Son aylarda muhalefet dozunu iyice artıran İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in söylemlerinde ekonomi vurgusunu dikkat çekici oranda yükseliyor. Siyasetin laf cambazlığına kaçmadan; sokaktaki,...

Son aylarda muhalefet dozunu iyice artıran İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in söylemlerinde ekonomi vurgusunu dikkat çekici oranda yükseliyor. Siyasetin laf cambazlığına kaçmadan; sokaktaki, çarşıdaki, pazardaki ekonominin durumunu göz önüne sermesi, vatandaş nezninde oldukça etkili oluyor. Çünkü AKP iktidarı, mutfaktaki yangını inatla görmüyor ya da görmek istemiyor. İYİ Parti’nin ekonomiye ilişkin somut ve anlaşılabilir önerilerinin arkasındaki beyinlerden biri, Kalkınma Politikaları Başkanı Prof. Dr. Ümit Özlale. Başarılı bir akademik kariyerin ardından siyasete merhaba diyen Özlale, önceki haftaki köşe haberimize konu olan TRT canlı yayınının dudak uçuklatan maliyetini hesaplamış.

// KUR NE KADAR YÜKSELDİ?

Cumhurbaşkanının son üç yılda ekonomi ile ilgili yaptığı açıklamalar sonrasında dolar kurunun artış seviyesini inceleyen Özlale, “Son üç senede ekonomiyle ilgili her televizyon programından sonra Türk Lirası dolar karşısında ortalama 25 kuruş değer kaybetmiş. Her konuşma Türkiye’nin dış borcunu yaklaşık 112 milyar TL arttırdı.” diyor. Bir başka deyişle, Sayın Cumhurbaşkanı’nın ekonomi programlarının dış borç maliyeti kişi başı bin 350 TL. Prof. Dr. Ümit Özlale, Haziran ayı sonunda sorunlu kredilerin ihtiyatlı bir yaklaşımla bile 650 milyar TL’ye ulaşacağını bilgisini veriyor. Sorunlu krediler nedeniyle bankaların ayırmaları gereken zarar karşılığının da artacağını hatırlatan Özlale, bu durumun banka kârlarını azaltacağını ve kredi vererek büyümeyi finanse etme imkânını ortadan kaldıracağını vurguluyor. Bir başka problem ise bankacılık sektöründeki tahsili gecikmiş alacaklarda yaşanıyor.

// “TEMMUZ’DA GÜZEL OLACAK MI?”

2017 sonunda 64 milyar TL olan bu alacaklar, 160 milyar TL’ye yükselmiş durumda. Ancak asıl önemli risk, geçen yıl yaşadığımız ve hiçbir işe yaramayan kredi genişlemesinde… Teknik adı “Aktif Rasyosu” olan, vatandaşın anlayacağı dilden söyleyecek olursak “bankaları sopalayarak kredi vermeye zorlama” şeklinde özetlenen dönemde, 920 milyar TL’lik kredi genişlemesi yaşandı. Prof. Dr. Ümit Özlale, bu kredilerin sorunlu kredilere yansımasının sürekli ötelendiğine dikkat çekiyor. Hali pür melâlimiz böyle iken, Sayın İçişleri Bakanımız Süleyman Soylu’nun sözleri kulaklarımızda çınlamayı sürdürüyor. Haziran başında gerçekleştirdiği Afyonkarahisar ziyaretinde, “Göreceksiniz, Temmuz ayından itibaren benim ülkemin ekonomisi öyle bir atağa kalkacak ki öyle bir sıçrayacak ki öyle bir büyüyecek ki etrafımızdaki Almanya’sı da Fransa’sı da İngiltere’si de İtalya’sı da hele o her şeye burnunu sokan Amerika’sı da çatlayacak, patlayacak. Hazır mıyız buna, inşallah” demişti Süleyman Soylu… Şunun şurasında Temmuz ayına birkaç gün kaldı. Biz hazırız. Türk ekonomisi ve Türk halkı da gerçeklerle yüzleşmeye inşallah hazırdır. Sayın Bakanın isabet kabiliyetini hep birlikte göreceğiz…  ++++++++++++++++ “SAYIN AKSÜYEK, NİYE  ADNAN MENDERES  DÜŞMANLIĞI YAPIYORSUNUZ?” Geçen haftaki köşe haberimizde yer alan “Muhalefete Oy Verene Ceza Uygulaması, Adnan Menderes ile başlamıştı” başlıklı yazıma olumlu ve olumsuz eleştiriler aldım. Olumsuz eleştiriler arasında bazı sevgili okurlarımın, “Sayın Aksüyek neden Adnan Menderes düşmanlığı yapıyorsunuz?” cümlesi ile özetlenen yanlış anlamalarına da tanık oldum. Bu okurlarımın Adnan Menderes’in ilginç –ve bence filmlere konu olması gereken- yaşam öyküsü hakkında hemen hiç bilgi sahibi olmadıkları anlaşılıyor. Geçtim Adnan Menderes’i, yaş ortalaması 30 olan ülkemizde, bu ortalamanın altındaki vatandaşların Tayyip Erdoğan’dan önceki siyasi liderleri tanımadığını söylemek mümkün. Eh okumayı da pek sevmeyen milletimizin yüzde 70’inin, Menderes döneminde zaten hayatta olmadığını hatırlatmamız gerekiyor.

