“Nasılsınız mı Ferdi Tayfur Bey?” Kısacık da olsa, jübilenin yapıldığı Saray Sineması’ndan da söz edelim mi biraz? 27 Şubat 1950 Pazartesi günü, Mümtaz Ener adına yapılan jübile gecesini ağırlayan S...

“Nasılsınız mı Ferdi Tayfur Bey?” Kısacık da olsa, jübilenin yapıldığı Saray Sineması’ndan da söz edelim mi biraz? 27 Şubat 1950 Pazartesi günü, Mümtaz Ener adına yapılan jübile gecesini ağırlayan Saray Sineması; 1913 yılında ‘Gamo Sahnesi’ adıyla kurulmuş, 1924 yılında sahibi el değiştirince, adı bu kez Luxemburg Sineması olmuş, 1930’lara geldiğimizde kısa bir süre Glorya Sineması, ardından da 1933 yılında Saray Sineması adını almış köklü bir sinema salonudur. Geniş fuayesi ve çok sayıda konuğu ağırlayacak kadar geniş olan salonu, dönemi içinde çekilen neredeyse bütün Türk filmlerinin galalarında hizmet vermiştir. Uzun yıllar direnen Saray Sineması, 2000 yılında, bulunduğu bina bloğunun Demirören Holding’e satılmasından sonra yıkılmış, yerine Demirören AVM yapılmıştır. Ya! Sıra geldi ‘geceyi tertip eden’ Ferdi Tayfur’a! Bir kardeşin hikâyesini bitirip, diğer kardeşi anlatmaya başlıyoruz. Türk kültür ve sahne sanatları için kattıkları emeklere bin selam! Ferdi Tayfur, annesi Aliye Hanım’la gittiği Almanya-Berlin’de mühendislik eğitimi almıştır. Ancak okulunu bitirmemiş, yarım bırakmıştır. Sonrası deli deli esen bir rüzgâr: Gemi tayfalığından, memurluğa, gezginlikten, sinema oyunculuğuna kadar girmediği boya küpü kalmamış bir macera adamıdır desek onun için, çok da yanlış olmaz sanırım. O; oyuncudur, yönetmendir, senaristtir, sinemada teknik adamdır ama Tayfur’un asıl gücü seslendirme yeteneğindedir. Onunla çalışanlardan biri olan oyuncu Mücap Ofluoğlu onun için der ki; “Ferdi, çok kez önündeki Fransızca, İngilizce senaryodan o anda, dublaj sürerken çeviri yapar ya da filmdeki parçayı dinler, Türkçeleştirirdi. Almancası ana diliydi. ‘İstanbulluca’yı, Osmanlıcayı esprisi ile bilirdi. Azınlık taklitlerini ve Anadolu ağzını yerinde, iyi kullanırdı.” Ne yazık ki bu büyük yetenek uyuşturucuya bulaşmış; o mendebur lanet de sanatçıyı alıp götürmüştür hayattan! 1904 yılında Türk bir baba ile Alman bir annenin oğlu olarak Çanakkale’de doğar Ferdi Tayfur. Babası Boğazlar Komutanı Miralay Hüseyin Tayfur; annesiyse aslen Alman olup, sonradan Türk uyruğuna geçmiş olan Aliye Hanım’dır. Ferdi Tayfur, kız kardeşinin dönemi içinde ulaştığı parlak kariyerin etkisiyle olsa gerek; Adalet Cimcoz’un ağabeyisi olarak daha çok tanınır. 1916 yılında gittiği Almanya’dan 1924 yılında döner Türkiye’ye. Önce Şark Demiryolları’nda memur olarak işe başlar ama memurluğu beceremez. Çok yakışıklı bir adam olan Tayfur, gözünü yeni yeni yükselen sinemaya diker. 