Hayat yolculuğunda tanıştığımız öyle sözcükler vardır ki, her biri yüreğimize farklı dokunarak yürür bizimle birlikte. Kimi hava kimi su gibi bu yolun olmazsa olmazı, kimi de yolcunun insan olarak ayakta kalabilmesinin önemli bir parçası. Bu anlamda, çevremizi saran kavramlar içinden bize sunulan en önemli armağanın “adalet “ adı verilmiş bir mücevher olduğu bir gerçek. Adalet. Bu öyle göz kamaştıran bir mücevherdir ki, herkes ona dokunmak, onun parlak ışığı ile yolunu görmek ve elbette onun güvencesi kapsamında mutlu yaşamayı talep eder. Buraya dek tamam tamam olmasına lakin ah efendim ah! Her şey arz edilmeye çalışılan masalsı cümleler içinde kalsa yolculuğumuza keyifle devam edelim ama heyhat! Hepimize ait olduğunu hissetmeyi yeterli bulmak yerine ona muhakkak sahip olmak düşüncesinde olanlar yüzünden ortada ne doğru düzgün insan ilişkisi kalıyor ne de üç kuruşluk huzur. Bilinen pek çok tanımına rağmen aslında “ sağduyu” demek olan hukuk, işbu sahiplenme meselesi yüzünden yaşantımızda adeta bir başöğretmen konumunda yer alan adaletle bir türlü uyumlu yürüyemediğinden ötürü de, zaten bir sefer geldiğimiz ve aslında herkese yetecek olan güzelim dünya hepimize zehir olup gitmekte. Peki bunların futbolla ilgisi ne mi? Olmaz mı efendim. “Futbolun adaleti yoktur” sözünü bilmeyen bir futbolsever olur mu? Bizler üzerinize afiyet, iflah olmaz hastaları olarak, futbolun adaletinin olmadığını pekala bilmemize rağmen nedense kaybedilen her maç sonu “adalet adalet” diye tepinmeyi matah bir şey zannederiz. Yeri gelmişken muhterem okuyucularımız arasından “şu futbolun olmayan adaleti neymiş?” sorusunu yöneltenlerin meraklarını kısaca veyine futbola ait “atamayana atarlar kardeşim “ isimli veciz bir özdeyişle yanıtlayarak gidermiş olalım. Sen kalk elli tane gol kaçır, sonra biri sana gol atıp maçı kazanınca başla bakalım saymaya pöstekiyi, acaba şu kaybettiğim puanı hangi yol ile geri alabilirim diye. Tüm bunlara, maçla ilgili acilen garip hikayeler yazıp insanların kafalarını bulandırma çabası eklenince, mevzunun giderek futbolun dışına taşması kaçınılmaz oluyor. Bu noktadan sonra kimse maçı, artık yaşanmış bitmiş doksan dakikada bırakmadığı gibi, neredeyse hayat memat meselesi haline getirmekten çekinmiyor. Aslında ülkece, psikolog ve sosyologların asli konuk olarak tam kadro katılacağı ve psikiyatri uzmanlarının da bilirkişi sıfatıyla yer alacağı geniş katılımlı bir sempozyuma şiddetle ihtiyacımız var. Çünkü normal şartlarda normal insanlar için sadece ve sadece bir eğlence olan futbol bizim için bir tür var olup olmama meselesi haline dönüşmüş durumda. Adalet arayışımızı o hale getirdik ki, yabancılara“biz adil değiliz, gelin bize adalet dağıtın” diyen bir mantığı alkışlar hale gelmiş durumdayız. Bu arada merakımı mucip oldu, kusura bakmayınız ama acaba futbolumuzda manda rejimi ilan edildi de bizim mi haberimiz yok? Şimdi bana lütfen “dünyanın her yerinde yabancı hakem uygulaması var” muhabbetini yapmayınız efendim. Ben bu kadar yıldır futbolla yatar kalkarım, Dünya Kupası ve UEFA’nın düzenlediği lig ve uluslararası turnuvalar dışında Brezilya’dan Almanya’ya, Fransa’dan İngiltere’ye İspanya’ ya İtalya’ya dek tek bir ülkede yabancı hakem uygulaması görmedim. Neden olsun ki zaten. Bana elle tutulur bir gerekçe söyleyin de kabul edeyim. Düşünün ki İspanya kupası finali oynanıyor. Finale kalan Barcelona başkanı diyor ki:”Bu hakemlerle ligin bitmeyeceği ortada, alayı satılmış bunların, hepsi kralın uşağı, yabancı hakem gelsin .” Eh herhalde rakip Real Madrid geri mi kalacak bu muhabbetten : “ Biz zaten şüphelenmekten asla vaz geçmedik, araştırdık, hakemlerin çoğunun babalarının eniştelerinin teyze çocukları Katalanmış, yabancı hakem gelsin.”
Ya da futbolun beşiğinden bir başka örnek size. Arsenal başkanı çıkmış diyor ki: “Şampiyonluktaki tek rakibimiz Chelsea başkanı geleni geçeni satın alabilecek biri, hakem kimsenin bilmediği bir ülkeden gizlice gelsin, hepimiz sahaya çıktığımızda öğrenelim kim olduğunu .”
Chelsea Başkanı cevap vermeden duracak mı? “Bizim asil tarihimiz size yeter, gelsin bakalım yabancısı yerlisi, siz yıldızınız kadar konuşun” . Öf sıkıldım artık bu saçmalıktan efendim. Şakasını bile yapacak güç kalmadı inanın. Hâlbuki ben adaleti başka tanımıştım. Fransız düşünür Jean Jacques Rousseau ve İngiliz düşünür John Locke bundan yüzyıllar önce sosyal sözleşme teorisini ortaya atıp, insanların devletle yaptıkları sözleşme ile kendilerini yönetme konusunda bazı haklarını devrederek karşılığında güven ve adaleti alacaklarını söylediklerinde adaletin bir toplum için ne denli önemli olduğu ortaya çıkmıştı. Şimdi bana diyebilirsiniz ki, adalet ondan önce de vardı ama “ilahi adalet” şeklinde adlandırabileceğimiz o çeşidi zaten hep var ve her türlü tartışmanın dışında. Ona karşı herhangi bir düdük çalarak zafer elde etmek hiç mümkün değil. Bizi ilgilendiren o ki, biz faniler sahadaki maçtan keyif almak istiyorsak eğer, önce vicdanımızdan başlayacağız adaleti aramaya. Bu noktada olası bir yargılama için ihtiyacımız olan ilk şey “önyargı”dan kurtulmak olacak çünkü önyargı dediğimizdimağımızın bütün pencerelerini sıkı sıkıya kapattığı sürece yüreğimizin devreye girmesi asla mümkün değil. Yürek demişken, zaten futbolda adam gibi sahaya çıkmaya yüreği yetmeyenlerin ikide bir de “adalet” sözcüğü mü, kavramı mı her ne ise, onun arkasından iş çevirmelerini boş verin siz. Adalet, bir gün herkese lazım olduğu vakit, herkesle bir şekilde hesaplaşacaktır nasılsa.