// NE DEMİŞTİM?

Geçen haftaki yazımda, “Bizim muhafazakâr vatandaşların dilden düşürmediği, buna karşılık hayat tarzında muhafazakârlığın m’si bile olmayan Başbakan Adnan Menderes” demiş, “Dünyanın en çapkın Başbakanı unvanını açık ara kimselere kaptırmayan Adnan Menderes’ten bir ‘Muhafazakâr siyasal İslamcı’ politikacı tiplemesi çıkmaz” diye de eklemiştim. Geçen aylarda yazdığım bir başka yazıda, Türkiye’nin en fazla cami yıkan Başbakanının Adnan Menderes olduğunu, “bulvar açma” bahanesi ile yıkılan onlarca cami ve mescitler arasında Mimar Sinan’ın eserleri de olduğunu hatırlatmıştım. (Ege Telgraf 15,2,2021) Kıymetli okurlarıma, Adnan Menderes ve Demokrat Parti iktidar dönemini (1950-1960) irdeleyen pek çok kaynak kitabı ve hatıratı okuduğumu ifade etmek isterim. İlk kez on beş yıl kadar önce okuduğum Şevket Süreyya Aydemir’in  “Menderes’in Dramı”nı pandemide yeniden okumaktan büyük keyif aldım. Bazı kitaplar, yaşanmışlıkların ardından tekrar okununca farklı anlamlar kazanabiliyor. Bu sütunlarda pek çok kez ifade ettiğim bir gerçeği galiba yinelemem gerekiyor: An itibarıyla herhangi bir siyasi partiye üyeliğim de sempatim de bulunmuyor. Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü dışında bu ülkede hüküm süren tüm siyasetçilerin, başarı çıtasının altında kaldığını düşünüyorum.

// ELEŞTİRMEYECEK MİYİZ?

Bu isimlere rahmetli Menderes de dâhil… Dünya görüşüm, bir siyasetçinin özel hayatı ve siyasi yaşamının birbiri ile uyumlu olması gerektiğini söyler bana. Dolayısıyla… Kendisine değer veren bir eşi ve üç çocuğu olan siyasetçinin; sadece ailesine değil tüm ülkeye nispet edercesine çapkınlıklar yapmasını eleştirmeyeceğiz de neyi eleştireceğiz? Ünlü Türk bestecisi Hasan Ferit Alnar’ın eşi opera sanatçısı Ayhan Aydan, İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Ferit Avni Sözen’in eşi Suzan Sözen Menderes’in “bilinen” aşklarından sadece ikisiydi. Hem de tüm Türkiye tarafından bilinen! Bu noktada bir hak teslimini kayda geçirmekte yarar var: 27 Mayıs darbesi sonrasında Yassıada yargılamalarında Menderes’in aşkları dava konusu olmuş ve o vakitler 26 yaşında olan Ayhan Aydan aşkının arkasında dimdik durmuştu. Hatta mahkeme başkanına, “Adnan beyi çok sevdim ve ondan bir çocuk sahibi olmayı çok istedim” diyerek Menderes’ten çok daha mert bir kadın olduğunu dünya âleme göstermişti.

