Başımıza türlü türlü olaylar gelir biz hayatımızı devam ettirirken. Zaten hayatı nasıl devam ettirdiğimiz de ayrı bir söz konu...

Başımıza türlü türlü olaylar gelir biz hayatımızı devam ettirirken. Zaten hayatı nasıl devam ettirdiğimiz de ayrı bir söz konusu ya. Hep beraber bizi dönen bir sisteme koymuşlar, ‘haydi yaşayın bakalım!’ demişler gibi hissediyorum bu haftalarda. Günler öylece akıp gidiyor, her sabah aynı sandığımız kuşları besliyoruz, koşuşturmalar hiç bitmiyor, sistem bir yere götürüyor bizi ama neresi olduğunu da bilmiyoruz. Ne garip şey yaşamak... Bizi bu saydığım aksiyonların arasındayken koruyacak bazı değerlerimiz var neyse ki. Yakın ilişkilerimiz, kendi sağlığımız, e tabi ruhsal sağlığımız! Kafa çok önemli şey kafa, o gitti mi bir şey olmuyor valla diyen insanlardan gördüm çok. Haklılardı galiba. ‘Kafa’ sağlığını korumak araştırmacıların da üzerinde çok durduğu bir konu. Literatür psikolojik dayanıklılık üzerine dolup taşıyor pandemiden beri. Bizim kültürümüzü ve sıkıntılı olaylarla nasıl baş ettiğimizi düşündüğümde durum aydınlık görünüyor aslında. İç içe olan bu yapımız izin verdiğinizde bir sürü destek yaratıyor size. Markette sırada beklerken de konuşabilirsiniz. Kırtasiyede kalem alırken de. Terziye gidersiniz ve ülkenin haline dair konuşmalara katılırsınız. İş yerinde kendinizi anlatabileceğiniz, dert ortağınız en az bir iki kişi vardır. Ah ne önemli detaylar onlar! Bu hafta bende telefonda ‘sakın bak içine atma, anlat yoksa kötü olursun’ derken buldum kendimi. Anlatmanın değeri tahmin ettiğinizden daha büyük. Siz anlattığınızda, karşınızdaki tarafından dinlenilmek, acınızın paylaşılması hissi, yardım edilemiyorsa bile sadece birinin yanınızda durması çok önemli. Hep bu madalyonun diğer yüzüne işaret ederdim. İnsanları dinlemek lazım, müdahale edemezseniz bile dinleyin, sadece yanında olun diye çok fazla şey yazıldı buralarda. Bugün bu madalyonun diğer tarafına geçeceğim. Çünkü anlatmak istemeyen, kendini bu yönde kapatan birinin yanında durmak imkansıza yakın, bunu fark ettim. Bir defa, öylece durduğunuzda zihninizde dönen 20 tilkinin 20sinide yakalayamaz ve düşünceleri sakince bir yere oturtamazsınız. Ya yazıya dökülmüş bir halde göreceksiniz düşüncelerinizi ya da sesli olarak anlatırken topluca tanışacaksınız, ikisi de gayet iyi sonuçlar veriyor. İkincisi, birine düşüncelerinizi aktarmaya çalıştığınızda bunları sizde dışarıdan duyarsınız. Kulaklarınızın neler düşündüğünüzü beyninize iletmesi düşünmekle aynı anlama gelmiyor. Yani düşündüklerinizi dışarıdan duymak bambaşka bir etki patlaması yapıyor zihnimizde. NELERİ SAĞLAYABİLİR? Tam olarak neler hissettiğinizi anlayabilirsiniz, olabildiğince duygu isimleri söylemeyi deneyin. Üzgünüm, çok üzüldüm, çok da iyi hissetmedim ya da nasıl hissettiğimi tam bilemedim gibi! Neyi göğüslemeye çalıştığınızı daha iyi fark edersiniz, belki durum kafanızın içindekinden çok daha pratikleşecek bir meseledir. Anlatırken kendinize de bunu aşmanız için gerekli öğütleri sıralamış olursunuz, çoğunlukla danışan bir kişinin anlatırken çözümünü de beraberinde anlatması ve bunu fark etmemesi gibi. Ve karşınızdaki kişinin fikirlerine ve desteğine kendinizi açarsınız. Açık olmak bazen sahici bir desteği derinden hissetmenizi ve iyileşmenizi sağlayabilir. Dedim ya, anlatmanın değeri tahminimizden daha büyük. Peki, neden bugün bunu kullanmaya başlamıyoruz?