Geçen hafta sonu Karaburun Belediyesi tarafından 9’uncu kez düzenlenen ve geleneksel hâle gelen Kırklım Şenliği’nde idim. Karaburun’un meşhur kıl keçisi, ilçenin ekonomisinde çok önemli rol oynuyor....

Geçen hafta sonu Karaburun Belediyesi tarafından 9’uncu kez düzenlenen ve geleneksel hâle gelen Kırklım Şenliği’nde idim. Karaburun’un meşhur kıl keçisi, ilçenin ekonomisinde çok önemli rol oynuyor. Kıl keçisi yetiştiriciliği, ilçe ile özdeşleşen, üreticilerin işi ve aşı olan kutsal bir meslek… Ve belki de hepsinden önemlisi, Karaburun köylerinde bu işi yapan vatandaşlarımızın doğdukları yerde doymalarını sağlayan, kentlere göç etmelerini engelleyen uğraş. Bu hikâyenin baş kahramanları olan kıl keçilerinin sayısının artması, daha fazla üreticiye refah sağlaması için İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Karaburun Belediyesi ciddi gayret gösteriyor. HAYVAN VARLIĞI AZALIYOR 2018 yılında üretime başlayan Keçi Sütü ve Keçi Peyniri Mandırası’nın kapasitesi iki kattan fazla artırılmış. Mandıranın üretimi arttıkça, üreticiden alınan sütün fiyatında da ciddi artış yapılmış. Belediye an itibarıyla üreticiden aldığı keçi sütüne 10 TL ödüyor. Aynı sütün ortalama piyasa fiyatı ise 7 TL civarında. Karaburun keçilerinin sütlerindeki doyumsuz tadı endemik bitki örtüsü veriyor. Buraya kadar her şey güzel görünüyor ama gerçeklerin dili çok farklı. İki yıllık zorunlu pandemi arası verilen bu güzel şenliğe en son 2019 yılında katılmıştım. Aradan geçen üç senede ilçedeki hayvan varlığı dikkat çekici oranda azalmış. Kırkıma katılan üreticiler ile keyifli söyleşilerde de bulundum. Pek çoğu babadan ve dededen miras olarak kalan keçi yetiştiriciliğini “yan iş” olarak sürdürüyor. Karaburun ilçe merkezinde, Mordoğan’da, Urla’da farklı işlerin peşinde koşarak ekmeğini kazanırken, keçi yetiştiriciliğini de sürdürüyor. Bu zor ve zahmetli işi sürdüren üreticilerin tutumlarında, Belediye’nin 10 TL’lik süt alım desteğinin maliyetleri kafa kafaya getirmesi etkili olmuş. ZARAR ETTİĞİN İŞİ YAPAR MISIN? Bir üreticimiz yaşadıklarını şöyle özetliyor: “Ağabey bu gördüğün keçileri sakın ha keçi gibi görme. Onlar çocuk gibidir. Beslenmek ister, sevilmek ister, ilgi ister, bu dağlarda özgürce dolaşmak ister… Aksidir, inatçıdır. İlgi gösterirsen o da sana ilgi gösterir. Sütünü çok verir. Çok masraflı iştir.” Bir başka üretici söze giriyor ve can yakıcı şu soruyu soruyor bana: “Söyle bakalım gazatacı ağabey… Sen para kazanmadığın bir işi yapar mısın? Yaparsın; iki ay, üç ay, en fazla altı ay yaparsın. Sonra nefesin kesilir.” Bu sefer soru sorma sırası bende: “Pekâlâ sen yapabilir misin zarar ettiğin işi?” Duraksamadan cevap veriyor: “Bir sezon yaparım, ikinci sene benim de nefesim kesilir. Nefesim kesilirse ya hayvan sayısını azaltırım, daha da zorlanırsam bu işi bırakırım. Sen de keçi sütü içemezsin, peynirini yiyemezsin. O