1931 yılında İstanbul’da, “Çanakkale ” adlı filmle oyunculuğa başlar. (Meraklısına Not: Gökhan Akçura, “Ve Seslendiren Ferdi Tayfur” adlı yazısında, şöyle yazar bu konuda: “Ferdi Tayfur sinemaya ilk adımını, “Tell England” adındaki bir İngiliz filmine parçalar ekleyerek oluşturulan “Çanakkale” filmindeki rolüyle atar.”) 28 yaşındaki bu yetenekli genci keşfetmekte gecikmez Muhsin Ertuğrul. Aradığı bütün özellikler vardır Ferdi Tayfur’da: Genç, yakışıklı, sinemaya tutkun, oyunculuk işini seven, dil bilen, çalışkan, cesur, maceraya atılmaktan korkmayan… Daha ne olsun? Filmler ardı ardına gelmeye başlar: - Bir Millet Uyanıyor (Yönetmen: Muhsin Ertuğrul, 1932 - Ferdi Tayfur bu filmde oyuncudur.) - Cici Berber (Yönetmen: Muhsin Ertuğrul, 1933 - Ferdi Tayfur bu filmde oyuncudur.) - Milyon Avcıları (Yönetmen: Muhsin Ertuğrul, 1934 - Ferdi Tayfur bu filmde oyuncudur.) - Leblebici Horhor Ağa (Yönetmen: Muhsin Ertuğrul, 1934 - Ferdi Tayfur bu filmde oyuncudur.) - Güneşe Doğru (Yönetmen: Nâzım Hikmet, 1937 - Ferdi Tayfur bu filmde oyuncudur.) - Şehvet Kurbanı (Yönetmen: Muhsin Ertuğrul, 1940 - Ferdi Tayfur bu filmde oyuncudur.) - Nasreddin Hoca Düğünde (Yönetmen: Ferdi Tayfur, 1943 – Tayfur bu filmde oyuncudur da!) - Deniz Kızı (Yönetmen: Baha Gelenbevi, 1944 - Ferdi Tayfur bu filmde oyuncudur.) - Senede Bir Gün (Yönetmen: Ferdi Tayfur, 1947 - Ferdi Tayfur bu filmde oyuncudur da!) - Kerim’in Çilesi (Yönetmen: Ferdi Tayfur, 1947 - Ferdi Tayfur bu filmde oyuncudur da!) - İstiklâl Madalyası (Yönetmen: Ferdi Tayfur, 1948 - Ferdi Tayfur bu filmde oyuncudur da!) - Öldüren Sır (Yönetmen: Ferdi Tayfur, 1954) Her ne kadar oyunculuğu, yönetmenliği beğenilse de; Ferdi Tayfur’un sinemadaki şöhreti seslendirme yaptığı dönemlerde gelir. 1930’lu yılların ortalarında, yabancı filmleri, Mahmut Moralı yönetimindeki Darülbedayi / İstanbul Şehir Tiyatrosu sanatçıları seslendirmektedir. Zamanla sanatçıların konuşmaları seyircilere doğal gelmemeye başlayınca; o dönemde İpek Filmi ile yakın ilişkide olan Nâzım Hikmet’e bu sorunu çözmesi görevini verir film şirketi. Nâzım Hikmet, başka konularda çalışan tanıdıkları arasında seslendirme sanatçılığı yapacak insanları bir araya toplamaya başlar. İşte bu toplanan insanlardan biri Ferdi Tayfur, diğeri de eşi Melek Hanım’dır. Ferdi Tayfur, insanları rahatsız eden ağdalı konuşmaların yerine, süs-püsten arınmış günlük konuşma dilini yerleştirerek, seslendirme sahasında yepyeni bir yolculuk başlatır Türk sinemasında. (Meraklısına Not: Nâzım Hikmet’ten sonra İpek Film’de seslendirme yönetmenliğini Ferdi Tayfur üstlenecektir, ötesini siz düşünün!) Tayfur, özellikle sesini kattığı gülünç karakterlerle büyük başarılar kazanır. Bu karakterlerin orijinal kişiliklerini ve sözlerini bir kenara koyar, onlara yeni kişilikler ve konuşmalar yazar. Yani bir anlamda ses üzerinden uyarlamalar yapar. Örneğin, Tayfur’un seslendirme yapmaya başladığı yıllarda Stanley Laurel ve Oliver Hardy (Lorel-Hardi) Türkiye’de de çok sevilen güldürü tipleridir. Ama bir sorun vardır: Amerikan esprileri Türk seyircisinin hoşuna gitmemektedir. Tayfur düşünmeye başlar, ne yapmalı diye… Aklına, Robert