“Sosyalizm yahut Âmir mi Hâmi mi?”: Mınakyan Efendi “

Sosyalizm yahut Âmir mi Hâmi mi?”: Mınakyan EfendiZaten aktör dediğin nedir ki? Oynarken varızdır, yok olunca da sesimiz bu boş kubbede bir hoş seda olarak kalır. Bir zaman sonra da unutulur gider. Olsa olsa eski program dergilerinde soluk birer hayal olur kalırız. Görooorum, hepiniz gardoroba koşmaya hazırlanıorsunuz. Birazdan teatro bomboş kalacak. Ama teatro işte o zaman yaşamaya başlar. Çünkü Satenik’in bir şarkısı şu perdelere takılı kalmıştır. Benim bir tiradım şu pervaza sinmiştir. Hıranuşla Virginia’nın bir dialoğu eski kostümlerden birinin yırtığına sığınmıştır. İşte bu hatıralar o sessizlikte saklandıkları yerden çıkar, bir fısıltı halinde sahneye dökülürler… Artık kendimiz yoğuz. Seyircilerimiz de kalmadı. Ama repliklerimiz fısıldaşır dururlar sabaha kadar. Gün ağarır, temizleyiciler gelir, replikler yerlerine kaçışır… Perdee !” (Haldun Taner’in “Sersem Kocanın Kurnaz Karısı” oyunundan Tomas Fasulyeciyan’ın tiradı) Sadece bir avuç incelemecinin haberdar olduğu “Mehtab” adlı bir dergi vardır edebiyat tarihimizde. Mehtab; İkinci Meşrutiyet’in ilanından kısa bir süre sonra, 10 Temmuz 1911 günü ilk sayısını yayımlamış ve epi topu 15 sayı edebiyat dünyasında kalabilmiş bir dergidir. 15. sayısından sonra “jurnallenerek” kapatılmış; adını “Şebtab” olarak değiştirerek bir süre daha yayın hayatına devam edebilmiştir. Bunca zaman sonra bu dergiyi hatırlamamızın bir nedeni var. Bugün Mehtab, ilgilileri tarafından daha çok amatör edebiyat heveslilerinin çalışmalarına sayfalarında yer veren bir dergi olarak hatırlansa da, -isimleri açık açık söylenmese bile- Osmanlının ilk sosyalist aydınlarından Doktor Abdullah Cevdet ve Abdülkadir Kemali Bey gibi isimleri de bünyesinde barındıran bir dergidir aynı zamanda. (Meraklısına Not: Dr. Abdullah Cevdet, Hamlet’i dilimize ilk çeviren kişi, Avukat ve ilk TBMM’de Kastamonu Milletvekili olan, İstiklâl Mahkemesi Başkanlığı da yapmış olan Abdülkadir Kemali Bey ise, Raşit Öğütçü’nün -daha çok bildiğimiz adıyla- Orhan Kemal’in babasıdır.) Mehtab’ın, 29 Ağustos 1911 tarihli, (8) numaralı sayısının, 97 ve 98. sayfalarında son derece ilginç bir yazı yayımlanır. Recai Nüzhet Bey’in yazmış olduğu yazı, Mınakyan Kumpanyası’nın sahneye koyduğu “Yıldırım Bayezid” adlı oyun ile ilgili bir eleştiri yazısıdır. Recai Bey oyunun eleştirisini yaparken, büyük umutlarla karşılanan İkinci Meşrutiyet’in kısa bir zaman sonra nasıl bir düş kırıklığına neden olduğunu, Osmanlı sahnelerinin bu kırılmadan nasıl etkilendiğini ve çaresizliğini de sert bir dille eleştirmekte, acıklı bir fotoğraf çekerek, gözümüze önüne koymaktadır sanki:Devr-i sabıkda tiyatro namına Fransızca’dan tercüme edilen, sansürün cellatlıklarından geçen ve sanat-ı hakikiyyeden bu suretle mahrum edilen piyesleri gören İstanbul halkı Meşrutiyet’in ilanı ile sahne-i temaşamızda bir terakki göreceklerini zannediyorlardı. Halbuki bu fikir pek yanlışmış. Yalnız bu hafta zarfında, cerad-i yevmiyyenin dahi takdiratına, alkışlarına mazhar olan Sahne-i Osmaniyye ile Mınakyan Kumpanyası memleketimizdeki şu nakiseyi biraz izaleye çalıştıklarını