Dün tarih yaprakları 3 Mart 2024’ü gösteriyordu.

Türkiye için fazlasıyla sıradan bir gündü.

Yaklaşan seçimlerin etkisi ile davul tozu minare gölgesi tadındaki siyasi itiş kakışlarla bezenmiş, öylesi bir gündü.

Oysa öyle olmamalıydı.

3 Mart 1924, henüz bir yaşını bile doldurmamış genç Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi önemde üç devrimi hayata geçirdiği gündü.

Pekâlâ ne yaşanmıştı 3 Mart 1924’te?

Cumhuriyet ilân edileli henüz 4 ay olmuştu.

Ve o genç Cumhuriyeti yönetenler,  Osmanlı’yı tarihin karanlıklarına iten yanlışlardan çok önemli dersler çıkarmışlardı. Emperyalizme karşı bağımsızlık savaşını zafer ile sonuçlandıran Türkiye Büyük Millet Meclisi, 3 Mart 1924 tarihinde halifelik makamını kaldırdı, Tevhid-i Tedrisat (Eğitimin Birliği) Kanunu’nu kabul etti, Şeriye ve Evkaf Bakanlığı’nı lağvederek modern hukuku önünü açtı ve aynı gün Diyanet İşleri Başkanlığı kuruldu.

DİN KOMİSYONCULARINA SON

Allah ile aramızda komisyonculuk görevi üstlenen, “Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi olduğuna” inanılan halife, tarihin karanlıklarına gömülüyordu.

Avuçlarımızla Allah’ın arasına artık kimse girmeyecekti…

Türkiye’nin dört bir tarafında faaliyet gösteren azınlık okulları, mahalle mektepleri, tekkeler, zaviyeler ve medreseler kaldırıldı. Dinsel hurafelere dayalı eğitim sistemi yerine, akıl ve bilim kurallarına dayanan eğitimin önü açıldı.

100 yıl öncesinde akıl bile erdirilemeyen bu devrimin etkileri, bugün bile canlılığını koruyor.

Bu devrime neden ihtiyaç duyulduğunu merak eden okurlarımı tam 105 yıl öncesine götürmek istiyorum.

Tarih 9 Mart 1919…

Osmanlı’nın 1. Dünya Savaşı sonrasında yenilip Mondros Mütarekesi’ni imzalamasının ardından işgal güçleri planlarını çoktan uygulamaya koymuşlardı. Büyük bir umutsuzluk ve moral çöküntüsü içindeki halk çaresizdi. Son padişah Vahdettin’in kafasında ise İngilizlere sığınmak dışında bir seçenek yoktu. 4 Mart 1919’da göreve getirdiği Sadrazam Damat Ferit’in ilk icraatı, 9 Mart 1919 günü İngiltere Yüksek Komiser Vekili Richard Webb’e yaptığı ziyaret olmuştu.

ÖNCE ALLAH SONRA İNGİLTERE

Ferit, İngiliz komisere “Ben ve padişahımız ümidimizi önce Allah’a sonra İngiltere’ye bağladık” diyordu. Aynı Damat Ferit, 21 gün sonra, 30 Mart 1919’da bu kez İngiltere Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe’u ziyaret edecek, padişahla birlikte İngiltere mandasını istediği projeyi sunacak ve şu konuşmayı yapmakta zerre kadar utanmayacaktı:

“Padişahımız Vahdettin’in takip ettiği gaye, Osmanlı Hükümeti’ni İngiltere Devleti’ne mutlak bir teslimiyetle bağlamaktır.”

Şimdi galiba daha iyi anlaşılıyor 3 Mart’ın önemi…

Bu kafalar bir daha Türk devletinin başına musallat olmasın, bunları yetiştiren okullar aklın ve bilimin rehberliğini kabul etsin, genç Türkiye Cumhuriyeti emperyalist ülkelerinin eteklerinin altına sığınmasın, uluslar ailesinin şerefli bir üyesi olsun diye yapıldı devrimler…

CUMHURİYET KADAR ÖNEMLİ

Bana göre en az Cumhuriyetin ilanı kadar önemli bir tarihtir 3 Mart 1924.

Yeni Türk devletinin inşa edilmesi sürecinde Halifelik ve Saltanat makamları lağvedilirken, son Halife Abdülmecid ve hanedan üyeleri yurt dışına çıkarılmıştı.

Aynı gün medreseleri kapatan Öğretim Birliği (Tevhid-i Tedrisat) Kanunu’nun kabul edilmesi, Şeriye ve Evkâf Vekaleti’nin lağvedilerek Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kurulması, din ve vakıf işlerinin tek elden yönetilmesini, siyaset kurumu ile bağlarının koparılmasını sağlamıştı.

Yüce dinimiz artık vicdanlarda olacak, simsarların elinde ticari meta haline dönüşmeyecekti.

29 Ekim 1923’de ilan edilen Cumhuriyet ile egemenlik zaten doğrudan millete geçmişti.

Alınan bu kararlar malumun ilanından ibaretti. 

