Şiirler biter. Elinde sazıyla Halk Ozanı Bayram Aracı gelir sahneye. Sazının tellerini akort eder yavaş hareketlerle, tezenesini bir-iki tellere değdirir. Çıt çıkmaz koca salonda. Sonra birdenbire sazın sesi kuş olup uçmaya başlar.

Oyalı da yazma başında / Oyaları kaşında / Yeter beklettiklerin / Çeşmelerin başında / Köşelerin başında / Eğmeli yavrum eğmeli / Fistan yere değmeli / Bir yiğidin sevdiği / Dünyaları değmeli

Ben armudu dişledim / Sapını gümüşledim / Sevdiğimin ismini / Mendilime işledim / Eğmeli yavrum eğmeli / Fistan yere değmeli / Bir yiğidin sevdiği / Dünyaları değmeli”

Kimileri türküye eşlik ederken, kimilerinin kaşları çatılmıştır. Dünya güzeli bir türküdür duydukları ama “güzel sesin çıktığı ağız, sesin güzelliğini de belirlemez mi?” diyenler de vardır salonda. Sazın telleri mi sihirlidir yoksa tellere değen parmaklar mı, bilinmez! Salon ikiye ayrılmış gibidir. Eşlik edenler ve dudaklarını ısıranlar! Niye ki?

181A9E0D 985C 48A0 8294 A7C361F6B2Ee

1920 yılının 1 Ocak günü, Ankara Elmadağ'da dünyaya gelen Bayram Aracı, artık toplumun büyük bir bölümü tarafından unutulmuş olsa da; Misket, Hüdayda, Yandım Şeker, Atım Araptır, Ankara Zeybeği gibi geleneksel Ankara türkülerini büyük bir canlılık içinde icra eden en büyük ustalardan biri kabul edilir. Büyük bir ustadır, ustaların ustasıdır hatta: Neşet Ertaş’ın, Nida Tüfekçi’nin daha birçok halk sanatçısınınustası!

Sazımın ismi Sarıkız, telleri dokuz, tezenesi gül dalından”

Neşet Ertaş diyor ki: “Bayram Aracı bağlamada benim en çok etkilendiğim sanatçılardan biridir. Özellikle "Re" perdesinden tutarak çalması beni (çok) etkilemiştir. Sazı çok canlı, ritimli çalardı. Değişik tezene atış şekilleri vardı, çok süslü ve gösterişli çaldığı için hepimiz etkilenirdik onun sazından...”

Ancak Bayram Aracı, Anadolu’nun kır çiçekleri gibi mis gibi kokan halk müziği demetlerini, “ben bulduysam en çok ben koklarım” diye, İstanbul gazinolarındaki vazolara koyması kimi çevrelerce asla hoş görülmez. Onlar doğal halleriyle güzeldir. Koskoca Anadolu’nun sesi, içki kokan gazinolarda heba edilmemelidir çoğuna göre. Gecenin tanığı Kemal Özgür de, bakın Kaynak dergisinde yazdığı yazıyı, isim vermeden ama herkesin anladığı hangi sözlerle bitirir: “Jübile tam anlamıyla iyi olmadı denemez. Ama yine de eksik pek çok şeyler oldu. O gün tamamen Veysel’in eserlerine hasredilmesi lazımdı… Okuyuculardan birkaçının basit bir gazino okuyucusu olması, dolayısıyla yaptıkları jestler havanın güzelliğini zedeledi. Tertip Komitesi buna imkân vermeyebilirdi.”