Koleji’nden tanıdığı Amerikalı bir öğretmeninin bozuk Türkçesiyle konuşması gelir: “Nasılsınız?” yerine “Nasılsınız mı Ferdi Tayfur Bey?” demektedir Amerikalı. Denemeye karar verir bu sesi. Sonuç, tam isabet! Halk o kadar sever ki bu uyarlamayı, Tayfur; hem Laurel’i hem de Hardy’i tek başına seslendirmeye başlar. Herkes bu iki gülünç tipi, Ferdi Tayfur’un sesiyle sever. Amerikan şivesiyle Türkçe konuşmak! Harika bir buluş! Örneğin, Laurel-Hardy filmlerinden birinde, Hardy bir işle uğraşırken “Anam olasın Ömer” şarkısını mırıldanmaktadır. Laurel de, “Bayan Safiye’yle rekabet mi edeceksin yoksa?” diye sorar. ‘Bayan Safiye’ diye anılan kişi, dönemi içinde en sevilen sanatçılardan biri olan Safiye Ayla’dır… Aşı tutmuştur. Ferdi Tayfur 1933 yılında Muhsin Ertuğrul’un yönettiği ‘Söz Bir Allah Bir’ filminde, daha sonra eşi olacak Melek Kobra ile tanışır. Operet yazarı Muhlis Sabahattin’in kızı Melek’le! Ancak fazla sürmez evlilikleri, üç yıl sonra ayrılırlar. Melek, babasının Ozan Opereti’nde görev alır. Sonra da, Darülbedayi kadrosuna geçer. 20 Mart 1937’de, Muhsin Ertuğrul’un Kral Lear oynadığı oyunda, Melek Hanım kralın kızı “Regan” rolündedir. Oyun sırasında ağzından kan gelmeye başlar. Veremdir Melek Hanım. Eski eşi Ferdi Tayfur’un bulaştığı uyuşturucu illetine o da dadanmıştır; uyuşturucu da yiyip bitirmiştir genç oyuncuyu. 26 Kasım1939 günü, henüz 24 yaşındayken, hayata gözlerini kapatır Melek Hanım. (Meraklısına Not: Milyon Avcıları, Leblebici Horhor Ağa, Söz Bir Allah Bir ve Cici Berber filmlerinde oynayan Melek Kobra, dünya güzelimiz Keriman Halis’in kuzenidir.) Ferdi Tayfur’un da ömrü uzun olmaz. Gitgide kötüleşen ses telleri yüzünden, ömrünün son altı yılında seslendirme yapamaz. Uyuşturucu tedavisi gördüğü Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde, 21 Mart 1958’de yaşamdan ayrılır. Henüz 54’ündedir gittiğinde! Jübileye katılan her kültür ve sanat insanı için sayfalarca yazı yazılabilecekken; biz gene jübile gecesine dönelim. Soralım şimdi, neden geceyi ‘tertip eden’ kişi Ferdi Tayfur da, başkası değil? Soru mu şimdi bu? Mümtaz Ener adına düzenlenen geceyi elbette Ferdi Tayfur yönetecektir; Şehvet Kurbanı, Senede Bir Gün ve İstiklâl Madalyası adlı filmlerde aynı sahnede ter döken onlar değil midir? Ferdi Tayfur’un eşi Melek Hanım, Mümtaz Ener’in ilk öğretmeni Muhlis Sabahattin’in kızı değil midir? Her ikisi de aynı güneşe sırtlarını vererek öğrenmemişler midir bu işi? Her ikisi de sinema kardeşliği adına güçleri yettiğince çaba harcamamışlar mıdır? Suları ayrı tastan dolmayan bu iki adam; meslektaştır, yoldaştır, candır birbirine… Bu iki tutkulu insandan birine jübile yapılacak ve diğeri omuz vermeyecek ha? Dost odur ki; benim başım ağrıyor dediğinde, diğerinin de başına ağrılar gire! Kim başka türlü düşünür, yolu gitsin cehennemin dibine! Ferdi Tayfur yapmayacaktı da ya kim yapacaktı ‘geceyi tertipleme’ işini? “İnanma istersen