Bir gazeteci olarak kronolojik notlar tutmayı severim. Bu notlar çok farklı alanlardan olabiliyor. Ancak, 25 Haziran 2020 günü tuttuğum nota sık sık baktığımı itiraf etmeliyim: İtalyan...

Bir gazeteci olarak kronolojik notlar tutmayı severim. Bu notlar çok farklı alanlardan olabiliyor. Ancak, 25 Haziran 2020 günü tuttuğum nota sık sık baktığımı itiraf etmeliyim: İtalyan ressam Gentile Bellini'nin (1429-1507) atölyesinden çıktığı tahmin edilen Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet’in (1432-1481) son portresi Londra’da yapılan açık artırmada İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından satın alındı. Yirmi yıla yaklaşmakta olan meslek hayatımda çok az olayın beni bu kadar mutlu ettiğini söyleyebilirim. Ve ne mutlu bana ki, ülkemde siyaset, ekonomi gibi alanların dışında, böylesi bir kültürel olay notlarıma düştü. Açıkçası alışkın değilim. İnanılır gibi değil! Batı ve Doğu dünyasının kaderini değiştiren bir hükümdarın portesi kendi ülkesine ve şehrine, İstanbul’a dönüyor. İşte, Türkiye’nin hak ettiği zenginlik örneği. Fatih Sultan Mehmet, kuşkusuz dünya siyasal tarihi içinde mührünü vuran kişiliklerden biri. Kendi dönemi içinde ve döneminin ruhu içinde bir beyliği dünya devleti haline getirmesinin yanında, gelecekte nasıl anılacağına varana kadar bir çok hamlede bulundu. Yanlış bilmiyorsam 7 dil biliyordu. “Avni” mahlasıyla şiirler yazıyordu. İtalya kıyılarından Kuzey Afrika’ya Anadolu’dan Mezopotamya’ya kadar iki bin yıl boyunca yeryüzünün en büyük gücü olan Roma İmparatorluğu’nun mirasının farkındaydı. Bunun için onunla boy ölçüşebilecek bir otoriteye ve kültürel unsurlara ihtiyaç olduğunun da bilincindeydi. Trabzon, Mora gibi Roma’nın kültürel-siyasal merkezlerini ele geçirmesinin de yeterli olmadığını bildiği için önce İtalya’ya yürünecek yolu döşemeye çalışmıştı. 1481’de ölmesi onun hedeflerinin onunla sınırlı kalmasına neden oldu. Oğlu Beyazıt sakindi, torunu Yavuz Selim devlete hakim rengin “İslam” olması için yönünü doğuya çevirdi. Kanuni büyük dedesinin izinden gitmeye çalıştı; ama dünyanın eli armut toplamıyordu. Zamanın ruhu, keşiflerle, deniz seferleriyle bambaşka bir hal alıyordu. Bununla birlikte Fatih Sultan Mehmet, hem bizden tarihçilerin hem batı dünyasının siyasal olarak önemini bildikleri bir padişah oldu. 500 yılı aşkın bir zamandır dünyanın en önemli siyasal, ekonomik, kültürel merkezlerinden biri olan İstanbul’un kaderi onun hamlesiyle rotasını bugünlere kırdı. Turgut Özal başta olmak üzere demokrasi zamanının siyasetçilerinin onun adını taşıyan köprüler yapması ve konuşmalarında ondan sık söz etmelerinin nedeni budur. 1994’te Milli Görüşçü Refah Partisi’nin İBB’yi kazanmasından 2019 yılına kadar bu çizgiden gelen ya da bu çizgiyi reddetmeyen siyasi partiler İstanbul’u yönetti. Her 29 Mayıs’ta fethin yıldönümünün canlandırılması, kentte yapılan duyurular elbette yapılabilir işlerdi. Ama kabul etmek gerekir ki, Fatih Sultan Mehmet’i sahiplenmede tereddütsüz olan İslamcı-Milli Görüşçü siyasi çizgi İstanbul’a “fethin” getirdiği değeri hatırlatacak ve bu değeri teslim edecek böylesi kültürel bir hamle yapmadı. Fatih Sultan Mehmet’in özel bir koleksiyonda yer alan son portresinin deyim yerindeyse “eve dönüşü” İstanbul’a ve Türkiye’ye değer katan bir olaydır. İstanbul’un geçmişinden azıcık haberdar olan herkesin bu portreyi mutlaka görmek isteyeceğini tahmin edebiliriz. Bir ülkenin zenginliği ekonomik hamleler kadar, toplumunun benliğini oluşturan kültürel unsurların varlığıyla da ölçülür. Bazı Avrupa ülkelerinin müze gelirlerinin turizm gelirleri içinde ne kadar önemli bir yer tuttuğunu biliyoruz. Açıkçası Fatih Sultan Mehmet’in portresi en az Galata Kulesi kadar önemli bir kültürel mirastır, zenginliktir. Keşke “Dede Korkut Kitabının” asıl kopyası da ülkemizde olsa. (Yavuz Sultan Selim’in, Mısır’dan İslam’ın kutsal emanetlerini İstanbul’a getirmesi herhalde tesadüfi ve gereksiz değildi)  Bu örnekler çoğaltılabilir. Portrenin getirilmesi için harcanan parayı eleştiren olmuştur, olacaktır. Ancak, bir yurttaş ve gazeteci olarak tereddütsüz bir şekilde desteklediğim ve mutlu olduğum bir olayla karşılaştığımı söylememem gerek. Bu kültürel faaliyete harcanan para, İstanbul’a ve Türkiye’ye katılan zenginliğe değer. Ekrem İmamoğlu, 23 Haziran’ın yıldönümüne denk gelen günlerde İstanbul’u fetheden padişahın portresini satın aldıklarını duyurarak siyasal bir mesaj vermiş midir, bilmemem; ama İstanbul 1453’ten beri en çok anılan hükümdarının portresine kavuşarak kimliğini güçlendirdi. Bu gerçek, bütün tartışmaların üzerindedir.