Muzaffer Sarısözen’in davetiyle Ankara Radyosu’nun ilk yıllarında sesi ve sazıyla bir süre radyo yayınlarına katılan Aracı (1939) daha sonra İstanbul’a giderek gazinolarda sahneye çıkmaya başlar (1948). İlk sahneye çıktığı gazinolar, Kristal ve Nohutlu adlı gazinolardır. O günler gazino, taverna benzeri müzik ve eğlence yerlerinin hızla çoğaldığı günlerdir. Şehre ve şehirlilere özgü bu eğlence yerlerinde, bir anlamda geleneksel “şehir müziği” diyebileceğimiz, bugünkü adıyla Türk Sanat Müziği icra edilmekte ve “yıldızlar”, Safiye Ayla, Müzeyyen Senar, Hamiyet Yüceses başta olmak üzere, Türk Sanat Müziği söyleyenler arasından çıkmaktadır... Bu yerlerde, türküye de türkü söyleyene de küçümser bir gözle bakılmaktadır. Halkın müziği olan türkünün kaba ve ilkel bulunduğu, türkü söyleyenlerinde sanatçıdan çok “zanaatçı” gibi görüldüğü o yıllarda, elinde sazı, dilinde türküleriylegazinoların yanardöner sahnelerinde, bir köy delikanlısı boy göstermeye başlar. Bir de bir lakap takılır Bayram Aracı’ya:“Anadolu Saz Kahramanı”.

Çok genç yaşta ölen Aracı, 49 yıllık ömrüne hiç de azımsanmayacak birçok iş sıkıştırmayı başarmış biridir. Örneğin dönemi içinde çok sevilen onlarca filmin müziğini yaptığı gibi, bazılarında kendisi de beyazperdede oyuncu olarak görülmüştür. Selahattin Pınar, Müzeyyen Senar, Sadri Alışık ve Vahi Öz’ün rol aldığı, 1950 yapımı “İstanbul Geceleri” adlı filmde, Bayram Aracı’nın adı da oyuncu listesinde karşımıza çıkar. Sonra, 1952 yapımı “Yıldızlar Revüsü” adlı sinema filminde; Şemsi Yastıman, Safiye Ayla, Perihan Altındağ Sözeri ve İsmail Dümbüllü gibi tanınmış sanatçıların yanında, Aracı’nın adını, hem oyuncu hem de film müziği kısmında görürüz.

Günahı sevabı yapanların boynuna, Bayram Aracı çalıp söyler, programını bitirip sahneden iner. Şimdi Nedim Otyam’ın şef olarak önünde durduğu koro sahnededir.

Besteci, müzisyen, yönetmen, yapımcı, orkestra şefi, sinemacı ve eğitimci Nedim Otyam! Onu herkes tanımaktadır. O, Ankara Radyosu “Çocuk Korosunun Şefi” Nedim Amca’dır.

Nedim Vasıf Otyam (1919-2008) Türkiye’de yapımı gerçekleştirilen filmlere orkestra müziği desteği veren ilk kişi olarak kayıtlanır sinema tarihimize. Karanlıkta Uyananlar, İsyancılar, Seyyit Han ve Kaçıklık Diploması’nın da bulunduğu 100’den fazla filmin müziğini besteleyen; bu filmlere hazırladığı müziklerle, 3 kez Altın Portakal, 2 kez Ankara Uluslararası Sinema Festivali ve 1 kez de Altın Koza Film Festivali En İyi Müzik ödülüyle onurlandırılmış biridir. Ressam, yazar Fikret Otyam’ın da ağabeyidir.

Gece şen şakrak akıp gitmekte ama vakit de artık gece yarısına uzanmaktadır. Nedim Otyam Korosu Anadolu kokan türkülerle seyirciyi coştursa da, kuliste sıra bekleyen “En Güzel Türkü Söyleyen Kadın Okuyucu” işaretlemesiyle duyurulan Azize Tözemhenüz sahneye çıkmamıştır. Belli ki kısa bir repertuvar sunacaktır.

