Merhaba, burası Türkiye! Evdeki çocukla, sokaktaki köpeklerin aynı anda sevilemediği ülke. Dengesiz, ayarsız, plansız... Başıboş...

Merhaba, burası Türkiye! Evdeki çocukla, sokaktaki köpeklerin aynı anda sevilemediği ülke. Dengesiz, ayarsız, plansız... Başıboş köpeklerin çeteleşerek sokaktan insan geçirmediğini, çocuklara saldırdığını görürsünüz burada, saldırıyı duyunca kahrolursunuz. Can güvenliği olmayan insanların çaresizliğine şaşarsınız. Bir süre sonra da hayvanların zehirlediğini öğrenir bu kez de onlar için kahrolursunuz.        Belediyeden bir hamle beklersiniz. Onlar da ya hayvanları toplayıp başka belediye sınırlarına bırakır ya da barınaklara götürür. Peki, çözüm mü, asla değil çünkü bilirsiniz barınakların çoğunun hali içler acısıdır. Zaman geçer barınakta aç, susuz hayatta kalmaya çalışırken kafasına vura vura öldürülen canlar ülkeyi ayağa kaldırır. Üzüntü, öfkeye dönüşür... Barınaklara koşar herkes. Ancak orada da ayarsızlık kendini gösterir, cins köpekler sahiplenilir, geride karabaşların çaresizliği kalır.        Evladı yaralanan, köpeklere; hayvanseverler, köpekleri zehirleyenlere düşmandır. Belediyeler çaresiz ve sorumludur. Bu arada kampanyalar başlatılır,  "Hayvan Hakları Yasası" diye bas bas bağırır insanlar; ama işkence "kabahat" sayılır. Çocuklar ve köpekler için karşı karşıya gelen insanlarla, çoğu birkaç ay sonra bir köşeye bırakılacak evcil hayvanların satıldığı dükkanlar aynı sokaktadır. Sonuç olarak köpekler de yaralıdır, çocuklar da.         Çocuklar köpekleri severek büyüse güzel olmaz mı? İnsanlar ve hayvanlar arasında seçim yapılmaz. Merkezi ve yerel yönetimlerin ortak projeler geliştirmesini; bunu yaparken de hem ebeveyn hem de hayvansever olarak refleks geliştirecek adımlar atılmasını talep edebiliriz. Örneğin sokak hayvanları kayıtlı bir şekilde sahiplendirilerek, bakım ve tedavi desteği sunulabilir. Can dostun durumu da muayenelerle kontrol edilebilir. Neden olmasın?   DAVET YETMEZ       Evet, burası Türkiye! Kavganın, küfrün, kinin; eğlencenin, centilmenliğin ve  sportmenliği yerini aldığını görürsünüz burada. Rekabet ile savaş birbirine karışır. Futbol karşılaşmalarının cinsiyetçi cümlelerle, çirkin fotoğraflarla yorumlandığını izlersiniz. Kadınla alakalı her şey doğal bir şekilde kötüleme, aşağılama aracı olarak kullanılır. O tribünlerde bas bas bağıran kutsal erkekleri, teri öpülesi top koşturanları doğuranlar, büyütenler kadın değildir çünkü. Sarılıp uyudukları, çocuklarını doğuran, büyüten de kadınlar değildir. Çünkü sevişmenin sevgiyle kesinlikle bir ilişkisi yoktur, aslında bir nefret eylemidir! Bu nedenle de taraftarlar birbirine olabildiğince nefret kusar. Durum bundan ibarettir.      Dolayısıyla tribünde kadın ve çocuk maç izlerse bu kesim için 'ceza' olarak algılanır. Zaten böyle bir güruhla teknik direktör kızının dışında, maça giden kadını, çocuğu pek görmek de mümkün değildir.       Kulüpler "Daha fazla kadını görmek istiyoruz" der; ama "Erkek taraftara bilet satış kontenjanı koyduk, kalan biletler kadınların kardeşim! Bundan sonra tribünler karma olacak" demez. Peki neden? Bilet satışlarına cinsiyet ve yaş dağılımı, aile bileti gibi düzenlemeler getirilebilir. Stat güvenliği  de yüksek çözünürlüklü kameraların artırılmasıyla sağlanabilir, alkol ve uyuşturucu madde muayeneleriyle desteklenebilir. Futbolseverler bu önerileri zenginleştirecektir. NASIL ANLAŞILMADI?    Ah kardeşim Türkiye burası... Savaştan kaçıp gelenin doktor darp ettiği, kendi vatandaşımınsa sahte doktorluk yaptığı, umuduna kaygının karışığı güzel ama bahtsız ülke. Sahteciliğin bu kadar kolay, devlet kurumlarının bu kadar savunmasız olduğunu görmek ne kadar acı, hem de konu insan hayatıyken...  "Ameliyatlara girdim, dikiş atım" diyor kız! Daha ilginci bir yazar çıkmış, sahteciliği meslek aşkı diye övüyor. Şaka değil! Kimse zarar görmemiş, doktorlar ayak sürerken kızınki pespembe bir yalanmış... Özel üniversitelere seslenerek, "Keşke burs sağlansa da tıp okusa!" diyor. Ben de yazıyorum: "İnşallah ilk sizi muayene eder. Sizin çocuğunuzun ameliyatında dikiş atsa yine takdir edecek miydiniz!"     Tıp eğitiminin bir sertifika programı olmadığının farkında olan aklı başında herkes, sahte doktorların ve onların ilerlemesinde ihmali olanların gerekli cezayı almasını bekler, bekleyeceğiz. Önce vatandaşın güvenliği değil mi, o ameliyat masasında kimlere emanetiz bileceğiz. Ve bir doktor ne zorluklarla yetişiyor, unutmayacağız. O emeğe saygı duymayana saygı duymayacağız. Ülkede huzuru bozan mülteciler kesinlikle sınırdışı edilmeli. Cezalar herkes için caydırıcı olmalı, seçim yaklaştıkça bu huzurun teminini vadedenleri izleyeceğiz.        Evet Türkiye burası, kimsenin kendisini karşısındakinin yerine koymak istemediği ülke. Ama göz yumamayız bu bencilliğe, üşengeçliğe. Empatiden yoksun, emek hırsızlığına çanak tutan hiçbir şeye eyvallah edemeyiz. O halde düşüneceğiz, düşleyeceğiz.  İYİ HABER: Türkiye'nin "İpek Böcekçiliği ve Dokuma İçin İpeğin Geleneksel Üretimi" Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatının (UNESCO) İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi'ne girdi. Dışişleri Bakanlığından yapılan açıklamada, Türkiye'nin yanı sıra Afganistan, Azerbaycan, İran, Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan’ın "İpek Böcekçiliği ve Dokuma İçin İpeğin Geleneksel Üretimi" adlı başvurusunun kabul edildiği belirtildi. (AA)  GÜZEL İÇERİK: İnstagram hesabı "Dünyayı Keşif" birbirinden renkli paylaşımlarıyla seyahat tutkunlarına farklı kapılar aralıyor. Şehirlere, ülkelere, iklimi, konumu, ulaşımı,  ideal ziyaret dönemi ve gelenekleriyle yer veren hesapta Türkiye'den doğa harikası rotaları görmek de mümkün.