bize ihsas etti. Mınak Efendi ramazan ibtidasından beri Zehirli Çiçekler, Ela Göz, Mühim Bir Dava, Kanlı Oda ve Veliahd, Sosyalizm gibi nezih piyesleri vaz-ı sahne eylediği gibi evvelki gecede Yıldırım Bayezid piyesini oynadı.” Bu yazıyı okuduğumda önce çok şaşırdım. Osmanlı sahnesinde sosyalizm! Sonra şöyle düşündüm; Osmanlı sahnesinde “Sosyalizm” adlı bir oyun seyirci önüne çıkabildi ise, aynı tema üzerinde başka oyunlar da olmalı. Bunlar hangileridir acaba? Önce oyunu sahnelediği söylenen Mınak Efendi, yani Mardiros Mınakyan’ın sosyalist dünya görüşüne yakınlığını araştırmaya başladım… Elbette hüsrana uğradım; çünkü, bu konuda hiç kimse, hiçbir şey yazmamış. Belki de yazacak bir şey olmadığındandır! Sonra -ışıklar içinde uyusun- Metin And’ın “Türk Tiyatrosunun Evreleri” adlı kitabında, konuya ait bir paragraflık bir bilgi notu gözüme ilişince… daha da kışkırdı içimdeki yazma arzusu:Bu çağda birtakım fikir akımları da yoğunlaşmıştı. İslâmcılık, Batıcılık, Türkçülük, Meslek-i İçtimaî, Sosyalizm gibi (…) Bu akımlar içinde en az yaygın ve çekingen olan ve ilişkilerinin bile bunu iyice anladıkları ileri sürülemeyecek sosyalizme bile bir iki tiyatro gösterisinde yer verildiğini biliyoruz. Tiyatromuzda sosyalizm sözcüğüne ilk kez 1911 yılında Mınak Efendi Topluluğu’nun oynadığı “Sosyalizm yahut Âmir mi Hâmi mi?” adlı “hissî ve içtimaî” beş perdelik dramın adında rastlıyoruz.” (Türk Tiyatrosunun Evreleri, Prof. Dr. Metin And, Turhan Kitabevi, Ağustos 1983, Ankara, ss. 335-336) Her iki bilgi kaynağına aynı anda baktığımızda anlıyoruz ki; Mehtab dergisinde “Sosyalizm” adıyla anılan oyun, 1911 yılının Ağustos ayında yaşanan Ramazan ayı boyunca oynanan ve Metin And’ın, “Sosyalizm yahut Âmir mi Hâmi mi?” adıyla andığı “hissî ve içtimaî” beş perdelik dram ile aynı oyundur. Peki, Osmanlı Dram Kumpanyası’nın kurucusu, dönem tiyatrosuna, -tiyatroyu tulûata götüren bir melodram tarzı yaratmış olmakla eleştirilse de- kendince “Batılı bir ekol” getiren, çevirmen, yönetmen, oyuncu ve öğretmen, onlarca tiyatro tutkulusuna el vermiş biri olan İstanbul Ermenisi Mınak Efendi (Mardiros Mınakyan) sosyalist miydi? Bu konuda hiçbir belge ya da bilgiye rastlamadım. Ancak sosyalist olduklarından kuşku duymadığımız bazı yazar ve sanat insanlarının anılarında, Mınakyan’dan saygı ile söz edildiğini gördüm. Bunlardan biri Nâzım Hikmet’tir. Nâzım, ölümünden bir yıl kadar önce kaleme aldığı bir yazısında, ilk âşık olduğu kadının İstanbul Ermenisi ve Türk Tiyatrosu’nun öncü kadınlarından Eliza Binemeciyan olduğunu anlatırken, Mınakyan’ın adını da saygıyla anar:İlk sevdalandığım aktris Eliza Binemeciyan’dır. Osmanlı İmparatorluğu yıkılmıştı. İtilaf orduları, donanması İstanbul’u işgal etmişti. Anadolu’da emperyalizme karşı ayaklanmalar başlamıştı. Ben ilk şiirimi çoktan yayımlamıştım. Eliza Darülbedayi Tiyatrosu’nun başaktrisiydi. Türk tiyatro sahnesine aslı Türk olan kadın daha çıkmamıştı. İslam dini onu sahneye çıkarmıyordu. Eliza Ermeni idi. Ermenilerin, modern Türk dramının, komedisinin, opera ve operetinin kuruluşundaki payı çok büyüktür. Türk Tiyatro tarihi Mınakyanlarla, Papazyanlarla, Eliza