Bedri Rahmi artık yorulduğunu belli etmeden, uslu bir çocuk gibi kenarda oturan Âşık Veysel’e bakar kulisin içinde. Neler geçmez ki o an aklından…

Eskiden üzümü yer bağını sormazdık. Ama üzümün bu çeşidinden öyle acayip dertlere duçar olduk ki dilimiz yandı… Meğer bize üzüm diye yedirdikleri –yüzünüze güller- kabak çekirdeği değil miymiş? Üzümü yiyip bağını sormadıkça, sanat eserinin yanı başında insanı aramadıkça, daha sittin sene Yunus’un mezarına bir top çiçek, Karacaoğlan’a bir demet gül, Köroğlu’na bir merhaba sunmak hiç birimize nasip olmayacak… Şunu söylemek istiyorum Âşık Veysel: hayal meyalden bıkmış, sahiciye susamışız. Senin şiirini sadece güzel olduğu için değil gerçek olduğu için seviyoruz.” (Bedri Rahmi, ‘Tezek’ kitabındaki “Âşık Veysel’e Selam” adlı yazısı, Bilgi Yayınevi, Aralık 1975, Birinci Baskı, sf. 46-48)

Sonra seyircinin büyük alkışları eşliğinde Azize Tözem çıkar sahneye. Yok yok, o çıkmaz sahneye sanki, ayakları olan bir asalet, dünyalar güzeli bir türkü çıkar sahneye.

Dama bulgur sererler / Çıkma boyun görerler / Saçın ibrişim teli / Sırmayınan örerler

Bulguru kaynatırlar / Sergide kuruturlar / Bizde adet böyledir / Güzeli oynatırlar”

Sonra ardı ardına “İstanbul’dan Ayva da Gelir, Nar Gelir”, “Şu Cide’nin Çeşmesi”, “Be Gemici Gemici” türküleri akıp gider gecenin sonsuzluğuna.

Azize Tözem, 41 yaşındayken ilginç sayılacak bir filmde de oyuncu olarak karşımıza çıkar: “Güzeller Resmi Geçidi” (1960). Jenerikte 15 oyuncu ismi yer alır: Ahmet Tarık Tekçe, Nilüfer Sezer, Türkan Şoray, Rauf Alazan, Nubar Terziyan, Osman Türkoğlu, Faik Coşkun, Yüksel Tanık, Necati İlktaç, Orhan Aykanat, Hasan Danabaşoğlu, Saim Bilge, Canan Erdura, Yaşar İzgi, Feridun Karakaya… ve 13 adet ses sanatçısı; Sevim Tanürek, Ümit Şener, Semra Atalay, Azize Tözem, Nurinisa Tatlıses, Aynur Akın, Şemsi Yastıman, Güler Gürses, Metin Bükey (ve korosu), Kaplan Tarsuslu, Celal Adanalı, Sebilci Hüseyin ve Ali Kocadinç… Filmin öyküsüyse, oldukça basittir. Bir Arap ülkesinde babasından hükümranlığı almayı bekleyen Ahmet, mirasın İstanbul’da yaşayan adı, sanı, adresi bilinmeyen bir kıza bırakılmasına çok bozulup, İstanbul’a gelerek kızı bulup öldürmek niyetindedir. Kızın katılacağını umarak bir yarışma düzenler. Tüm şarkıcı ve türkücüler de sırayla hünerlerini gösterirler, hepsi bu! Bu anlamda filme verilen isim hiç de yanlış değildir.

Artık gecenin sonuna gelinmiştir. Seyircinin coşkun desteği altında Âşık Veysel bir kez daha sahneye çıkar. Bu kez sazının tellerinden, sesinin kuşlarına kadar her şey Mustafa Kemal’e duyduğu özlemle çınlamaktadır. Veysel “Atatürk’e Ağıt” şiirini çalıp söylemeye başlar gece biterken!

Ağlayalım Atatürk'e / Bütün dünya kan ağladı / Başbuğ olmuştu mülke / Geldi ecel can ağladı

Şüphesiz bu dünya fani / Tanrı'nın aslanı hani / İnsi cinsi cem'imahluk / Hepsi birden ağladı

Atatürk'ün eserleri / Söylenecek bundan geri / Bütün dünyanın her yeri / Ah çekti vatan ağladı

Zannetme ağlayan gülmez / Aslan yatağı boş kalmaz / Yalınız gidenler gelmez / Felek-el mevt'in elinden / Her gelen insan ağladı

Uzatma Veysel bu sözü / Dayanmaz herkesin özü / Koruyalım yurdumuzu / Dost değil düşman ağladı”

Görkemli jübile gecesi, tadı damaklarda kalarak bitmiştir bitmesine ama gazetelerde, dergilerde Âşık Veysel’e duyulan saygı yankı yankı çınlamaktadır hâlâ! Örneğin dönemin popüler dergilerinden Resimli Radyo Dünyası bakın nasıl yazar Veysel’in jübilesinden sonra.