Yani kısaca, bu topraklarda “milletin sırtından saltanat sürme” sevdasının sona erdiği günün 100’üncü yıldönümüydü dün…

Maaş verdiği adamların Mustafa Kemal Atatürk’e cami minberlerinden lanet okumasına ses çıkarmayan Diyanet İşleri Başkanlığı, kuruluşunun 100’üncü doğum gününden hiç bahsetmedi.

Kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk’ü ise hiç anmadı.

2024 TÜRKİYESİ’NDE HEPİMİZ İÇİN ON PUANLIK SINAV SORUSU: KUL MU OLACAĞIZ YURTTAŞ MI?

2024 Türkiyesi’nde hâlâ “şehzade” unvanını kullanmakta beis görmeyen, işin daha matrak tarafı, kamu görevlileri tarafından bu unvanla kabul edilen arkadaşlar, milletin, kendilerini Osmanlı’nın devamı gibi gösteren safsatalara da inanmasını istiyor.

Ve 2024 Türkiyesi’nde hâlâ halifelik makamının yeniden tesis edilmesini isteyen, “bu makama ihtiyaç duyulduğu” gibi bir başka safsatayı diline dolayan azımsanmayacak sayıda insan var.

Bakınız…

Bazı kesimlerce tepkiyle karşılansa da, Mustafa Kemal, halifeliğin Türkiye Cumhuriyeti’nde yeri olmayan bir kurum olduğunu şöyle ifade ediyordu:

“Bütün cihan kesin olarak bilmelidir ki, halife ve halifelik makamının, hakikatte ne dinen ne de siyaseten hiçbir mana ve mecburiyet sebebi yoktur. Hilafet makamı, bizce en nihayet tarihi bir hatıra olmaktan fazla bir öneme haiz olamaz.”

KUL MU OLACAĞIZ, YURTTAŞ MI?

Her cümlesine “milli irade”, “milli iradeye saygı duyulmalı” sözleriyle başlayanların Osmanlı sevdasına tutulmaları, akla ziyan bir çelişkiyi resmediyor.

Ne halifelik ne de saltanat makamı, bugün özlenecek, hayırla yâd edilecek makamlar olamaz.

Hem bugünün dünyasında kök salan çağdaş demokrasi anlayışını sahipleneceğiz hem de halkını “kul” ve “tebaa” olarak gören padişahların özlemini duyacağız.

Saçmalamanın da bir sınırı olmalı.

3 Mart’ın önemini okurlarıma hatırlatırken, kimi aklıevvellerin “diktatör” olarak suçladıkları Mustafa Kemal Atatürk’ün “milli irade”den ne anladığına dikkatinizi çekmek isterim:

“Millet önünde, onun bağımsızlığının temini önünde onun liyakat, ilerleme ve yenileşmesi önünde her kuvvet, ancak milletin irade ve emeline uymayanların talihi acıdır, yok olmaktır.

Arkadaşlar!

Türkiye Devleti'nde ve Türkiye Devleti'ni kuran Türkiye Halkı'nda tacidar yoktur, diktatör yoktur! Tacidar yoktur ve olmayacaktır. Çünkü olamaz. Bütün cihan bilmelidir ki artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur, hiçbir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır. O da milli egemenliktir. Yalnız bir makam vardır. O da milletin kalbi, vicdanı ve mevcudiyetidir. Egemenliğine doğrudan doğruya sahip olmanın kıymetini pek iyi anlayan ve pek iyi bilen millet, bu mukaddes egemenliğine karşı baş gösterecek her tehlikeyi kahredecektir. ( 1923 )”

Meselenin özeti bu…

JAK BAŞKAN’A TEŞEKKÜR VE DESTEK…

Ege İhracatçı Birlikleri Koordinatör Başkanı Jak Eskinazi, uzun yıllardır tanıdığım, İzmir iş dünyasının saygın yüzleri arasında yer alıyor.

Ege Bölgesi Sanayi Odası’nda, İzmir Ticaret Odası’nda, Türkiye İhracatçılar Meclisi’nde, Ege İhracatçı Birlikleri’nde görevler alan 70 yaşındaki Eskinazi; Roteks, Pergamon Statüs, Spot Tekstil, Golden Halıcılık gibi İSO 500 listesine girme başarısı gösteren çok sayıda şirketi kuran, büyüten ve bugünlere getiren; binlerce insana istihdam sağlayan bir iş insanı.

Bu girizgâhı yapmamın sebebi, Jak beye övgü cümleleri sıralamak değil kuşkusuz.

ESKİNAZİ’NİN HAKLI ELEŞTİRİSİ

Eskinazi, geçen hafta İzmir Ticaret Odası Meclisi’nde çok önemli bir konuşma yaptı.

