eğitimi kazananların ve kaybedenlerin olduğu bir yapı olarak gösterirler. Gerçekte kazananlar uyumlu, her denileni yapan, “çalışkan” dedikleri çocuklardan çıkar. Bunlar için kazanmak, egemenlerin istediği toplumsal düzende, eğitimle oluşturulan bu kişilik yapılarıyla toplumsal sınıflamada üst sıralarda yer almaktır. Kaybedenlerse onları yalnız kendileri bilir, kimse tanımaz onları. Öğretmenler, öğrencilerin öğrendiklerinin yaşamla bağını kurmazlar; öğrenmenin yararına ilişkin değerlendirme yapmazlar. Öğrenciye öğrenme süreciyle yani neyi, niçin, nasıl öğreneceklerine ve öğreneceklerinin ne işe yarayacağına ilişkin bilgi vermezler; çünkü öğrencilerin çevresini görmesini istemezler. Ülkemizdeki eğitimde, okulun yapısında, okul yönetiminde, idareci, öğretmen, öğrenci, veli ilişkilerinde, öğrenme ortamlarında ve bu ortamların kullanımında despotik davranış vardır. Okul despotik davranışla yükselir. Öğretmenler kendilerini her şeyi gören, bilen mutlak varlık olarak görürler. Öğrencinin karşısına her zaman Tanrı gibi çıkarlar. Her şeyi bilendir onlar. Takdir eden, cezalandıran, affeden ve öğretendir onlar. Onlar tek kitaplı (ders kitabı) insanlardır. Öğretmenler, düzeni, yanlışı sürekli kılan insanlardır. Ama çoğu bunun farkında bile değildir. Ama daha özgür bir eğitim ve toplum için onlardan başka kim mücadele edebilir ki?” Ece Ayhan’ın 29 Eylül 1975 tarihinde verdiği bir söyleşide dedikleri nasıl da bu korkunç gerçeği karşılar. Hayretle okuyoruz. En ilerici öğretmenin bile yarısı gölgedir, yarısı düzenle; ne dese ne yapsa böyledir bu, ister istemez; bunu aşabileceklerini de sanmam; hele çocuğu sınıfta bırakan, bir çocuğu bile sınıfta bırakmış öğretmende daha da belirgindir bu. Çocuk bu düzende sınıfta bırakılmaz ki! Öğretmen çocuğu sınıfta bırakırsa, bırakıyorsa düpedüz olmuş bile değildir… Öğretmenin yolu gözlenir Anadolu’da. Hiç düşünüldü mü çocuğu ölçmeye ne hakkı var?” Eğitim adındaki bu dayatmalarla, bireye, “istenen anlamlar” yüklenir. “İstendik davranışlar” sergileyen insanlar üretilir. Eğitim denilen uyutmaca, “olmayan bir nehrin var olduğuna bile inandırmaktır çocukları”. Eğitim saldırganlığı ve özgürlükten uzak tutulan çocukların, eğitim adıyla muhatap tutuldukları büyük kandırmaca, Ece Ayhan’ın şiirinde, “Maveraünnehir nereye dökülür?” dizeleriyle işaretlenir. (Meraklısına Not; Aslında böyle bir nehir yoktur. Maveraünnehir, Arapça kökenli bir sözcüktür ve Türkçe karşılığıyla ‘nehrin ötesi’ anlamına gelir. Orta Asya'da, Ceyhun (Amu Derya) ve Seyhun (Siri Derya) nehirleri arasında kalan tarihi bölgenin adıdır.) Peki şair bunu bilmiyor muydu da böyle yazdı? Olur mu? Elbette biliyordu ve işaret etmek istediği şeyi nasıl da güzel, nasıl da içimizi acıtarak anlatmıştı... Ona göre, yanlış sorularla bireyin doğal algısını yok etme, bireyi “soldurma” işidir eğitim. Aynı şiirinde kullandığı imge gibi...’Olmayanı bile olduran bir baskıyla’... Ama buna, en arka sırada oturanlar direnç gösterebilir: “Maveraünnehir nereye dökülür? / En arka sıradan bir parmağın tek ve doğru karşılığı: - Solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbine!” Devamı var…