Geçenlerde tamamıyla rastlantı sonucu karşıma çıkan eski bir gazete haberi kafamı karıştırdı. Haber 12 Mayıs 2011’de...

Geçenlerde tamamıyla rastlantı sonucu karşıma çıkan eski bir gazete haberi kafamı karıştırdı. Haber 12 Mayıs 2011’de Milliyet gazetesinde yayınlanmış. Malatya’da Guiness rekoru kırmak isteyen bir takım insanın valilik eliyle yaptığı “tuhaf” bir girişimden söz ediyordu haber...Şehirde okullar tatil edildi, dünya rekoru kırıldı. Anadolu Ajansı'nın verdiği bilgiye göre kentteki rekor denemesi için okullar bir gün süreyle tatil edildi. Malatya Valiliği, İl Milli Eğitim Müdürlüğü ve (..) Mağazaları işbirliği ile Malatya İnönü Stadı’nda yapılan denemede, “Aynı anda aynı yerde aynı kitabı okuyan en kalabalık topluluk dünya rekoru”, 22 bin kitapseverin katılımıyla Victor Hugo’nun ünlü Sefiller romanı okunarak kırıldı.” Sözüm ona kitap okumayı desteklemek ve dikkat çekmek için organize edildiğini söyleseler de, magazinel bir yöntemle alınan sonuç ortada... Ülkemizde düzenli kitap okuma oranı yüzde 1’in altına düştü son 20 yıldır... Cahil bir topluma dönüşüyoruz kültür konusunda. Dikkat, aklın en büyük çocuğudur.” Bu konudaki üzüntüm, aklıma daha önce yazdığım bir yazıdan Mustafa Kemal Atatürk’ün bu konuyla ilgili bir konuşmasını getirdi. ”Cephane Sandıklarında Kitap Taşıyan Adam” isimli incelememde şöyle yazmıştım;TBMM'nin dördüncü çalışma yılını açarken (1 Mart 1923) Atatürk'ün yaptığı çoook uzun ve ayrıntılı konuşmasındaki kitap ve yayıncılığın önemi üzerine söyledikleri, bugün bile geçerliliğini koruyan düşüncelerdir. Diyordu ki Atatürk; “Baylar, telif ve tercüme işleri ulusal egemenliğin dayanağı ve ulusal kültürün en önemli yayılma aracıdır... Bir taraftan basılan ve yeniden yazdırılması kararlaştırılan kitapları parasız olarak her tarafa dağıtmak ve halkı okumaya alıştırmak için hükümetçe çaba harcanacaktır. “Devlet Kitabı” adı altında parasız olarak yayınlanacak, uygulamaya dayanan ve kolay anlatımlı eserlerle halkımıza hayatın gerçeklerini öğretmek, çok yararlı bir yöntem olarak önemle tavsiye edilir... Uygulamalı ve geniş kapsamlı bir milli eğitim için yurt sınırları içindeki önemli merkezlerde çağdaş kütüphaneler, bitkiler ve hayvanat bahçeleri, konservatuarlar, enstitüler, müzeler, güzel sanatlar sergileri kurulması gerektiği gibi, özellikle şimdiki yurt yönetim teşkilatına oranla bütün yurdun matbaalarla donatılması gerekmektedir. Bütün bu güzel şeylerin bir an içinde ortaya konulması mümkün olmamakla beraber, mümkün olduğu kadar az zamanda bu sonuçların elde edilmesi önemli ve değerli bir istektir.” Aynı yıl bu amaçlananların gerçekleşmesi için bütçe şöyle paylaştırılır. Bayındırlık inşaatları için........................................ 536. 510 TL Basımevleri ve kütüphaneler için............................ 200. 360 TL Okulların inşaatları için.............................................190. 000 TL Hastanelerin inşaatları için.........................................32. 