Bineeciyanlarla övünür. (“Oyunlarım Üstüne”, Nâzım Hikmet, (Üç Aylık) Tiyatro Dergisi, Ekim-Aralık 1976, Sayı: 422) İkinci Meşrutiyet’in yarattığı sevinç ve coşku, 33 yıllık büyük bir karanlığın bitmesi her ne kadar ilk zamanlarda heyecan yaratmış olsa da; çok kısa bir süre içinde İttihat ve Terakki Partisi’nin geçici özgürlüğü, yerini başka bir dayatmacı sisteme bırakacak ve Osmanlı parçalanacaktır. Dünya, birinci büyük savaşa hazırlanmakta ve bu savaşın sonunda, dünyaya egemen üç imparatorluk tarihe gömülecektir. Çarlık Rusyası İmparatorluğu, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu! İşte böylesi karışık günlerde, herkes başka bir rüya görmektedir. Kimi ulusçuluk anlayışına yaslanarak yeni devletler olarak bağımsızlığını ilan etmeye başlarken, kimi revizyonist bir bakış açısıyla varolanı yeniden düzenleme yolunu seçer. Ötede zayıf da olsa yeni ve daha önce hiç denenmemiş bazı sistemler de bugünlerde tartışmaya açılır: Sosyalizm gibi! Osmanlı’nın başkenti İstanbul, sosyalist oluşumlara ya da eylemlere yönelen ilk şehir olur. Örneğin 1922 yılında yapılan 1 Mayıs kutlama mitinginde çekilen bir fotoğraf, Türk Ermenilerin bu tartışmaya ne denli yakın olduklarını göstermesi adına dikkat çekicidir. O yıl yapılan mitingde açılan bir pankartta; Türk bayrağının altına Ermenice olarak “Eşitlik, Adalet, Hürriyet” yazılmıştır. Bu kısanın kısası bilgilendirmeden sonra; İstanbul’da yaşayan Ermeni toplumunun çevrelerinde hızla değişen düşüncelere hiç de yabancı olmadıklarını; sıradan vatandaş değişen dünyaya bunca duyarlılık gösterirken, Ermeni sahne sanatçılarının da bu harekete ilgisiz kalmayacağını düşünmek çok da yanlış bir yargı sayılmaz kanımca… Mınakyan; bir öğretmendir aslında, matematik öğretmeni... Döneminin aydınlarından biridir. Onun yenilikçi ve önaçıcı fikirlere yakın olmasına şaşırmıyorum. Ancak bildiğim bazı ayrıntılarla dönemi ve dönem içinde Mardiros Mınakyan’ı incelediğimde, onun sosyalist fikrin insanı olmadığı sonucuna çıkıyorum ben. Neden mi? Mınakyan; 1830 yılında İstanbul Balat’ta doğmuştur. Profesyonel anlamda ilk sahne gösterisi bir kadın rolüdür Mınakyan’ın: 1859’da Naum Tiyatrosu’nda sahnelenen “Aristodem” adlı oyunda, kadın kılığında sahneye çıkmıştır; üstelik çok genç bir oyuncu da değildir o yıl, 29 yaşındadır. Oyun, Motti tarafından yazılmış, Haçatoryan tarafından çevrilmiştir. Mınakyan, oyunda Aristodem’in kızı İksira’yı canlandırmıştır. (Akşam, Selami İzzet Sedes, 25 Eylül 1941, Gazete yayın no: 8237) Önceleri yalnızca Ermenice oyunlar oynarken, daha sonra İzmir'de Vaspuragan Topluluğu’nda Türkçe ve Ermenice oyunlarda da görev alır. 1872 yılında, Kayseri Ermeni Okulu’ndaki öğretmenliğini bırakarak İstanbul’a döner ve yalnız Ermenice oyunlar sahneleyen Magakyan Topluluğu’na katılır. Ne yazık ki bu topluluk uzun ömürlü olmaz. Gedikpaşa’daki Güllü Agop’un “Tiyatro Osmanî”sine girer. Aynı günlerde Osmanlı-Rus Savaşı başlar. (1877-78) Savaşın sürdüğü günlerde Edirne ve Tiflis turnesine çıkar; hafif operetler sahnelemektedir. Güllü Agop saraya alınınca kısa bir süre Osmanlı Tiyatrosu’nu yönetir. Gedikpaşa Osmanlı Tiyatrosu’nun başında olduğu