2020 yılında dünyamızı çevreleyen salgın hastalık süreci, insanoğlunun uzunca zamandır olagelmiş değer yargılarını ve yaşam şeklini değiştirmesi bakımından dönüm noktasıdır. Önceki yazılarımızda da ko...

2020 yılında dünyamızı çevreleyen salgın hastalık süreci, insanoğlunun uzunca zamandır olagelmiş değer yargılarını ve yaşam şeklini değiştirmesi bakımından dönüm noktasıdır. Önceki yazılarımızda da konuyu değerlendirdiğimiz gibi, 2. Dünya Savaşı, silah sanayinin tırmandığı ve yok etme gücünün zirvesine yani atom bombasına ulaştığı dönemdi. Tüm uluslar silahlanma yarışına girdiği bu dönemde, dünyaya ne kadar zarar verebildiklerini de deneyimlediler. Savaşın hemen ardından, sanayileşmenin her alanında ve teknoloji yarışında birbirleri ile yarışmaya devam ettiler. Tam olarak bu dönem Birleşmiş Milletler çatısı altında küremizin korunması amaçla uluslararası kararların başladığı zamandır. Ancak sanayileşme, zenginleşme arzusu dünyanın her yerinde baskın çıkmış, çevre yasalarını şekillendiren kaygılar silik kalmıştır. Örneğin dünyamız sanayi, askeri ve teknoloji süper gücü olma vasıflarını son yarım yüzyıl elinde bulunduran Amerika, aynı zamanda dünyamızdaki kirliliğin yüzde 40’ının da kaynağı olmuştu. Sera gazı, karbon emisyonları, enerji kirliliği, hammaddelerin tüketimi, küresel ısınma gibi verilerde tek başına birinciliği göğüslemiş bu nedenle Paris iklim anlaşması içinde olmayı reddetmişti. Salgın hastalık döneminin en çok hırpaladığı toplum da onlardır. Bozuk sağlık sistemlerinde sağlık sigortaları poliçe içeriğinde yazmayan birçok hastalık gibi salgını da kapsamamıştır. Evde, araçta işyerlerinde yüzde 90 üzeri klimalı ortamlarda yaşamaya alışmış toplumda salgın hastalık çok daha kolay yayılmış, yıkıcı etki göstermiştir. Doğrudan sağlığı tehdit eden ölümcül süreç, en zengin varlıklı toplumlarda dahi, hayatları boyu çalışıp çabalayarak kazandıkları tüm varlıkları ve bütünüyle yaşam şeklini sorgulamaya itmiştir. İnsanlar evlerin pahasına, konfor ve dekorasyonuna harcadıkları emeğin bir anda ne kadar kıymetsiz olduğunu görmüştür. Seyahat etme kavramı veya alışkanlığı yasaklarla tümüyle ortadan kalkmıştır. Herkes açısından bulunduğu yaşam alanın sağlıklı ortamlar olup olmadığı sorgulanmaya yönelmiştir. Ülkemiz birçok açıdan çok daha şanslı konumdadır. Halen dünyanın en kirli sağlıksız ülkeleri arasında yer almaz. Ancak insanımız bilmesi gereken hayati birçok konudan bir haber yaşayıp gitmektedir. Her bir vatandaş, yaşadığı bölgede çevresini şekillendiren kurucu üyelerden biri olduğunun farkında değildir. Örneğin Anayasamız 56. maddesi, "herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkında sahiptir" der. Ve, “Çevre sağlığını korumak, kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşların görevidir” diye devam eder. Aydın ve kültürlü olduğu halde birçoğu Anayasanın bu kişilere yüklediği hak ve ödevden haberi yoktur. 1983 yılında 2872 sayılı Çevre Kanunu yasalarımıza girmiştir. Bundan sonra her yıl çeşitli düzenlemeler ve yasalar ile çevremizin korunması için gereken donanım kanunlarımızda yerini bulmuştur. Sağlıklı yaşam, ekosistemin korunması, sürdürülebilir kalkınma, yeşil enerjiler ve enerji verimliliği, ortak kamusal  alanlar, küresel ısınma tedbirleri, su rezervlerinin korunması, gıda güvenliği, habitatın çeşitliliği ve türlerin devamlılığı, dönüşüm gibi türlü çeşitte konuda dünya ile beraber gerekli tüm yasalar ülkemizde bulunmaktadır. Tek problem insanlarımızın bunlardan bir haber yaşamaya devam etmesi, ve yasaların koruyucu ve savunucu olamamalarıdır. Çünkü diğer tüm toplumlarda da olduğu gibi kanun ve yasanın öncelikli denetim mekanizması halktır. Pandemi ile başkalaşan süreç, hayata ve çevreye bakış açılarını da topyekün değiştirdi. Yeni yılla değişimin iyice belirginleşeceğine, önümüzdeki 2 yıllık dönüşüm ardından, tüm dünyada ve bizde yeni ve sağlıklı bir sistemin şekilleneceğine inanıyorum.