Tarih boyunca birçok felsefi, siyasi ve hukuki tartışmaların odağında bulunan mülkiyet, insanın “şey” üzerinde hakimiyet kurmasıyla ortaya çıkan ilişkiyi ifade etmektir. Bu ilişki zamanla bir insan ha...

Tarih boyunca birçok felsefi, siyasi ve hukuki tartışmaların odağında bulunan mülkiyet, insanın “şey” üzerinde hakimiyet kurmasıyla ortaya çıkan ilişkiyi ifade etmektir. Bu ilişki zamanla bir insan hakkı olarak kabul edilmiş, daha sonra “devletler ve hukuk düzenleri tarafından” tanınarak bir temel hak olarak ulusal ve uluslararası belgelerde kendine yer bulmuştur. Tarihi gelişim sürecine baktığımızda eski çağlardan günümüze içinde var olduğu toplumların kültürel, sosyal, siyasi ve ekonomik şartlarına göre sürekli olarak geliştiğini, kendini güncellediğini görmekteyiz. Mülkiyet kavramı, arapça kökenli “Mülk” kelimesinden türetilmiştir. Mülk “bir şeyin hüküm ile zaptı, saltanat, siyasi iktidar” gibi anlamlara gelmekte olup, yine arapça kökenli “ melik, malik, meleke” ifadeleri de yani güç, kuvvet anlamlarını ihtiva etmektedir. Kelimenin kökeni noktasında verilen bu kısa bilgi, mülkiyet kavramının hakimiyet “ egemenlik” ile sıkı bir ilişki içinde olduğunu göstermektedir. Mülkiyet kavramı, sadece hukukun inceleme alanına indirgenemez, aynı zamanda iktisadın, felsefenin ve siyasetin de konusudur. Dolayısıyla var olduğu toplumun ahlaki iktisadi ve sosyal olgularından da etkilenen çok yönlü bir kavramdır. Tam tanımını yapmak güç olsa da, mülkiyet “ malik- sahip” ile “ şey- mal” arasındaki ilişki olarak ifade edilebilir. Mülkiyet hakkı ise, hak kavramından yola çıkarak, “hukuken korunan menfaat”, “davranış özgürlüğü”, “ sahiplik ileri sürebilme” , “ yasaca tanınan ayrıcalık” anlamlarına gelmektedir. Dolayısıyla bu hak “ mülkiyet ilişkisinden kaynaklanan yetki ve menfaatlerin hukuk düzeni tarafından tanınıp korunmasıdır”. Mülkiyet hakkı, her şeyden önce bir temel haktır. Temel haklar ve özgürlükler, pozitif hukuk düzeni tarafından tanınmış ve güvence altına alınmış, devletin koruyup geliştirmekle yükümlü olduğu insan hakları olarak tanımlanmaktadır. Anayasamızın 56. Maddesinde tanımlanan, “herkes sağlıklı ve düzenli bir çevrede yaşama hakkında sahiptir” tanımı, kurucu ilke olan anayasal düzlemde kişilere tanınmış başka bir temel haktır. Diğer yandan mülkiyet hakkı ayni bir haktır. Eşya hukukunda, eşya üzerinde doğrudan hakimiyet sağlayan, bu sebeple herkese karşı ileri sürülebilen haklara “mutlak hak” denir. Eşya “maddi mallar” üzerinde tesis edilen mutlak haklara ise “ayni haklar” denir. Yani eşya üzerinde doğrudan doğruya hakimiyet sağlayan mutlak haklardır. Ayni hak olması, mülkiyet hakkının kamu hukukunun yanında, özel hukukun da konusu haline getirmektedir. Mülkiyet hakkının unsurları, bu haktan doğan hak ve yetkiler ile ödevleri içerir. Bu nedenle anayasamız 56. Maddesi, “kişinin sağlıklı çevrede yaşamasını sağlamak, devletin ve vatandaşların sorumluluğundadır” diye devam eder. Mülkiyet hakkının maliki, üç temel yetkiye sahiptir. Bunlar kullanma, yararlanma ve tasarruf yetkileridir. Türk Medeni Hukukumuzun 683.cü maddesinde” bir şeye malik olan kimse hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir” der. Bu yetkilerin beraberinde malikin üçüncü kişilerden eşya üzerindeki hak ve yetkilerinin ihlal edilmemesini, ihlal edenlerin durdurulmasını ve zarar olmuşsa bunun tazminini talep etme hakkı doğar. Bu yetkilerin yanında, malike yüklenen ödevler de söz konusudur. Bunlar da katlanma, yapma ve kaçınma şeklinde tanımlanır. Yazının devamında, kişiler, toplum ve çevre hak ve hukukuna ilişkin sınırları irdeleyeceğiz.