Bir gece arkadaşlarıyla iş yerinden çıktıktan sonra, İstanbul’un meşhur Beyoğlu sokaklarında yürürken, meşhur dondurmacıyı görüp orada oturup sohbet etmek istemişti. Zira o zamanın İstanbul’unda II. Meşrutiyet henüz ilan edilmiş, özgürlük havası şehrin tüm sokaklarında yayılmıştı. Böyle bir ortamda yaptığı iş gereği arkadaşlarıyla oturup gündem ile ilgili önemli konuları konuşmak, daha da önemlisi ertesi gün gazetede yazacağı yazının konusunun temelini atmak gibisi var mıydı?

Beyoğlu sokakları o dönemin kültür merkezi olarak görülmekteydi. Kim bilir? Kaç yazar, kaç düşünür önemli görevlerde bulunmuş kaç devlet adamı aynı sokaklardan geçmişti.

Kim bilir hangi önemli karar köşe başında bulunan küçük iskemlelerin üzerinde oturularak verilmişti. Cadde ve sokaklara isimlerini veren hangi önemli kişi burada hangi faaliyetlerde bulunmak için bulunmuştu. Osmanlı Devleti’nin başkenti olan bu kentin bu tarihi dokusu yüksek semti hangi tarihi olaylara şahitlik etmişti.

Beraberinde olan meslektaşlarıyla bu konuları sıcak bir çay eşliğinde konuşmanın tadını sanırım anlamak zor değildir.  Hele gazeteden çıktıktan sonra Taksim Meydanı’nın kalabalık ortamından yürüyerek geçmek sanırım bugün bile hepimizin yürümek isteyeceği bir alandır.

Fakat o dönemi düşündüğümüzde tüm bu zevklerin yanında olumsuz birtakım gelişmelerinde farkındaydı. Çünkü ordu yönetime el koymuştu. Başta bulunan kişiler asker kökenli kimselerden oluştukları için devlet mekanizmasının işleyişi hakkında pek bir bilgi sahibi değillerdi. 

Bu bilgisizlikleri kısa sürede kendilerine muhalif kesimi oluşturmuştu. Sözünü ettiğimiz muhalif kesim arasında kendisi de vardı. Eleştiri yazıları yazarken dili bazen çok sivri kullanırdı. Kullandığı bu dil kimilerinin hoşuna gidiyorsa da ilerde belki de olumsuz sonuçlar doğuracaktı. Yazdığı yazılar, fikir hürriyetinin henüz oluştuğu bu ortamda başına neler getirecekti acaba?