yıldızların yandığına Güneşin döndüğüne inanma Doğrunun ta kendisini yalan bil Ama seni sevdiğime inan Ophelia” Geldik jübile gecesinin ağır bombasına; Hamlet’e! William Shakespeare’in en güçlü oyunu kabul edilen Hamlet, jübile gecesinde (1 Perde) oynanacak diye duyurulmuştur. Oysa ki, meslekten olmayanlar bile Hamlet’in 5 perdelik bir tragedya olduğunu bilirler. Hadi perde sayısını bilmesinler, en azından ‘uzun bir oyun’ olduğunu bilirler. Bilmeyen varsa, ben söyleyeyim; Hamlet, 5 perde, 20 sahneden oluşmuş bir oyundur. Jübile gecesinde oyunun hangi perdesi oynandı acaba? Bunu ancak rol alan oyunculara bakarak saptayabiliriz. Jübile programında dört oyuncunun rol adları bildirilmiş: Hamlet, Polonius, ‘Ofelia’ ve Ana Kraliçe… Ana Kraliçe, yani oyundaki Gertrud karakteri! İyi de jübile programına baktığımızda, bu rolü bir erkeğin oynadığını görüyoruz; ülkemizdeki ilk mikrofon güldürü sanatçılarından biri olan Zıt Kardeşler’in Osman’ı, Osman Zıt’ın oynadığını! Kraliçe bir erkek… Hey Allahım, bu nasıl bir oyun? Adları bildirilen rol kişilerinin kesiştiği sahneleri inceledim hemen. Dört oyuncunun birarada bulunduğu bir tek sahne var: III. Perde / II. Sahne! Hani şu ünlü “oyun içinde oyun” tablosu. Bilmeyenler için Hamlet’i kısaca özetlemeliyim sanırım. Shakespeare dehasının ışıldadığı o muhteşem oyunu bilmeden anlatacaklarımız havaya gidebilir. Hamlet, 1599 ya da 1601 yıllarında yazıldığı düşünülen bir tiyatro oyunudur. Bugün bile okuduğunuzda, taze bir ekmeğe dokunuyormuşsunuz hissi verir. Çünkü ne ihanet bitmiştir yeryüzünde, ne de intikam arzusu! Oyun; Hamlet’in babasını öldürüp annesiyle evlenen ve Danimarka tahtına geçen amcası, yeni kral Claudius’tan intikam alma çabası üzerine kurulmuştur. Oyun başladığında, kısa bir süre önce ölmüş olan Danimarka Kralı’nın hayaleti Hamlet’e görünür ve kendisini kardeşinin öldürdüğünü sonra da dul kalan annesi Kraliçe Gertrud’la evlendiğini söyler. Hamlet’ten intikam almasını ister. Hamlet’in içini kemiren kuşku, gerçek bir kafa karışıklığından, dayanılmaz bir cehennem sancısına dönüşür günden güne. Bu durumdan kurtulmak için bir tiyatro oyunu yazarak gerçeği ortaya çıkarmanın peşine düşer Hamlet. Saraya gelen bir tiyatro topluluğuna kendi yazdığı oyunu ezberletip, Kral ve Kraliçe’nin huzurunda oynatır. Amacı, yalancılara tiyatro üzerinden ayna tutmaktır. Hamlet’in yapmacık bir delilikle, gerçek delilik arasındaki gel-gitleri, dizginlenemez öfkesi, yüzyıllardır içimizdeki intikamcı şeytanla bizi göz göze getirmeye yeter… Hâlâ okumayan varsa Hamlet’i, sonrasını da kendi okusun. “Var olmak mı, yok olmak mı, bütün sorun bu! Düşüncemizin katlanması mı güzel, zâlim kaderin yumruklarına, oklarına Yoksa diretip bela denizlerine karşı ‘dur, yeter’ demesi mi?” (Hamlet, III. Perde, I. Sahne) Büyük olasılıkla, jübilede tek perde olarak oynanan sahne, III. Perde’nin II. Sahnesi olmalı! Çünkü, rol adları bildirilen oyun