530 TL Tarım araçları alınması için........................................15. 250 TL Damızlık hayvan alınması için.....................................12. 400 TL Fidanlık ve örnek bahçeler için.......................................5. 000 TL (Not 1; Kütüphanelere ayrılan ödenek hastane ve okul yapımına ayrılandan fazla. Bunun tek anlamı olabilir; okuyan kişiler daha az hasta olur. Not 2; 1923 – 1938 yılları arasında, (16. 046) adet kitap basılmıştır. Bu, zamanı içinde bir mucizedir.) Milliyet gazetesinde yayınlanan bu “rekor” haberi, her ne kadar beni sinirlendirip, ”evcilik oynuyoruz, oysa sorun çok ciddi bir sorundur“ diye endişelendirse de, sözü edilen “Sefiller”in tarih içindeki yolculuğunu da düşürdürdü bana. ”Sefiller” gerek edebiyat tarihi içinde ve gerekse dilimizdeki serüveninde son derece önemli etkileri olmuş bir romandır. Rekor kırmak için oracığa oturanlardan kaçının bundan haberi vardı acaba? Hadi isterseniz kısacık ve sıradışı bir “Sefiller” yolculuğu yapalım. "Bedbahtlar ile alçakların birleşip karıştıkları bir kelime vardır: Sefiller. Bu kelime kadar müsibet ve düşkünlük belirten bir başka kelime zor bulunur. Sefalet, sadece bir sınıfın malı veya kaderi değildir. O, bütün insanlığın içinde sefaletin kol gezdiği cemiyetlerin ayıbıdır. Bir evde sefalet varsa bir aile yoksulluğun, cehaletin korkunç pençelerinde can çekişiyorsa; bundan sırası ile o evin komşuları, o mahallenin sakinleri, o şehrin kalabalıkları ve o memleketin devleti sorumludur" diyen Victor Hugo’nun, Fransa'da idam edilen gerçek bir katili anlattığı bir kısa öyküsü yayınlanır 1834’de... Öykünün adı “Claude Gueux”... Bu hikâye Hugo tarafından sosyal adaletsizlik üzerine başyapıt sayılan “Sefiller” romanının öncüsü kabul edilir. Aslında Hugo 1830'ların başında toplumsal sefalet ve adaletsizlik hakkında büyük bir eser üzerine çalışmaya başlar. Ama Sefiller’i tamamlamak tam 17 yıl sürer ve roman ilk olarak 1862’de yayınlanır. İhtiyaçları fazlalaşan insanlar, kaynakların sınırlarını zorlamaya itilir ve yollarına çıkan savunmasız birinden bile irkilir. İş ve ücretler, yiyecek ve barınma, cesaret ve iyi niyet; hepsi sahip olamadıkları şeylerdir. Işık gölgeye dönüşür ve karanlık yüreklerini doldurur. Bu karanlık, insanın içindeki zayıflığı ele geçirir ve onu utanç verici işlere zorlar. Artık hiçbir dehşet veya korku dışlanmaz. Ümitsizlik ve çaresizlikle hepsi kötülük ve suça yönelir... Hepsi sefilleşmiş, bozulmuş birer pislik gibi gözükür. Fakat o denli alçalmış kişilerin de daha fazla alçalamayacağı bir çizgi vardır ve bu dönüm noktasında, dış dünya adeta yutar bu zavallı, talihsiz, kimliksiz insanları... Onlar Sefiller’dir; toplumdan dışlananlar...” Kitabını böyle tanıtan Hugo için belkide en doğru tahlili, Fransız şair Charles Baudlaire yapar: “Sefiller bir merhamet kitabıdır, kendisine fazlasıyla sevdalı ve ölümsüz kardeşlik yasasını pek az dert eden bir topluma sersemletici