günlerde, tiyatroyu besleyen en güçlü kalem Ahmet Mithat Efendi’dir ve yazarın “Çerkes Özdenleri” oyununu sahnelemektedir Mınakyan. Eserde Çerkeslerin kahramanlıklarının yanı sıra, kanlı bir aşk hikâyesi de anlatılmaktadır. Selami İzzet Bey, Gedikpaşa Tiyatrosu’nun yakılmasının bu oyun yüzünden gerçekleştiğini yazar bir yazısında:Ahmet Mithat Efendi, Çerkes istiklâlinin propagandasını yapıp halk arasında ayrılık gayrılık istiyor yollu bir jurnal üzerine piyes yasak edildi ve tiyatro da bir gecede yıktırldı.” (Jurnal! Ahhh, şu lanet gizli kapaklı iş çevirmeler! Hiç kurtulamayacak mıyız bundan? Gişeyi hedef alan, ucuz, aktüelden beslenen, seyirci böyle istiyor palavrasına yatıp, sahne kalitesini meçhule bırakan, dünyanın akışına ayak uydurmak gerektiğini kulak arkası edip, işin parlak ambalajında kalan, kendini geliştirmeyi zul sayan, oyun akarken arkadaşlarını yüzüstü bırakıp, kendi bencil dürtüleriyle hareket eden, sosyal bir iş yapıp da, kimsenin örnek almadığı bencil, hain ve asosyal bir yaşantının parçası olan… Sus kalbim sus! Ah kalbim ahhh!) Gedikpaşa Tiyatrosu yandıktan sonra Mınakyan, 1880 yılında Osmanlı Dram Kumpanyası’nı kurar. Bu toplulukla, Meşrutiyet’in ilanına kadar, sansür canavarına karşın 250’den fazla oyun sahneler. Sansür altında tiyatro yapmanın nasıl bir şey olduğunu, bunun sanatçının canını nasıl yaktığını başka birine anlatmak o kadar zor ki! Pis bir duygu! Yaşamadan da pek anlaşılacak gibi değil bence! Belki minicik bir anının yardımı olabilir bize: Mardiros Mınakyan, Meşrutiyetin karmaşık yıllarında sahneden çekilmiştir. Çok ihtiyarlamış, yorgun ve bitkindir artık. Bir gün yeniyetme oyuncular, eskiden yapılan tiyatroya veryansın ediyormuş. Mınakyan dinlemiş, dinlemiş , en sonunda dayanamamış ve şunları söylemek zorunda kalmıştır:
  • Biz tiyatroya başladığımız zaman, halk tiyatro nedir bilmiyordu. Mesela Kadıköyünde, Kuşdilindeki salaş kadınlara oyun veriyorduk. Kadınlar kucaklarında kundakta çocuklar, koltuklarında tencerelerle geliyorlardı. Localardan localara ip gerip beşik kuruyorlardı. Biz halka, iskemlede oturup tiyatro seyretmesini öğrettik. Artık bundan sonrasını siz yapacaksınız.
Dönemin sanat anlayışını daha kolay anlamamıza yardımcı olacağını düşündüğüm bir başka anı da Mahmut Yesari’den gelsin; döneminde tiyatrodan ne anlaşıldığı konusunda çarpıcı bir anı:Manakyan, bir ramazan, sekiz on perdelik, eşhası (*rol) kırk elliyi bulan bir melodram oynuyor. Kumpanyadaki aktörler, çifter rol aldıkları halde,açık roller kalıyor. Tulûatçılardan “ekstra” almaktan başka çare yok. Bir tulûatçı peyleniyor. Sahnedeki vazifesi de bir nöbetçi neferi rolünden ibaret. Kapıda duracak, gelenlere “Parola?” diye soracak. “Anatol Rinçer” cevabını alırsa “geç” diyecek. Rol kısa ve ehemmiyetsiz değil mi? Oyun gecesi, sıra tulûatçıya gelir; sahneye girene sorar:
  • Parola?
  • Anatol Rinçer!
Tulûatçı fırsatı kaçırmaz.
  • Anadolu rençberi isen geç!
Kuliste bunu duyan Manakyan küplere biner; perde kapanınca tulûatçıya çıkışacak olur, fakat tulûatçı hiç istifini bozmaz; cevabı dayatır:
  • Senin bir gecelik oyunun için ben kırk yıllık sanatımı feda eder miyim?”