ürünleri ithal edersin. İthal ettiğin ülkelerin üreticilerine destek vermiş olursun. Kırkım şenliği için de zahmet edip buralara gelmezsin.” ON PUANLIK SINAV SOURUSU Üreticilerimizin bilincine ve farkındalığına şapka çıkarmamak mümkün değil. Ancak gelecekte bu işi sürdürüp sürdürmeyeceğini sorduğumuz tüm üreticiler, adeta sözleşmişcesine “Hayır” diyor. Kırkım Şenliği’nin büyük dikkatle izlediğim bölümü, genç üreticilerin görüşlerini bizlerle paylaştığı “Son Kuşak Keçi Yetiştiriciliği” söyleşisi oldu. 30’lu yaşlarındaki Hamican Morkoç, Mehmet Balaban ve Mert Çiftçi’nin düşünceleri, hepimizin üzerinde derin derin düşünmesi gereken gerçekler. Neden mi? Pandemi ile birlikte tüm dünya, sağlıklı gıdaya erişimin önemini daha iyi anladı. Bir zamanlar Tarım Bakanı olan zâtın, “Cebimizde paramız var, ithal ederiz” cümlesini çürütürcesine, “Paran olsa da alamazsın” gerçeğini hafızalara mıh gibi kazıyan iki yıl yaşadık. Ve gördük ki, tarıma ve hayvancılığa destek vermeyen ya da bizim gibi çok yetersiz destek sağlayan ülkelerin işi giderek zorlaşıyor. Söyleşide samimiyetle düşüncelerini açıklayan Hamican Morkoç diğer iki söyleşi arkadaşına dönerek, “Sen babanın mirası olan hayvanın içinde doğdun. Peki söyle bakalım senin çocuğun hayvanın içinde doğacak mı?” sorusunu sordu. Bu soru, aslında hepimizin cevaplaması gereken on puanlık bir sınav sorusu… Morkoç, beş yıl öncesine kadar Karaburun’da binden fazla hayvanı olan çok sayıda yetiştirici olduğunu vurgularken, bugün bu sayının bir elin parmaklarını geçmeyeceğini ifade ediyor. Hayvan varlığının aynı hızla azalması durumunda, birkaç sene sonra Kırkım Şenliği yapılacak keçi bulmanın mümkün olmayacağına dikkat çekiyor. MERA ALANLARI DARALIYOR Keçi yetiştiriciliği yapan vatandaşlarımızın bir başka ortak şikâyeti ise mera alanlarının korkutucu hızla daralması. An itibarıyla Karaburun Yarımadası’nın yüzde 71’i rüzgâr enerjisi santrallerine (RES) tahsis edilmiş durumda. Bugüne kadar RES’lerin kurulduğu alanlarda keçilerini otlatabilen yetiştiriciler, yakın zamanda bu imkândan da mahrum kalacak. RES yatırımcısı şirketlerin, lisanslı proje sahalarında güneş enerjisi santralleri de (GES) kuracak olmaları, keçi yetiştiriciliğine büyük darbe vuracak. Çünkü GES kurulumu yapılacak arazilerin sınırları çevrilecek, insan ve hayvan girişlerine izin verilmeyecek. Bir tarafta yerli ve yenilenebilir enerji, diğer tarafta yerli hayvancılık… İkisi de önemli, ikisi de hayati… Türkiye olarak bu iki önemli talep arasında seçim yapmak son derece anlamsız geliyor. Kamu otoritesinin bu noktada sütre gerisine yatmaması, tüm tarafları tatmin edecek bir sistem geliştirmesi gerekiyor. Aksi halde Hamican kardeşin isabetle belirttiği gibi, birkaç sene sonra Kırkım Şenliği yapacak keçi bulmamız bile olanaksız hale gelecek. Bizden yazması… BAKAN YARDIMCISININ AKIL YÜRÜTMESİNE ŞAPKA