bir hizaya gelme çağrısıdır… yoksulların savunusudur.” Hugo o kadar doğru bir yerden yaklaşır ki konuya, ona kimse karşı çıkamaz: “Bana Sefiller kitabının tüm halklar için yazılmış olduğunu söylerken haklısınız. Sosyal sorunlar sınırları aşıyor. İnsan soyunun yaraları, yeryüzünü kaplayan o geniş yaralar, haritalardaki o mavi ya da kırmızı çizgilerde durmuyor hiç. İnsanoğlunun bilgisizlik ve umutsuzluk içinde bulunduğu, çocuğun kendisini eğitecek bir kitap ve ısıtacak bir ocak bulamadığı için acı çektiği her yerde Sefiller kapıyı çalar ve şöyle der: ‘Sizin için geliyorum! Açın kapıyı bana!’ Uygarlığın, içinde yaşadığımız şu alabildiğine karanlık saatinde, sefilin adı ‘insan’dır. O insan, bütün iklimlerde can çekişiyor ve bütün dillerde inliyor. Elimden geleni yapıyorum. Evrensel acıyla acı çekiyor ve onu hafifletebilmek için çalışıyorum. Elimdeki güç, bir insanın çok zayıf gücü; öyle olduğu için de herkese haykırıyorum: Yardım edin bana!” 17 yılda biten ve 1862 yılında ilk kez basılan “Sefiller” hemen ertesi yıl, Victor Hugo’nun oğlu Charles Hugo tarafından tiyatroya uyarlanır. Sinemanın ortaya çıkışıyla da, sinemanın ilk eserlerini üreten Lumiere Kardeşler tarafından beyaz perdeye ilk uyarlanan filmlerden biri olur Sefiller. (1897) (Meraklısına Not; Sefiller, 58 kez sinemaya aktarılmıştır. Bunlardan en akılda kalanları; Richard BoleslawskI’nin 1935 yılında çektiği ve Oscar’a aday gösterilen versiyon, Mısırlı yönetmen Kamal Selim’in 1944 yılında çektiği ve “El Boassa” diye bilinen Mısır uyarlaması (Hikâye Kahire’de geçmektedir bu filmde) ve 1958 yapımı ve Jean Valjean rolüyle Jean Gabin’e büyük bir şöhret kazandıran, Jean-Paul Le Chanois’nin yönettiği Sefiller’dir. 1967 yılında, ünlü sinemacımız Osman Seden de Sefiller’i senaryolaştırmış ve Zafer Davutoğlu’nun yönettiği filmde; Kartal Tibet, İzzet Günay, Filiz Akın ve Sevda Ferdağ oynamışlardır. Kuşkusuz birçok başarılı uyarlama içinde en akılda kalıcı olanlardan biri de, 1998 yılında Bille August tarafından çekilen ve Liam Neeson, Geoffrey Rush, Uma Thurman ve Claire Danes’in oynadığı filmdir.) Yaşadığı dönem gereği savaş, kuşatma, sürgün ve her türlü sefaleti gören Victor Hugo’nun Sefiller’i, işlediği konu ve konunun herkesi derinden etkilemesi adına inanılmaz sayılabilecek bazı sonuçlara da neden olmuştur. Victor Hugo, romanının getirdiği başarı ve hayranlığa dayanarak, İngiliz hükümetini muhalif düşüncelerden idam hüküm giymiş altı İrlandalı’yı bağışlama konusunda ikna eder. Bu hareketiyle o altı düşünce suçlusunun hayatlarını kurtardığı gibi, daha sonraları ölüm cezasının Portekiz ve Kolombiya anayasalarından çıkarılmasına da katkıda bulunur. Sefiller’in bu olağanüstü başarısı ve neredeyse aynı anda tüm dillere çevrilmesi, muhalif ve devrimci kimliğiyle bilinen Victor Hugo’da bir takım telife dayalı endişeleri de yanında getirir. Sosyal adalet ve hak konusunda neredeyse hayatını adayan Hugo, sanatçıların ve