Her depremden sonra yapılan tartışmadır; “Deprem mi öldürür? İhmal mi?” diye… Tartışıyoruz da, bir daha deprem olana kadar unutuyoruz. Her depremin ardından yıkılan binalar ve gözyaşı. Türkiye’nin in...

Her depremden sonra yapılan tartışmadır; “Deprem mi öldürür? İhmal mi?” diye… Tartışıyoruz da, bir daha deprem olana kadar unutuyoruz. Her depremin ardından yıkılan binalar ve gözyaşı. Türkiye’nin inşaat teknolojisinde dünyadaki ilk beş ülke arasında yer aldığı söyleniyor. Öyleyse neden kendi vatandaşlarımızın oturduğu binaları sağlam yapmıyoruz. Görünen o ki, İzmir İlimizde yaşanan son depremde deprem değil ihmal öldürüyor. Depremin şiddetinin bazı kaynaklara göre 6.6, bazı kaynaklara göre ise 7.0 olarak açıklanması çok bir şey değiştirmiyor. Sonuçta gün itibarıyla, AFAD tarafından yapılan açıklamada, İzmir depreminde 100’ün üzerinde vatandaşın hayatını kaybettiği, 1000’e yakın vatandaşın yaralandığı belirtilirken eminim ki o binayı yapan müteahhit yada kolonları kesen dükkan sahibi bir kenara oturmuş kahvesini yudumluyordur. Millet olarak, “Allahtan gelene boynumuz kıldan ince” mantığıyla baktığımız kadercilik anlayışından çıkmamız gerek. Aynı yerde bulunan, birbirine bitişik binaların üç tanesi ayakta, bir tanesi çökmüşse bunun hesabı sorulmalı. Elbette canlar gitmiş geri getiremeyiz. Ancak, hesabını sorup, cezai müeyyideleri uygulayıp, affetmeden, kamuoyuyla paylaşırsak belki sonraki ihmalleri önlemiş oluruz. Mesela bir binayı yapan müteahhit, yapı denetim firması veya imara açılmasında risk olan bir yerin imara açılmasında imzası olan belediye meclis üyeleri attıkları imzadan belirli bir süre, (20-25 yıl) sorumlu tutulabilir. Cezaların önemi caydırıcı olmalarıdır. Eğer yaptığınız bir işten sorumlu tutulmuyorsanız, yaşanan olumsuzlukta kimse size hesap sormuyorsa, yapılan iş ve işlem her zaman suiistimale açıktır. Olay kişinin vicdani meselesi haline gelmiştir. Ülkemizi yöneten siyasi partilerin oy endişesiyle zaman zaman imar affı çıkarması derme çatma binaları da imar affından faydalandırması da uygun değildir. Siz, bir metreden su çıkan, altı jöle gibi balçık olan, zamanın bamya tarlalarına, tarım arazilerini imara açar, bir de usulüne uygun bina yapmazsanız sonuç masum vatandaşlarımızın can kaybı olur. Eski yerleşim bölgelerine baktığımızda köyler şehirler genel olarak dağ eteklerine ve bayırlara kurulmuştur. Bunun öncelikli sebebi, dağların ve uzantılarının daha güvenli olması ve tarım arazilerinin korunmasıdır. İzmir’de zeminin balçık olduğunu düşündüğümüz Bayraklı, Bornova, Karşıyaka ilçelerinin bazı semtleri İzmirlileri tedirgin etmektedir. İzmir’de yaşanan depremle, Düzce’de 21 yıl önce 1999 yılında 17 Ağustos ve 12 Kasım’da yaşanan depremle kıyaslamak, ne kadar sağlıklı. O günün şartlarıyla, imkanlarıyla bu gün bir midir? Yıllardır bu ülkeyi yönetenler halen 1999 yılında kalmışlarsa vay halimize. Devlet yas tutmaz, tedbir alır. Gereğini yapar, yaptırır. Depremden sonra özellikle sosyal medya üzerinden “Gavur İzmir’e oh olsun” mantığıyla yapılan açıklamaların müslümanlıkla bir alakası yok. Olamaz da. Bizim dinimizde başkasının acısına sevinilmez. Dili, dini, ırkı, mezhebi, meşrebi her ne olursa olsun, acıya ortak olunur. Yardım edilir. Lütfen kendimize gelelim…