Her Mayısta 7 yaşında kaybettiği gözlerinin esrarlı dünyasından, baharın renk mahşerini hakkı ile içine sindiremeyen, tabiatın bu düğün derneğine iyice katılamayan gafil fanilere ihtar eder gibi mırıldanırdı: “Dallar çiçek açar, Veysel dert açar.” Bu bahar öyle olmadı; bu bahar dallardaki çiçeklerle beraber (…) bütün münevverlerin dudaklarında, günlerdir bütün gazetelerin sütunlarında onun mısraları çiçek açtı; o anıldı, sayıldı, alkışlandı. “Dallar çiçek açtı. Bu sefer Veysel de!”

Her milletin edebiyat tarihi (…) diline göre (…) çalgıcı şairlerle, âşık şairlerle başlar. Ve her millette (…) elini kulağına atarak kendini heyecanlandıran mevzua hemen oracıkta kıt’alar dizen saz şairine artık rastlayamazsınız. Hâlbuki Anadolu bugün bile onların kaynağıdır. Yurdun bağrına kulağınızı koymayı biliyorsanız, Maraş’tan Mehmed’in, Adana’dan Yunus’un, Erzurum’dan Şevki Çavuş’un, Kars’tan Sihani’nin (…) Edirne’den Daimi’nin sesini duyacaksınız; bunlar bir çırpıda aklımıza gelenler… Daha niceleri var. Bunların en ünlüsü de Veysel Şatıroğlu; Sivas yaylasının yayla çocuğu… Pir Sultan Abdalların, Serdarilerin, Ruhsatilerin, Müncahilerin, Kurbanilerin torunu…”

Cumhuriyette bir değerlendirme yazısı yayımlayan Baki Süha Edipoğlu ise yazısında bir soru sorar okuyucuya: “Âşık Veysel, adına jübile tertiplenecek derecede büyük bir şair midir?” Bu soruyu sorar ama hemen ardından gelen tümcesinde tarafını belli etmekten de geri durmaz. “ (Bu soruyu) cevaplandırmadan önce, onun şiirlerini sevenlere hemen haber vereyim ki, Veysel bundan iki ay kadar evvel İstanbul’a gelmek üzere köyünden yola çıkarken, şiir dağarcığına yeni yeni parçalar koymayı ihmal etmemiş, buraya geldikten sonra bu nefis hediyeleri yakından tanıyıp sevdiği bir iki dostunun kulağına fısıldamıştır. Bu yazımla birlikte sunacağım, çam sakızı çoban armağanı hediyeleri, Cumhuriyetin aziz okuyucularıyla paylaşacağız”

Ardından Veysel’in ne denli değerli bir sanat adamı olduğuna dair görüşlerini yazar Edipoğlu:

Veysel, yedi yaşına kadar, masum çocuk bakışlarından hatıralar sedefine ne aksettirebilmişse, onları gözleri kapandıktan sonra da kendi ruh imbiğinde yıllar yılı süzegelmiş ve sonra bize kendi unutulmaz gönül acılarıyla bağdaştırdığı bu güzellikleri elemli renkler, buruk tat ve rayihalar halinde sunmuştur. Veysel’in şiirlerinde kederle neşe mütemadiyen birbirlerini kovalar dururlar (…) Zaten bütün büyük sanatçılar, ömürleri boyunca hep keder ve neşe kutupları arasında çalkalanıp durmamışlar mıdır?”

Yazının ilerleyen bölümünde ilk kez yayımlandığı imiyle, Veysel’in bilinmeyen bir şiirini alır yazısına.