// MUHAFAZAKÂRLARIN ÇELİŞKİSİ

Çünkü Menderes, Ayhan Aydan’ın kendisinden hamile kaldığını öğrenince bebeğin dünyaya gelmesini istememiş, yakın arkadaşı olan Doktor Fahri Atabey’e rica ederek Ayhan hanımı kürtaj olmaya zorlamış ve başarmıştı. Menderes, Ayhan hanım ile ilişkisini de hep inkâr etmişti. Konuyu uzatmayalım… Adnan Menderes’in aşklarını daha yakından öğrenmek isteyenler için ünlü yazarımız Yılmaz Karakoyunlu’nun “Yorgun Mayıs Kısrakları” kitabını öneririm. Ne Menderes’e ne de Türk siyasetinde iz bırakmış bir siyasetçiye özel bir düşmanlığım var. Bizim muhafazakâr vatandaşlar, eşine ve ailesine son nefesine kadar sadık kalan İsmet Paşa’yı yerin dibine sokarlar. Buna karşılık “bilinen ve bilinmeyen” pek çok evlilik dışı ilişkisi olan rahmetli Menderes’i yere göğe sığdırmazlar. Burada anlaşılmaz bir çelişki yok mu sizce? Soru çengeli havada asılı kalsın istemedim sadece. Mesele anlaşıldı sanırım… +++++++++++++++ BÜYÜKŞEHİR’İ ÖLDÜRELİM  AMA HAKKINI VERELİM… Marmara denizini adeta çöle çeviren müsilaj belası ile baş etmek için akla karayı seçiyoruz. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bulduğu çözüm, deniz yüzeyindeki salyayı hortumla çekmek oluyor. Her gün “Şu kadar bin metreküp müsilaj aldık” diye övünmek işe yarayacak mı göreceğiz. Konunun teknik tarafında yer alan uzmanlar arasında, yapılan işlemi gülünç olarak niteleyenler var. Çevresine kümelenen yedi kentin evsel ve endüstriyel atıklarının boca edildiği Marmara adeta can çekişiyor. Bu noktada çözümün, deniz yüzeyinden salya sıyırmaktan çok daha akılcı olması gerekiyor. İstanbul dâhil pek çok belediyenin ve Marmara’daki sanayi kuruluşlarının ileri biyolojik arıtma tesisleri kurmaları şart. Bu noktada sihirli sözcüğün “ileri” olduğunu anımsatalım. Basit ve düşük teknolojili tesislerle yapılan arıtma işlemleri, çevreye zarar vermeye devam ediyor. Yüksek enerji giderleri bahane edilerek, yarım yamalak arıtma yapan bu tesislerin bile çalıştırılmadığı anlaşılıyor. Adeta “zehir nehri”ne dönen Ergene’den, her yıl Marmara’ya akan tehlikeli atık miktarı bu iddianın doğruluğunu kanıtlıyor.

// İZMİR AÇIK ARA LİDER

İleri biyolojik arıtmalarda ise evsel ve endüstriyel atıklar pek çok işlemden geçirilerek, sulama suyuna yakın bir temizliğe kavuştuktan sonra denizlere deşarj ediliyor. İzmir bu konuda Türkiye’nin açık ara lideri... Önceki Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu döneminde hızlandırılan arıtma tesisi yatırımlarının taşıdığı yaşamsal önem, müsilaj belasını görünce daha iyi anlaşılıyor. Bu tesislerin İZSU’ya çok yüksek bir maliyeti var, bu doğru. Ancak kentin geleceği için ve denizlerimizin temiz kalması adına bu maliyete katlanıyoruz. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, yapımı süren ve planlananlarla birlikte kentteki atık su arıtma tesislerinin sayısını 2024 yılı sonuna kadar 68’den 93’e çıkaracaklarını söylüyor. Bugün için faal durumda olan 68 arıtma tesisinin 23’ü ileri biyolojik arıtma yapabiliyor. İzmir’in atık sularının %97’si, ileri biyolojik yöntemle arıtılırken bu yüzdeye Türkiye’deki diğer 80 kentin hiçbiri yaklaşamıyor.