Türkiye’nin yapay zekânın sağlayacağı avantajlarla e-ticarette de büyüyebileceğini vurgulayan Jak bey; yapay zekâ, dijitalleşme, e-ticaret özelinde eğitim verecek meslek liselerinin hızla eğitim sistemine kazandırılması gerektiğine dikkat çekti.

Ve şu önemli öneriyi getirdi:

“Milli Eğitim Bakanlığımızın protokol imzalayacağı iş birliği kuruluşları tarikatlar ve cemaatler yerine, yapay zekâ, dijitalleşme ve e-ticaret konusunda yetkinliği olan STK’lar olmalıdır.  Her geçen gün hızlanan veri üretimi, doğru analiz edilip aksiyon alındığında hem rakiplerimizden daha hızlı olacağız hem de verimliliğimiz artacak. Yapay zekâdan hız ve verimlilik noktasında da yararlanabiliriz.”

Benim de altına imzamı attığım bu önemli tespitlere AKP’nin en genç milletvekillerinden Eyyüp Kadir İnan’dan tepki gelmekte gecikmedi. 30 yaşındaki İzmir Milletvekili İnan, handiyse dedesi yaşındaki bir iş insanına hakaret sınırlarını çok gerilerde bırakan cümleleri kurmakta tereddüt etmedi.

GENÇ SİYASET USTASI (!)

Genç yaşında siyaset ustası (!) olduğunu kanıtlarcasına, konuyu ustalıkla özünden saptırarak Eskinazi’nin açıklamalarını 28 Şubat ile bağdaştırdı.

Yetinmedi.

Jak beyin İsrail’in İzmir Fahri Konsolosu olmasına ve mensubu olduğu Yahudiliğe atıfta bulunarak, konuyu Gazze’de yaşanan katliamlar eksenine çekiştirmeye çalıştı.

En hafif tabiri ile ayıp etti.

Jak Eskinazi, kendisine hakaret cümleleri sıralayan genç vekilin yaşından çok daha uzun  iş ve hayat deneyimine sahipti.

Açıklamaları elbette eleştirilebilirdi.

İZMİR’E YAKIŞMADI

Nitekim konuşma metninde tarikat ve cemaatlerin varlığına değil, Milli Eğitim Bakanlığı’nın bu tarikat ve cemaatlerin “sivil toplum kuruluşu” adı altındaki yapılanmaları ile gerçekleştirdiği protokollere bir eleştiri söz konusuydu.

Zaten bu durumu Milli Eğitim Bakanı TBMM kürsüsünde açıkça ilan etmiş, “Bu protokolleri yapmaya devam edeceğiz” demişti.

Farklı düşünceler, nezaket temelinde elbette karşı karşıya gelebilir, itiraz noktaları dile getirilebilirdi.

Demokrasinin özü de buydu.

Ama olmadı.

Bir İzmir milletvekiline hiç yakışmadı.

Doğrusu açıklamasında neyi savunduğu ve ne anlatmak istediği de tam anlaşılmıyordu.

İşin enteresan yanı ise şuydu:

Eyyüp Kadir İnan’ın AKP’nin web sitesindeki özgeçmişinde “Dijital dönüşüm sektöründe faaliyet gösteren kendisine ait firmada yönetici olarak çalışma hayatını sürdürmektedir” yazılıydı.

Yani normal koşullar altında, genç bir milletvekili olarak Jak beyin açıklamalarına en başta destek vermesi gereken kendisiydi.

Ezcümle…

TARİKAT VE CEMAATLER…

Adına tarikat ve cemaat denen yapıların Türkiye’yi nasıl felaketlere sürüklediğini, milli iradeye nasıl tasallut ettiklerini, kaçak yurtlarda nasıl insani felaketlere sebep olduklarını, hepsinden önemlisi ruhban sınıfı yaratarak İslâmiyete nasıl zarar verdiklerini yaşayarak gördük, görmekteyiz.

Bu rezaletler Google arşivlerinde “unutulma hakkı” gerekçesine dayanarak silinmeye kalkılsa da, hafızalarımızda ve arşivlerimizde canlılığını koruyor.

Akıl ve bilim yolunda ilerlemeyen ülkelerin nasıl felaketlere sürüklendiğini ise yaşayarak görüyoruz. “Benim düşüncelerim bir gün bilim kuralları ile çelişirse, tereddüt etmeden bilimin yolundan ilerleyin” diyen Mustafa Kemal Atatürk’ün çizdiği eksenden korkutucu bir hızla uzaklaşan Türk Milli Eğitim Sistemi’nin yürek burkan kalitesi ve sonuçları da ortada.

Sayın vekilin görevi, bu durumun değişmesi, ülkemizin uluslararası geçerliliği olan akıl ve bilim temelli eğitim sistemine kavuşması için çalışmak ve proje geliştirmek olmalı.

Kamuoyunun yakından tanıdığı saygın iş insanlarına galiz küfürler içeren beyanatlar vermek değil…

+++++

HAFTANIN SÖZÜ 

Yaşamda en gerçek yol gösterici bilimdir.

Atatürk