Çırpınıp içinde döndüğüm deniz / Dalgalanır, coşar rüzgârından / Mevce gelip cuş eyleyen aşkımız / Ah çektikçe kaynar gelir derinden

Derya coşar, inci saçar kenara / Aşk ehli dayanır ateşe, kora / Bülbüller gül içinde giymişler kara / Seherler uyanır bülbül zarından

Âşıklara gurbet, bülbüle fırkat / Derdimi sorarsan dürülü kat kat / Ey gönül derdinden etme şikâyet / Yüce dağlar gurur duyar karından

Dert ile mihnete dalmayan âşık / Ne yemiş, ne doymuş, eli bulaşık / Kınaman Veysel’i fikri dolaşık / Ayrılmış yârından, yâr diyarından”

Jübile yapılmazdan 5 gün önce, 8 Mayıs 1952 günü, yine Cumhuriyet gazetesinde Bedri Rahmi’nin “Hazırlanan jübilesi vesilesiyle” duyurumu eşliğinde o ünlü yazısı yayımlanmıştır: “Âşık Veysel’e Selam”… Yazıda dikkat çeken bir tümce vardır. “Bizim çeşitli kâğıtlar üstüne basılan şiirlerimiz hâlâ köylerimize kadar ulaşamazken, onun mısralarını köyden bize uçurup getiren kuvvetin adı sazdı. Köy kahvesinin dört duvarı arasında eriyip gitmeye mahkûm olan şiir bir kere sazın sırtına binmeyegörsün, soluğu memleketin öteki ucunda alıyor (…) Veysel’in elindeki dut dalından yapıldığını öğrendiğimiz saz olmasaydı onun şiirini bize kim ulaştıracaktı? Veysel’in şahsında biz üç değerli sanatkârı bir çırpıda selamlıyoruz: Şair Veysel bir, besteleyen Veysel iki, saz çalan Veysel üç.”

F8Aed70A 3A42 4635 Ab53 2D1017Bfc7Ff

Sanat tarihimiz adına eşine az rastlanır bir gece gerçekleşmiş, yıldızlar yere inmiştir sanki! Ama şu ‘yıldızlar’ lafına kimsenin kanmasına gönlüm razı değil. Ne ben, ne de kalemim popülist çizgiyle anlaşacak değiliz. Benim dediğim ‘yıldızlar’; her biri Türk sanatı için tarihe geçen işler yapmış, çalışmaktan asla izin istememiş, daha ne yapabilirim diye düşünmeden bir dakika geçirmemiş Türk sanatının gerçek yıldızlarıdır. Uzun uzadıya anlatmaya çabaladığım Veysel’in İstanbul jübilesi, aslında bir yanıyla da; bu ülkenin sanat tarihinden nasıl alçakgönüllü, nasıl samimi, nasıl yorulmaz, nasıl çalışkan ve değerbilir insanların geçtiğini anlatmak içindi biraz da! Sanata saygı duyulunca nasıl da en karanlık gecenin bile çiçek açacağını göstermek istediğim için!

Dosyamızı Âşık Veysel’in beni her zaman güldüren bir anısıyla bitirelim.

1969 yılında Sivas güzeli, yanında birçok ziyaretçiyle birlikte Veysel’i köyünde ziyarete gelir. Veysel, onca insan topluluğu içinde kulağına bir şey söylemek bahanesiyle kıza yaklaşır ve aniden kızı öper. Orada bulunanlar önce şaşırsalar da sonra kahkahalarla gülmeye başlarlar. Veysel, gayet soğukkanlı bir mimikle, neden güldüklerini sorunca, kızı öptüğünü söylerler. Bunu üzerine Veysel, “Ben öyle bir şey yaptıysam gözüm kör olsun” der.

Ben bu yazıyı yazdım; varsay ki kurbağa dolu bir dereye bir- iki taş attım. “Yapabiliriz, her zaman birbirimizi sevmek için umudumuz olmalı, yeniden başlayabiliriz” dedim. Vallahi de billahi de aktüelin kalemine yapışmış, dört kitabı okusa imana gelmezlerin rahatını bozmak değildi niyetim! Ben öyle bir şey yaptıysam, gözüm kör olsun!

2 Ağustos 2019 (BİTTİ)