Sevginin doğasında şefkat, bağlılık ve destek vardır. Bazen sevdiklerimize verdiğimiz destek bizleri kendi benliğimizi feda ediyormuş hissi yaratabilir. Adeta kurtarıcı bir bağımlılığa dönüşebilir.
Sevgi adı altında sürdürülen kurtarıcılık davranışlarımızın altında kontrol, ego ve bağımlılık döngüsü bulunur. Sevdiklerimiz kişilere karşı “Onu iyileştirmeliyim.” “Yeterince seversem düzelir.” Karşı tarafın duygusal yükünü almak bir sevgi biçimi değildir. Kendi değersizlik duygularını telafi etme biçimidir. Karşı taraf bizim desteğimizi reddettikçe daha da tutunmaya başlarız. Kendimizi onu yeterince sevmediğimize, desteklemediğimize dair suçlayabiliriz. Bu tıpkı karşı tarafın içmek istemediği ilacı ona defalarca sunmaya benzer. Destek talebimizi reddetmesine rağmen o ilişkide kurtarıcı rolünü üstlenmeye devam ederel o ilişkideki sevgiye değil, o role bağımlı hale geldiğimizin kanıtıdır. Yani kurtarıcılık rolü bağımlılığa dönüşür.
Peki, bu rolden neden çıkamıyoruz?
O kişiyi terk etmek o kişiye ihanet etmiş hissi verir. O bensiz yapamaz düşüncesi karşı tarafın yetişkinliğini küçümsemekle eşdeğerdir. Kurtarıcılık rolünün gitmesi kontrol o kişide kaybına da neden olur.
Oysa karşı tarafın kendi hayatı ile ilgili kaderini tayin etme hakkı vardır. Bize onun yolu karanlıkta gelse, o kişinin o karanlık yolda gitmek istemeye hakkı da vardır. Sonuçta kabul etmekte zorlansakta bu onun yolculuğu… Bizlerin görevi sevdiklerimize yaşam koçu, terapist, ebeveyn ya da kurtarıcı olmak değildir. Bizle de sevgiyi hak eden insanlarız. Kendimizi tüketerek iyilik adı altında sevgimizi sunmak bir sevme biçimi değildir. Sevgi, karşılıklı görüldüğünde kişiye iyi gelir.
Bir ilişkide ancak bireylerin kendi duygusal ihtiyaçlarını tanıyıp karşılayabilecekleri ölçüde sağlıklı olabilirler. Eğer kişi kendi duygusal boşluklarını bir başkası üzerinden doldurmaya çalışırsa; ona iyi gelmeyi bırakın yük olmaya başlat. Hatta bu durum fark edilmeden kişinin kendisini duygusal olarak tükenmiş hissetmesine bile neden olabilir.
Kendine nasıl iyi geleceği hakkında yeterli bir bilgiye sahip olamayan birey, başkasına verdiği sevgiyi ölçemez. Sınır koyamaz, tükenir ama bu durumun nedeni başta anlayamaz. İyilik adı altında kendini feda eder. Oysa gerçek iyilik, önce kendi duygusal evini toplamakla başlar. Bu yüzden karşılıksız veren değil; dengede kalabilen kişi ilişkilerinde sağlıklı dinamik yakalar. Kendi ihtiyaçlarını yok sayarak sürdürülen fedakarlık, eninde sonunda kırılganlığa dönüşür. Bu kırgınlık da zamanla sevgiyi zehirler.
Kendini ihmal ederek kimseye iyi gelemezsin. Çünkü gerçek şefkat, fazladan vermekle ilgili değildir; fazladan paylaşacak bir şeyin olduğunda doğar.
Sevgilerle…