ürettikleri eserlerin korunması yani telif hakları konusunda duyduğu endişe sebebiyle bir dernek kurmaya kadar götürür işi: Uluslararası Edebiyat ve Sanat Derneği! Bu dernek edebi ve sanatsal eserlerin korunmasına dair Bern Konvansiyonu’nun da önünü açacak tarihi bir girişimdir. Hugo, sanatsal emeğe saygı duyulmasına şiddetle inandığı için, romanının yayın hakkını, en yüksek teklifi sunan yayıncıya verir. Kimi kaynaklarca Hurst and Blackett, kimi kaynaklarca Belçikalı yayınevi Lacroix and Verboeckhoen olarak bildirilen yayıncılar için ortak bir nokta varsa; o zaman için nadir görülen bir pazarlama kampanyasına girişmiş olmalarıdır. Eser hakkındaki basın bültenleri yayından tam altı ay önce kamuoyuna sunulur. Başlangıç olaraksa, romanın ilk bölümü olan "Fantine" büyük şehirlerde piyasaya sürülür. (Roman 5 ana bölümden oluşmaktadır: Fantin, Cosette, Marius, Petit-Plebus Sokağı ve Jean Valjean) Piyasaya çıkan kitapların bir saat gibi kısa bir sürede tükenmesi o tarihe kadar görülmüş şey değildir... İşte tam da bu günlerde, tarihin en kısa telgraflaşmasının Victor Hugo ve yayıncısı Hurst and Blackett arasında geçtiği söylenir. Sefiller yayınlandığında Hugo tatildedir. Kitabın aldığı tepkileri merak ederek yayıncısına sadece "?" yazarak bir telgraf gönderir. Yayıncısı da ona sadece "!" yazarak romanın ne kadar başarılı olduğunu belirtir. (William Walsh, “Handy-Book of Literary Curiosities”, sayfa 600, Philadelphia: J.B. Lipincott Co, 1892)Öyle alçak bir kapıdır ki açlık, geçilmesi zorunlu oldu mu, insan ne denli büyükse, o kadar çok eğilir.” Biraz da bu ünlü romanın bizdeki yolculuğuna bakalım. Osmanlı İmparatorluğu’nda, Fénelon’un “Telemaque”ından sonra tercüme edilen ikinci Batılı roman Victor Hugo’nun Sefiller’idir. Eser, “Mağdûrîn Hikâyesi” adıyla, Münif Paşa tarafından Türkçeye kazandırılmış ve dönemin ilk günlük gazetesi Ruznâme-i Cerîde-i Havâdis’te; 8 Ekim-8 Kasım 1862 tarihlerini kapsayan sürede, 24 bölüm olarak tefrika edilir. “Mağdûrîn Hikâyesi”nin kültür ve edebiyat tarihimiz açısından önemi; Hugo’nun ünlü eserinin dünya ile hemen hemen aynı zamanda Türk okuyucusuna sunulmuş olmasıdır. Victor Hugo, Sefiller’i yazmaya 1840’lı yıllarda başlamış, 1861’de tamamlamış ve ilk cildini 1862 yılı Nisan ayının ilk haftasında yayımlamıştır. Sefiller’in genişçe bir özeti olan “Mağdûrîn Hikâyesi” de yedi ay kadar sonra, aynı yılın Ekim ayının ilk haftasında okuyucuyla buluşmuştur. Çeviri, sıcağı sıcağına bir aktarma oluşu kadar, aynı zamanda Hugo’nun Türkçeye ilk girişi olarak da değer taşımaktadır. “Mağdûrîn Hikâyesi” ismiyle ve kısaltılmış olarak yayınlanan eser, 8 yıl sonra da Şemsettin Sami tarafından tanıdığımız “Sefiller” adıyla ve tam olarak yayınlanmıştır. Namık Kemal’in ölümünden altı saat önce bile elinden düşürmediği roman, Osmanlı aydınları arasında büyük bir heyecan yaratmış; Beşir Fuad’ın üstüne bir monografi hazırladığı Victor Hugo kitapçığıyla da sıkı tartışmalara neden