ÇIKARILIR! Aklımda deli sorular eşliğinde Kırkım Şenliği’nde dolanırken, gözüm haber sitelerine düşen tuhaf mı tuhaf bir açıklamaya takılıyor. Sanayi ve Teknoloji Bakan Yardımcısı Hasan Büyükdede, “Sanayimizin kapasitesi az” tespitini yaptıktan sonra, bu durumun sebebini Türkiye ve Avrupa ülkelerindeki sanayi alanlarını kıyaslayarak izaha çalışıyor. “110 bin hektar organize sanayi bölgemizle birlikte toplam 280 bin hektar sanayimiz var. Atla deve değil. Şu anda  endüstrisi zayıf ülke grubundayız. İtalya kullanım alanı küçük ama 650 bin hektar sanayisi var. Fransa’nın 922, Almanya’nın 1.5 milyon hektar.” diyor Büyükdede. Ve ekliyor: “Türkiye ise 8 bin 500 dolarlık fakirlik sınırı içinde gidip geliyor. Sanayi bize 280 bin hektarla 300 milyar dolar getiriyor, tarım alanımız 230 bin kilometrekare. Yani Türkiye’nin yüzde 30’u ama bize getirdiği 50 milyar dolar. Tarım tarım diye bağırıyoruz çağırıyoruz da durum bu. Şurada mera, burada ot varmış, burada kök varmış diyerek elimizi kolumuzu bağlamadan verelim tarım alanlarını sanayiye; ya vasatlıkla idare edeceğiz, birbirimizi yiyeceğiz ya da bu çemberi kıracağız...” Gerçekten enteresan bir akıl yürütme bu! BÜYÜKDEDE’NİN HESABI… Hasan Bey’in özgeçmişinde Makine Yüksek Mühendisi olduğu yazıyor. Mesleği ve özgeçmişi, hesap kitap bilmesi gerektiğini gösterse de kendisine kısa bir anımsatmada bulunalım. Evet, Türk sanayisinin daha faza üretime ve ihracata ihtiyacı var. Ama nasıl bir üretime? Tarım alanlarını inşaata boğan, acımasızca yok eden bir sanayiye mi; yoksa yükte hafif pahada ağır, katma değeri yüksek üretim yapan bir sanayiye mi? 1998 yılında gayrı safi milli hasıla içinde yüzde 25 seviyesinde olan imalat sanayisi payının bugün yüzde 18 seviyesine nasıl gerilediğini, aradaki 24 senenin 20 senesinde kimin iktidarda olduğunu anımsaması gerekiyor Bakan Yardımcısı’nın… Ve kişi başına milli gelir… An itibarıyla 9 bin 500 dolar seviyesinde olan kişi başına milli gelirin 2014 yılından bugüne kesintisiz olarak gerilediğini Hasan Bey’e anımsatmamız, bu düşüşün sebeplerini sorgulamasını istememiz gerekiyor. Ve 2023 hedefleri… Geçen hafta sütunlarımıza taşıdığımız 2023 hedeflerinde yer alan; 500 milyar dolar ihracat, 25 bin dolar kişi başına gelir ve dünyanın ilk 10 ekonomisi içinde yer alan bir Türkiye hedefi… BIKKINLIK VEREN GEREKÇELER Uzak bir hayal olan bu hedeflere neden ulaşamadığımızın muhasebesini yapması gerekiyor Bakan Yardımcısı’nın… “Gezi olayları, 15 Temmuz hain darbe girişimi, dış güçler, emperyalist planlar, bizi kıskananlar” vs gibi gerekçelerin dışında; daha mantıklı ve daha tutarlı bir savunması varsa elbet duymak isteriz… Ezcümle… Bu cennet vatan topraklarında tarım yapmaya da, sanayi üretimine de, turizm işletmeciliğine de yetecek kadar yer var. Önemli olan bu üretim süreçlerini nasıl planladığınız ve nasıl uyguladığınız… Ve nasıl bir katma değer