(Tan gazetesi, M. Yesari’nin “Tulûatçılar” başlıklı yazısından, 21 Haziran 1938, Salı, s. 6) Mınakyan; İkinci Meşrutiyet’in hemen ardından sahnesinde sosyalizm gibi yeni fikirleri tartışmaya açarken, diğer yandan Donanma Cemiyeti’nin kurduğu Millet Tiyatrosu’nda yönetici-eğitimci olarak dersler de vermektedir. Çok değil, İttihat ve Terakki’nin ülkeyi uçuruma sürüklediği günlerde, 1912 yılında adına bir “50. Yıl Jübilesi” yapılarak sahneden ‘emekli’ edilir. (Bu jübile, tiyatro tarihimizde bir aktör ya da aktris için yapılan ilk jübiledir.) Dönemin padişahı Sultan Reşat, Mardiros Mınakyan’a jübile anısına altın bir nişan / madalya verir. Bugün elimizde olan ve 8 Mayıs 1912 tarihli bu madalya irade belgesinin tam metni şöyledir:Maârif-i Umumiye Nezâreti Kalem-i Mahsus Hususi: 88 Umumi: 144455 Mâ-rûz-ı çâker-i kemineleridir Osmanlı hünerverlerinden Mınakyan Efendi’nin san’at-ı temsil-i sahne-geride ibrâz etmekte olduğu hizmet ve maharete ve elli seneden beri bu sanatta sebk eden sa’y ü gayretine bir nişâne-i mükâfât olmak üzere kendisine bir kıt’a Altın Sanâyi Madalyası i’tâsı nezâret-i acizice tensib olunmuş ve bu hususta tanzim olunan kararnâme melfûfen takdim kılınmıştır. İfa-yı muktezâsına müsaade-i celile-i Sadâret-penâhîleri şâyân buyurulmak bâbında emr u fermân hazret-i veliyyü’l-emrindir. Fî 19 Cumâdelevvel sene 1330 ve fî 23 Nisan sene 1328 Maârif-i Umumiye Nâzırı Emrullah” Sadâret’ten gelen yanıt kısacıktır:İrâde-i Seniyye Osmanlı hünerverlerinden Minakyan Efendi’ye bir kıt’a Altın Sanâyi Madalyası i’tâ olunmuştur. İşbu irâde-i seniyyenin icrasına Maârif Nezâreti memurdur. Fî 21 Cumâdelevvel sene (1)330 ve fî 25 Nisan sene (1)328 Padişah Mehmed Reşat / Sadrazam Said” Sonrası malûm; 1916 yılında Fransız Andre Antoine’ın ülkeye davet edilmesi ve Darülbedayi’nin kuruluş günleri… Kimi kaynaklarda tam da bu günlerde sahneden çekildiği yazılıdır Mınakyan’ın. Kısaca özetlediğimiz Mınakyan’ın 1908 sonrası hikâyesinden anladığımız o ki; aktif sahne hayatının son günlerini öğretmenlikle geçirmiştir sanatçı. Donanma Cemiyeti Tiyatro Topluluğu öğretmenliği yanında, Antoine’ın kurmak için sınav açtığı Darülbedayi oluşumunda da, Ahmet Fehim Efendi ile birlikte sınav kurulunda görürüz Mınakyan’ı… Sınavı kazanan 55’i erkek, 8’i kadın, toplam 63 oyuncu adayından iki tane kadın oyuncunun (Eliza Binemeciyan ve Kınar Sıvacıyan) Mınakyan’ın sahnesinde yetişen oyunculardan olması da dikkatten kaçmamalıdır. Oynadığı yüzlerce oyuna baktığımızda da, Mınak Efendi’nin sosyalizm düşüncesiyle bir gönül bağı olmadığını görürüz. Örneğin; Victor Hugo’nun 1891 yılında sahnelenen “Ancelo Malipiyeri” oyununda Rudolf, Dumas Fills’in “Kamelyalı Kadın” oyununda Armand Duvall olarak karşımızdadır sanatçı… Ama Victorien Sardou’nun “Vatan” oyununda yönetmenlik yaptığı gibi, dönemin baş döndürücü günlerinde “Sosyalizm” adlı, beş perdelik “hissî” bir dramı da yönetmen olarak imzalamıştır. Ayrıca padişahlığın, Genel Eğitim Bakanlığı üzerinden kendisine bir madalya vermesi de, Mınak Efendi’nin sosyalist bir muhalif olmadığını düşünmemiz için yeterince neden veriyor bizlere. Ancak ne olursa olsun Mardiros Mınakyan öncü kimliğiyle, dünyadaki sosyal değişim ve düşünce tarihi adına, dönemi içinde cesur bir yol açmış; bu yol, öldüğü 22 Şubat 1920 tarihinden sonra bile, bazılarına fikir ve ilham vermeye devam etmiştir.