olmuştur Sefiller!Fransa ahâlisinden Jan Valjan nâm kimse sirkât töhmetiyle bir hayli müddet pranga-bend olduktan sonra tahliye-i sebil kılınmasından mıdır yoksa firâr eylemesinden midir gayet pejmürde-kıyafet olarak 1815 sene-i milâdisi teşrin-i evvelin ibtidâlarında gurûb-ı şemsden mukaddemce episkopos mûma-ileyh miryel'in olduğu kasabaya gelmiş...” Şimdilerde Türkçe’ye kazandırılan bir başka Osmanlıca Sefiller çevirisinden daha haberdarız. Döneminde ansiklopedik boyda, bin 584 sayfa ve resimli olarak yayımlanan eser, Meşrutiyet dönemi çevirmenlerinden Avanzade Mehmet Süleyman’ın 1907 yılında yaptığı çeviridir. (Meraklısına Not: Avanzade Mehmet Süleyman, 1871-1922 yılları arasında yaşamış, 1893 yılında Tıbbiye Mektebi’nin Eczacılık bölümünü bitirmiş bir Osmanlı aydınıdır. Afiyet, Güzel Prenses, Hür Çocuk dergilerinin yanı sıra, kadınlara yönelik ilk yıllık olan Nevsal-i Nisvan’ı da Avanzade Mehmet Süleyman Bey çıkarır. Muharrir Kadınlar (1892), Çocuklara Mahsus Hikâye Cüzdanı (1896), Ahrar mı İttihad mı? (1911), Eczacılara Mahsus Muhtıra (1913), Kızlara ve Hanımlara Jimnastik (1914) eserlerinden bazılarıdır.) YAŞAMAMAK KORKUNÇÖlmek bir şey değil, yaşamamak korkunç!” Yeri gelmişken Batılı edebiyattan dilimize yapılan ilk çeviriden de kısaca söz edelim. Fenelon'un Fransa'nın gelecekteki kralının eğitimi için yazdığı ve 1699'da yayınlandıktan sonra ünü bütün Avrupa'yı saran eseri “Telemakhos'un Serüvenleri”, Yunan mitolojisinden alınma bir hikâyeye dayanarak ideal devletin ve devlet adamının nasıl olacağını anlatır. Tanzimatla birlikte Batıya yönelen Osmanlı İmparatorluğu’nda siyasal olarak yenileşmeyle bilimsel ve edebi yenileşme beraber ilerler. Bunun bir sonucu olarak Telemakhos'un Serüvenleri, Yusuf Kamil Paşa tarafından 1859 yılında çevirilir ve” Tercüme-i Telemak” adıyla 1862 yılında yayınlanır. Eser, Batı edebiyatından Türkçeye ilk roman çevirisidir. Sefiller” dünyayı böylesi ayağa kaldırmışken,Victor Hugo’ya büyük talihsizlikler getirmesiyle de ilginç bir kitaptır. 1862’de yayınlanan kitaptan sonra,yazarlık kariyeri dünyaya ulaşan Hugo; önce hafif bir felç geçirir, ardından küçük kızı Adèle akıl hastanesine kapatılır (*Hayat hikâyesi, “The Story of Adele H.” filmine ilham kaynağı olmuştur) ve iki oğlu aniden ve üst üste ölür. Zaten ilk çocuğu ve uğruna muhteşem bir şiir yazdığı kızı Leopoldine 19 yaşında Seine Nehri’nde geçirdiği bir tekne kazasında ölmüş, onu kurtarmaya çalışırken damadı Charles Vacquerie’yi de kaybetmiştir Hugo... En sonunda da karısı Adèle de 1868’de ölünce... ”Sefiller” Hugo’yu dünya tarihine geçirmiş ama tüm ailesini de aynı günlerde elinden almıştır. Victor Hugo 22 Mayıs 1885'te 83 yaşındayken zatürreden ölür. Tüm ülke yas tutar. Zafer Takı'ndan gömüleceği Panthéon'a kadar götürüldüğü Paris'teki cenaze törenine iki milyondan fazla insan katılır. Hugo, Panthéon'da , Alexandre Dumas ve Emile Zola gibi önemli yazarlarla aynı yerde yatmaktadır.