ürettiğiniz… Orta gelir tuzağında, bir başka ifade ile orta teknoloji tuzağında çırpınan Türk sanayisinde, toplam ihracatın içinde yüksek teknoloji ürünlerin payı yüzde 5’i bile bulmuyor. Bazılarının “Konya kadar” diye küçümsediği, nüfusu bizden beş kat az, tarım ihracatı bizden beş kat fazla olan Hollanda’da bu işlerin nasıl yapıldığını araştırmak da Sayın Bakan Yardımcısı’nın görev alanına giriyor. Şimdiden kolaylıklar diliyoruz kendisine…  

EBSO’DA 4’ÜNÜ KEZ YORGANCILAR DÖNEMİ

İzmir sanayisinin çatı kuruluşu Ege Bölgesi Sanayi Odası’nın (EBSO), kökleri 11 Eylül 1927’de kurulan “İzmir Sanayi Birliği”ne dayanıyor. 1951 yılında İzmir Sanayi Odası olarak faaliyetlerine başlayan EBSO’nun tarihinde en uzun süre Yönetim Kurulu Başkanlığı yapan sanayici, mevcut Başkan Sayın Ender Yorgancılar. İzmir en köklü sanayici ailelerinden birinin mensubu olan ve yaklaşık 30 yıldır EBSO Meclisi’nde görev alan Ender Bey, 2009 yılından bugüne, 13 yıldır Başkanlık şapkasını taşıyor. 2018 yılında bu göreve üçüncü kez seçilen Ender Bey, “Bu kez son” demiş ve görev süresinin sonunda ayrılacağının mesajını vermişti. TOBB DESTEĞİ ARKASINDA Ancak geçen hafta yapılan Meclis Toplantısı’nda sürpriz bir kararla, yeniden EBSO Başkanlığı’na aday olacağını kamuoyuna ve iş âlemine ilan etti. Toplantıya TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun da katılması kuşkusuz tesadüf değildi. “Destek büyük yerden” mesajı vermeyi ihmal etmeyen Ender Bey’in adaylık ilanı Swiss Otel’de yapılan Meclis Toplantısı’nda alkışlarla karşılandı. “TOBB Başkanımız da İzmir iş dünyasındaki ahengin bozulmaması yönünde irade gösterdi” ifadesi ile adaylık sürecini açıkladı Yorgancılar… An itibarıyla Başkan Yardımcısı konumunda olan İbrahim Gökçüoğlu ve Muhsin Dönmez’in adaylıkları uzunca bir süredir kulislerde konuşuluyordu. Bu yıl yapacak seçimde Gökçüoğlu’nun Meclis Başkanlığı’na aday olması, Dönmez’in ise başkan adayı olmaktan vazgeçmesi sonrasında görevin yine Yorgancılar’a düştüğü anlaşılıyor. Önümüzdeki dört yılda Ender Bey’in ilk işi, otel salonlarında meclis toplantılarını yapmak zorunda kalan EBSO’ya, kurumsal kimliğine yakışan bir bina kazandırmak. Bunun için seçimi bile beklemeden hazırlıklara giriştiği görülüyor. Rahmetli Atıl Akkan’ın ilk Başkanlık görevine geldiği yıllardan bugüne takip ettiğim ve meclislerinden çok manşet ve yazı konusu çıkardığım EBSO, kültürüne ve seviyesine yakışan bir seçimin arifesinde. Ateşten gömleği giyecek başka bir gönüllü var mı, henüz belli değil. ESİAD Başkanı Mustafa Karabağlı’nın “aday adaylığı” açıklamasının düşük bir ihtimal de olsa “adaylığa” evrilip evrilmeyeceğini göreceğiz. Ancak bugünkü manzara, seçimlerin efendisi Ender Başkan’ın dördüncü kez aynı koltuğa oturacağını gösteriyor. HAFTANIN SÖZÜ Uzun yaşamak için yarısını yiyin, iki kat yürüyün, üç kat gülün, sınırsız sevin… Tibet atasözü…