// İBB’NİN HAKKINI VERELİM

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin kurduğu ve işlettiği arıtma tesisleri sayesinde İzmir Körfezi’ndeki yaşam da günden güne zenginleşiyor. Çiğli Atıksu Arıtma Tesisi’nden çıkan arıtılmış suların İzmir Körfezi’yle buluştuğu nokta binlerce flamingoya ev sahipliği yapıyor. Arıtmadan çıkan temiz suyla birlikte su altında da birçok yeni canlı türü yaşam olanağı buluyor. Temiz suları seven Akdeniz'e özgü deniztavşanı, tüplü boru kurdu, endemik taş mercanları, horozbina balığı gibi birçok canlı körfeze geri dönüyor. Ezcümle… Yiğidi öldürelim ama hakkını teslim edelim. İzmir Büyükşehir Belediyesi yaklaşan tehlikeyi görerek yıllar öncesinden başlattığı yatırımlar,  kentin geleceğine damga vuruyor. Bu özelliği ile İzmirliler’den güçlü bir alkışı hak ediyor. +++++++++++++++ TÜRK EKONOMİSİNİ  KİLİTLEYEN CİN FİKİRLİYİ HÂLÂ BULAMADIK MI?  Öylesine garip bir ülkede yaşıyoruz ki… Gelişmiş bir demokraside yaşansa, insanların aklını oynatacağı olaylar; maşallah bizim ahalimizde sinek ısırığı kadar tepki uyandırmıyor. Hâl böyle olunca, saçmalamakta sınır tanımayanlar, bildiklerini okumaya devam ediyorlar. Kısa bir fikrî takip yapalım mı? Türk iş dünyası Nisan ayı sonunda akıl almaz bir olay yaşamıştı. Hayatında futbol oynamaktan başka mahareti olmayan AKP İzmir Milletvekili Alpay Özalan’ın da aralarında olduğu 10 milletvekilinin imzasıyla, bankalardaki tüm çek ödemeleri 1 Mayıs-1 Haziran tarihleri arasında askıya alınmıştı. Hayatında bir kez olsun fatura kesmemiş, vergi ve sigorta ödememiş, ticari hayatta çekin anlamından bihaber birileri; ticaret hayatının kalbine bıçağı saplayınca ortalık yangın yerine dönmüştü. Devlet; vatandaşın vatandaşa, şirketlerin şirketlere olan borcunu ertelemeye kalkışınca, 1 Trilyon TL büyüklüğündeki ödemeler sistemi bir anda felç geçirmiş, bankalar adeta kilitlenmişti. Başta TOBB olmak üzere iş dünyası temsilcilerinden “lütfen” gelen tepkiler üzerine, yapılan akıl almaz işin farkına varıldı.

// KANUNA KARŞI TEBLİĞ

Nasılsa hukuk ayaklar altına alınmıştı… Kanun çıkarılarak yapılan büyük hata, alelacele yayınlanan bir tebliğ ile aşılmaya çalışılmıştı. Aslına bakarsanız işin ciddiyetsizliği, düzenlemenin Meclis'te verilen bir önergeye eklenmiş olmasından kaynaklanıyordu. Önergeye imza koyan milletvekilleri okumadan imzayı basıyorlar ve nasıl bir skandala imza attıklarını bilmiyorlardı. “Yap” denmişti, yapmışlardı. Ellerine bir çek aldıkları bile şüpheli idi. Yapılan işten kasıt, “Türk ekonomisini kilitleyelim, bankacılık sistemini felç edelim, biraz eğlenelim, keyfimize bakalım.” olmayacağına göre… Her zaman olduğu gibi unutulup giden bu saçmalık, hangi cin fikirlinin işiydi? Askıda kalan soru çengeli iki aya yakın süredir cevap bekliyor? Sahi, kimdi bu cin fikirli?  +++++++++++++++ HAFTANIN SÖZÜ Vücudun senden izin almadan yaşlanır. Ruhun ise sen izin vermedikçe yaşlanmaz… Kızılderili Atasözü