kişilerinin bir arada olduğu başka sahne yok oyunda. Diyelim ki; başka bir şey yöntemle, oyundan bazı bölümleri kesip, yeni bir kolaj yaptılar. Bu başlı başına çok zor bir iştir, bunu bir kenara koysak bile; akşam 21’de başlayan ve deli gibi onlarca etkinlik yapılacağı söylenen jübile gecesi, böyle bir durumda ancak sabaha karşı biterdi! Bu hem mantıksız hem de olasılık dışı geliyor bana. Bundan başka bir sorun daha var: Diyelim ki; III. Perde’nin II. Sahnesini oynadılar; o bölümde başka oyuncular da var, onları kim oynadı peki? Horatio’yu, Kral Claudius’u, Gonzago’yu, Batista’yı, Guildenstern’i, Rosencrantz’ı? Karışmış kafamı hart hart kaşırken, jübile programındaki bir ayrıntı dikkatimi çekti. Gecede oynanacağı bildirilen bir oyun daha vardır: Ferdi Tayfur’un yönettiği “Naylon Nigâr”! Modern Ortaoyunu anonsuyla bildirilen oyunda, usta sınıfından birçok oyuncunun adı vardır listede: Tevhid Bilge, Aziz Basmacı, Vahdi Ersin, Necdet İnce, Muzaffer Hepgüler, Hulûsi Kentmen, Rauf Ulukut ve Münir! Eksik kalan rolleri, pekâlâ bu oyuncular üstlenmiş olamaz mı? Olabilir bence. Peki, diyelim böyle yaptılar; neden Hamlet bölümünde isimleri bildirilmedi o zaman? Düşündüm ve dedim ki kendi kendime; ‘Naylon Nigâr’da isimleri yazılı zaten, seyirciyi aynı yüzlerle iki ayrı oyuna davet etmek yorucu ve itici olabilir! Sen aynı gecede, aynı oyuncu isimleriyle kurulu iki farklı oyunu izlemek ister miydin? Ayrıca; bilmem sizin de dikkatinizi çekti mi; Hamlet’te oynadığı bildirilen hiçbir oyuncunun adı Naylon Nigâr oyununda yok! Üstüne üstlük Hamlet’in oyuncularının tamamı, dönem aktüel dünyasının en parlak yıldızları! Dilim varmıyor ya, azıcık da satış hilesi gibi geldi bana bu iş! 1948’de yayımladığı “Karadut” kitabıyla şiir dünyasını allak bullak eden Bedri Rahmi herkesin dilindedir yasak aşkıyla o günlerde. Fitne-Fücur Adalet, Maya Sanat’ı kurmak üzeredir. Devletin yapmadığı sanatı koruma işini tek başına bir kadın yapmak üzeredir, heyecan verici! Herkes hazırdır Cimcöz’u desteklemeye. Gertrud Osman (Kraliçe) 1948’den beri, arkadaşı Mehdi Özgürel ile birlikte yaptığı “mikrofon şovlarıyla” gülmekten kırıp geçirmektedir milleti. Bu Türkiye için yepyeni bir şeydir, çok sevmiştir halk bu yeni ‘şeyi’. Âsaf Halet, “Lâmelif” kitabıyla edebiyatta büyük bir sarsıntı (!) yaratalı henüz beş sene bile olmamıştır. Onunla, anlamdan çok şiirin müziği öne çıkmış; Mevlana huzuru gelmiştir şiire. Bilinçaltı gelmiştir, soyut ve masalsı bir atmosferle, savaş sonrası huzuru duymaya koşmaktadır bazıları Âsaf Halet’in şiirleriyle… (Bu konu biraz naneli, anlatacağım az sonra!) Bunları düşününce diyorum ki; eee, bu kadar ‘aktüel yıldızdan’ kurulu Hamlet, jübile gecesinin ‘torpilli’ bir yerine ve elbette başka bir anonsla yazılmalıydı. Mantığımızı kurduğumuza ve kendi kurduğumuz mantığa iknâ olduğumuza göre; hadi buyurun, önce oyun izleyelim, sonra da oyuncuları tanıyalım kısa kısa! Devamı Var